Bugün de bitti. Hiç sinirlenmedim, üzülmedim de. Girmek zorunda olduğum derse girdim,
dinlemedim, çıktım. Dersi koşar adım terkettim. Ders çıkışında bahçede yapılan konuşmalardan
kaçıyordum. Durağa herkesten önce varmalı, kimse gelmeden önce ilk gelen otobüse binip
uzaklaşmalıydım. Öyle de oldu, daha önce hiç binmediğim (binmediğim bir otobüs hattı olması
beni şaşırtmıştı) bir Kadıköy hattına bindim. Hangi yolu takip ettiğini bilmiyordum ama Kadıköyden
nasıl olsa eve gidebilirdim, önemli olan bir an önce otobüse binip okuldan uzaklaşmaktı. Otobüs
çok dolaşıyor olmalıydı çünkü onlarca insanın beklediği duraktan otobüse benimle birlikte sadece
bir kişi binmişti. Gözüme kestirdiğim arka taraflarda bir cam kenarına oturdum. Müthiş bir hazla
okuduğum kitabıma gömüldüm, ilerleyen dakikalarda kitaba haddinden fazla gömüldüğümü
farkedecektim.
Kafamı kaldırdığımda şiddetli bir şaşkınık yaşadım. Üç yıldır geldiğim bu çevrede böyle bir
yol olması mümkün değildi. Bir orman yoluna girmiştik. Konuşmaktan nefret ettiğimi
farketmişsinizdir. Bazı günler tek kelime etmediğim oluyor ve o günler güzel günler oluyor, bugün
de öyle olsun istedim, şoföre nereye gittiğimizi sormadım, sonuçta bir şekilde Kadıköy’e gidiyor
olmalıydı. Okuduğum sayfa sayından ne kadardır yolda olduğumu saptadım zira saati gösteren bir
cihazım yoktu, otobüsteki de çalışmıyordu. Yarım saat içinde bir ormana varmış olmamız çok
ilginçti, itiraf etmeliyim ki gerildim hatta korkmaya başladım. Girdiğimiz yolun ilginçliğinin verdiği
telaşla önemli bir ayrıntıyı kaçırmıştım, otobüste başka yolcu kalmamıştı. İşte bu an korkmam
gereken an diye düşündüm. Şoför, otobüsü cam bir kabin içinde kontrol ediyordu. Taht gibi
koltuğu sayesinde otobüsün en önü hariç herhangi bir yerinden görünmesi mümkün olmuyordu.
Otobüs olağan hızında seyretmeye devam ediyordu. Artık şoföre danışmam gerekiyordu, epey bir
zamandır herhangi bir medeniyet izine rastlanmıyordu, Kadıköye giden otobüsler iki dakikada bir
durakta durulardı oysaki. Şoförün yanına gittim, belli ki bugün de mutlu günlerden biri olacaktı,
kabinde konuşulacak bir şoför yoktu.
Kapılduğım dehşeti kelimelerle ifade edemeyeceğimi tahmin edersiniz. İlk bir kaç dakika
şoku üstümden atamadım. Hiçbir şey düşünemedim, sadece korktum ve otobüsün camından
dışarı baktım. Kendime gelince otobüsü durdurmam gerektiğini düşünebildim, anormal derecede
korunaklı kabini açamadım tabii ki. Zor kullandım ama mümkün değildi. Boş otobüste orman
içinde düzgün bir toprak yoldan ilerliyordum, bütün vücüdum titriyordu ve hayatımda hiç bu kadar
üşümemiştim, yazdan kalma bir ekim gününde sıcak bir otobüste üstümde bugün için kalın bir
montla buz kesmiştim. Ellerimle defalarca yüzümü ovaladım. Otübüs kapılarının acil durumlarda
açılması için valfleri olur ya da camların hassas noktaları ve bu hassas noktalara vurarak kırmak
için dizayn edilmiş çekiçleri . Tabii ki bu araçta yoktu.Aradan yarım saat geçmişti, durum aynıydı.
Artık kendimi paralıyordum camları kırmak için. Sadece kendime zarar verebildim. Sonra bu
olayın nasıl başladığını düşündüm, o an için çok zekice gelmese de dahiyane bir fikir aklıma geldi.
O anı tekrar canlandıracaktım. Gözüme kestirdiğim yerime oturdum, kitabımı açtım ve okumaya
başladım ilk başlarda, korkudan olsa gerek, kendimi kitaba kaptıramadım, odaklanmam fazla
uzun sürmedi.
Kafamı kaldırdığımda kendimi Üsküdarda buldum. Görüş alanımda yüzlerce insan
vardı. Burasının Üsküdar olduğuna emin oldum. Ama nasıl olurdu ben Kadıköy otobüsüne
binmiştim.
Bir cevap yazın