Yerde kanlar içinde yatıyordu. Boşanmaya çalıştığı adam onu bıçaklamış ve kaçmıştı. Nefes alışverişleri yavaşlamaya başlarken birileri adını sordu. Son bir çabayla adının “Özlem” olduğunu söylerken gözlerini açık tutmakta zorlandığını fark etmişti. Bilinci kapanmaya başlamış, vücudunu hissedemez olmuştu. Gözlerinden akan bir damla göz yaşı, yanaklarından boynuna doğru inerken kısacık hayatını düşündü. Her şeyin başladığı güne giderken kafasının içinde davul seslerini duymaya başlamıştı. Düğün gününde dışarıda davullar çalarken o ağlıyordu. On altı yaşında birçok yaşıtı okula giderken o gelin oluyordu. Kocasını hiç tanımıyordu, onun hakkında bildikleri bir elin parmağını geçmezdi. On beş gün önce okuldan eve döndüğünde annesi evleneceğini söylemişti. Okumak istediğini söylemiş, tanımadığı bir adamla evlenmek istemediğini haykırmış, yardım etmesi için annesine yalvarmıştı ama hiçbir şey değişmemişti. Babası çoktan kararını vermiş adamdan başlık parasını almıştı. Annesi yapacağı hiçbir şey olmadığını, kendisinin ne ilk ne de son olacağını söylemişti.
Düğün gününde dışarıdan gelen kahkahaları, müzik seslerini dinlerken mutlu olması gerektiğini düşündü. Kocası olacak adam uzun boylu, siyah saçlı, hafif kilolu bir adamdı. Annesi kırk yaşında olduğunu, iyi bir işi olduğunu, rahat edeceğini söylemişti. Onu bir kez uzaktan görmüştü, hiç konuşmamışlar, yalnız kalmamışlardı. Nasıl konuştuğunu, nasıl yemek yediğini, nasıl güldüğünü bilmiyordu. Umarım pis kokmaz diye düşündü. Amcası çok pis kokardı o yüzden amcasından hep uzak dururdu. Özlem hiç tanımadığı kocasının temiz kokması için dua ederken odanın kapısı açıldı. Yengesi ve annesi içeri girmişti, telaşla duvağını örttüler, gelinliğini düzelttiler, kınalı ellerinden çekiştirerek dışarı çıkardılar. Babası elinde kırmızı kurdele ile kapıda bekliyordu. Elinde tuttuğu o kırmızı kumaş parçasına ne çok anlamlar yükleniyordu. Namus dedikleri şeyi hiç anlamamıştı. Kırmızı bir bez parçası, ya da kanlı bir çarşaf onun namuslu olduğunu nasıl kanıtlardı. Ya düşünceleri ya onu para karşılığı satan ve satın alan adamlar onların namusu nasıl ölçülüyordu. Düşüncelerinin arasında kaybolmuşken babası kurdeleyi bağladı ve yüzüne bile bakmadan kocası olacak adama doğru itekledi. İmam nikahı çabucak kıyıldıktan sonra dışarı çıktılar nikah memuru gelmişti. Memur gözlerinin içine bakıp isteyip istemediğini sorduğunda “istiyorum” demişti. O güne gidebilseydi “hayır” diye bağırır kendisini kurtarması için memura yalvarırdı.
Düğünün bitmesine doğru annesi yanına geldi, kocasının sözünden çıkmamasını, çok dikkatli olmasını istedi. Kocasına çok soğuk davranırsa adam sıkılırmış, çok sıcak davranırsa da tecrübeli olduğunu düşünürmüş. Annesinin ne demek istediğini bile anlamamıştı. Daha önce bir erkekle yakınlaşmamış, flört dahi etmemişti. Düğün gecesi ilk defa gördüğü kocası ile küçük bir kız olarak girdiği yataktan kadın olarak çıktığında artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştı.
Evliliğin ilk günlerinde evine, eşine ve çevresine alışmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Günleri birbirinin aynı geçiyordu, okulu çok özlüyordu ama hayatına devam etmek zorunda olduğunu da biliyordu. Kocası hep aynı saatlerde eve gelir çok konuşmazdı. İlk kez yemeğin tuzu yok diye dayak yediğinde suçun kendisinde olduğunu düşündü, eşi bütün gün çalışıyor, yoruluyordu, o bir yemek bile yapamıyordu. Sonra yemek tuzlu diye dayak yedi sonra ailesini görmek istediği için, sonra, sonra, sonra.
Dayakların gün geçtikçe dozu artmaya başlamıştı. Kocası sinirlenmek için sebep aramıyordu bile Özlem’i dövmek bir alışkanlık haline gelmişti. Artık dayanamayacağını hissettiği bir gün annesine gitti. Annesine boşanmak istediğini söylediğinde ona boş boş bakmıştı. Yediği dayakları anlatmış, morluklarını göstermişti. Bu kadar şeyi yaşarken neden yanında olmadığını sormuştu hıçkırarak.
-Sen benim ne yaşadığımı biliyor musun? Ben senin yaşadıklarını biliyorum, aynısını ben de yaşadım, yaşıyorum. Ben yaşarken yanımda kim vardı, kimse… Dünyanın düzeni bu, sende çekeceksin, başka seçenek yok…
Annesinin sözleri kulaklarında çınlarken, yavaşça yerinden kalktı, evine gittiğinde bu hayatta yalnız olduğunu, kocasının verdiği kadarına razı olması gerektiğini anlamıştı. Kaderine razı olmuş yaşarken bir gün hayatının en güzel haberini aldı, bir çocuğu olacaktı, hamileydi. Eşi de bu habere sevinmişti, hatta onun ilk defa güldüğünü görmüştü. Hamileliği boyunca eşi daha dikkatli olmuş, dayaklar da azalmıştı. Bir yandan bebeğini kucağına almak için gün sayarken bir yandan da kızı olmasından çok korkuyordu. Hamileliği boyunca iki kez doktora gitmiş onda da cinsiyet belli olmamıştı. Kocası oğlan olacağından emindi. Farklı bir seçenek olabileceğini dahi düşünmüyordu.
Doğum sancıları başladığında akşam yemeğini hazırlıyordu. Hastaneye gittiklerinde doğum başlamıştı, kısa bir süre sonra kızını kucağına aldı. Kızının güzelliğini bile fark etmedi, yaşayacaklarının korkusu onun kokusunu içine çekmesini engellemiş, sütünün kesilmesine sebep olmuştu. Odaya döndüğünde kocası yoktu, bir daha da hastaneye gelmemişti. Kızı ile birlikte tek başına taburcu olmuş ve evine dönmüştü. Özlem artık daha güçlüydü, anne olmuştu ve kendi annesi gibi olmayacağına dair kendi kendine söz vermişti. Kendi hayatını kurtaramamıştı ama kızının hayatını kurtaracak, ona istediği hayatı verecekti. Adını sevgi koydu, sevgiyi hissederek büyümesini dileyerek.
Bebeği ile ilgilenirken günler onun için çok daha güzel geçmeye başlamıştı. Kocası ısrarla 2. Çocuğu istiyordu. Bu sefer oğlu olursa her şeyin düzelebileceğini düşünmüş, hamile kalmıştı. Duaları kabul olmuş 2. Çocuğu erkek olmuştu. Kocası birkaç gün çok mutlu olmuştu ama sonra her şey yine eskiye dönmüştü. 2 çocuklu hayata alışmaya çalışan Özlem için gündüzler ne kadar güzelse geceleri o kadar kâbus doluydu. Günler hızla geçiyor, çocukları büyüyordu, iyi bir anne olmak için kendini onlara adamış yaşadığı hayatı tamamen kabullenmiş, mücadele etmeyi bırakmıştı. Ama hayat onun yerine “dur” demeye karar vermişti.
Akşam kocası yemeğe gelmediği için çocuklarını yedirip yatırmış, kanepede uyuyakalmıştı. Kapının gürültüyle açılmasıyla korkuyla uyandı. Salonun kapısında duran kocasının çok içkili olduğunu anladı. Düşmemesi için koluna girdi, koltuğa oturttuğunda içki kokusunu aldı. Bu kokudan nefret ederdi, su getirmek ve biraz uzaklaşmak için mutfağa gitti. Elinde su bardağıyla geri döndüğünde kocası yanına oturmasını istedi, onu öpmeye başladığında önce sesi çıkmadı, sonra burnuna gelen içki kokusuna dayanamadı ve geri çekilirken “çok kötü kokuyorsun” dedi.
Ne olduğunu anlayamadan ilk tokadını yedi, kocası ağzından çıkan anlamsız kelimelerle bir yandan bağırırken bir yandan da onu tekmeliyordu. Güçlükle yerden kalkmaya çalışırken oğlunun ve kızının uykulu bir şekilde odaya girdiklerini, donup kaldıklarını ve ona yardım etmek için koştuklarını gördü. Çocuklarını korumak için çok uğraşsa da gözü dönmüş adam hepsini hırpalamıştı, can havliyle çocuklarını alıp, yatak odasına kaçmış, kapıyı kilitlemişti. Sabaha kadar uyuyan çocuklarının başında ağlamış ve boşanmaya karar vermişti. Ne pahasına olursa olsun çocuklarına böyle bir geceyi bir daha asla yaşatmayacaktı.
Ertesi gün çocuklarını okula hazırladıktan sonra onlarla birlikte çıktı. Kocası hala uyuyordu. Ona görünmeden hızlıca hazırlanmış ve kaçar gibi dışarı çıkmışlardı. Kendisine yardım edebilecek tek insanı bulmak için öğretmenler odasına gitti. Ayten öğretmen beş yaşındaki kızı ile tek yaşıyordu kocasından boşanmıştı. Birkaç kez konuşmaları sırasında zor bir boşanma yaşadığını, kendisine zarar vermesinden korktuğu için kocasına uzaklaştırma kararı çıkarttırdığını anlatmıştı. Boşanma sonrasında da kendi gibi korkan, yardım isteyen, maddi ihtiyacı olan kadınlara destek olmak için sivil toplum kuruluşlarına üye olmuş ve aktif bir şekilde çalışmaya başlamıştı. Ayten öğretmeni öğretmeler odasında tek başına çalışırken buldu. Kısık bir sesle onunla özel olarak konuşmak istediğini söyledi.
Kadın bir tuhaflık olduğunu anlamış, Özlem’i boş sınıflardan birine götürmüş, birazdan geleceğini söylemişti. Elinde iki bardak çayla geri döndüğünde çaylardan birini kendisine uzattı. Hazır olduğunda konuşabileceğini istediği kadar bekleyebileceğini söyledi.
-Özlem çayından küçük yudumlar alıp kendini rahatlatmaya çalıştı. Başını kaldırıp, karşısında konuşmasını bekleyen kadının gözlerine baktı, kendinden emin bir sesle “boşanmak istiyorum, bana yol göstermeniz için size geldim” dediğinde elindeki çay bardağını tüm gücüyle sıkıyordu.
-Her konuda sana yardımcı olurum, seni dövüyor değil mi?
Bu sözler karşısında şaşkınlığını gizleyemedi, yaşadıklarını belli etmemek için yıllarca uğraşmıştı. “Nasıl” dediğinde sesi bir fısıltı gibi çıkmıştı.
-Bunu saklamak için çok uğraşıyorsun, o kadar dikkat ediyorsun ki gerçekçiliğini yitiriyorsun. Ayrıca daha önce şiddet görmüş biri olarak benimle aynı kaderi yaşayan bir kaderdaşımı fark ediyorum. Daha önce de dediğim gibi sana her konuda destek olurum ama bir sorum var. Bu konuda emin misin? Kararından vazgeçer geri dönersen eskisinden daha da kötü günler yaşarsın. Karşı taraf intikam almak ister o yüzden son kez soruyorum. Emin misin?
Gözlerini kapatıp düşündü. Gerçekten bu yola çıkacak cesareti, gücü var mıydı? Sonra gözlerinin önüne kızının göz yaşları, oğlunun çaresizlikten kıpkırmızı olmuş yüzü geldi ve büyük bir güvenle “evet” dedi.
Ayten öğretmenle bir saatten fazla konuştular. Kocasına ne söylemesi gerektiğini, nasıl davranması gerektiğini, çocuklarla nasıl iletişim kurması gerektiğini konuştular. Evden ayrıldıktan sonra kalacağı yer, yapabileceği işler, yarım kalan okulu, çocuklarının geleceği, ailesinin vereceği tepki her şey hakkında uzun uzun konuştular. Okuldan çıktıktan sonra eve gitti, kocası işe gitmişti. Kendisinin ve çocukların birkaç parça giysisini topladı, gerçekten ihtiyaç duyduğu eşyaları alıp, evden çıktı.
Ayten öğretmen çocukları çıkıştan önce sınıftan almış annelerini beklemeleri için kantine getirmişti. Konuşma beklediğinden de iyi geçti, oğlu çok sevinmişti annesinin dayak yemesi onu çok üzüyordu, kızı da dün geceden sonra itiraz etmeyeceğini, hep yanında olacağını söylemişti. İlk adımı atlatmıştı, kocası ve ailesi ile görüştükten sonra 2. Adımı da atmış olacak ve çocukları ile birlikte yeni hayatlarına başlayacaklardı. Devlet güvencesinde çocukları ile kalabileceği, kendisi gibi kadınların olduğu bir evde güvenle yaşayacaklar, kendi ayaklarının üstünde durmayı öğreneceklerdi. Dernek görevlisi Ayten öğretmen aracılığı ile durumu öğrenmiş gerekli tüm işlemleri başlatmıştı, derneğin avukatı ile görüşüp boşanma davası için vekalet verdiğinde özgürlüğün vermiş olduğu huzuru ilk kez hissetmeye başlamıştı.
Dükkânın kapısını açtığında yüzüne vuran serin hava onu rahatlattı. İçeriye girdiğinizde ilk dikkatinizi dev gibi buzdolapları çekiyordu. Yanlarında çamaşır ve bulaşık makineleri dizilmişti. Dükkânın diğer tarafında küçük ev aletleri yer alıyordu. İçeriye doğru yürümeye başladı, kocasının masasının yanında durdu. Arka kısımda mutfak vardı, kocasının ve çalışanının sesi o taraftan geliyordu. Tüm cesaretini topladı ve ona seslendi. Dükkânın içinde yayılan kendi sesi kulaklarına yabancı geldi. Yıllardır sesini duymadığını fark etti. Özlem kendini, özünü, ruhunu unutmuştu. Artık tüm bunları geri kazanacaktı, kararını çoktan vermişti, asla geri dönmeyecekti. Sesini duyan iki adam da mutfaktan çıkmış ve dükkânın içine doğru ilerlemişti. Kocasının yardımcısı “hoş geldin yenge, bir çay koyayım sana” deyip geldiği yere geri dönerken, kocası oturmasını işaret etti. Topladığı cesaretini kaybetmeden boşanmak istediğini, çocukları götürdüğünü, geri dönüşü olmadığını, avukata vekalet verdiğini ve diğer şeyleri anlattı. O anlatırken adamın göz bebekleri de giderek büyüyordu, şaşırdığı her halinden belliydi. Özlem ilk kez kocasının gözlerinin içine baktığını fark etti. O kadar uzun zamandır korkarak yaşıyordu ki başını hep öne eğerek dolaşmıştı. Tahmin ettiği gibi adam önce onu öldüreceğini söyledi, sonra çocukları alacağını söyledi ama Özlem’in kararlı olduğunu gördüğünde taktik değiştirip yalvarmaya başladı. Onun bu hali karşısında içinden kahkahalar attı, yıllardır korktuğu bu adam aslında ne kadar da zavallıydı. Kocasını söyleyecek bir şeyi kalmayana kadar dinledi, yavaşça yerinden kalktı, yüzüğünü çıkarıp masaya bıraktı ve bir daha gelmemek üzere dükkândan çıktı.
Özlem yeni hayatına çabuk alıştı, okullarının kapanmasına çok az zaman kaldığı için çocukları okula göndermemişti. Yeni dönemde yeni bir okula gitmeye başlayacaklardı, kocasının kendilerini bulmasından çok korkuyordu. Uzaklaştırma emri çıkarttırmış, telefonunu değiştirmişti. Annesi ile görüşmeye devam etmiş ama annesi kocasına yeni numarasını verince artık onu da aramaz olmuştu. Annesinin onu asla anlamayacağını, onun istediği gibi onu sevmeyeceğini anlamıştı artık. Yaz tatili boyunca çocuklarıyla ilgilenmiş, el emeği işler yapmış, onları satarak geçimini sağlamıştı. Liseyi dışarıdan bitirmek için açık liseye kayıt olmuştu, yakında dersleri başlayacaktı, yepyeni bir gelecek onu bekliyordu. Tatilin bitmesiyle çocuklarını yeni okuluna kayıt ettirdi, kendi dersleri de başlamıştı ayrıca fırsat buldukça yeni ürünler yapıyor ve onları satıyordu. Önündeki son engel mahkemeydi, boşandıktan sonra tamamen özgür olacaktı.
Mahkemeye gitmek için telaşla evden çıktı. Kimsenin onunla gelmesini istememişti. Bir taksi bulmak için köşeyi döndüğünde boşanmak istediği adamla yüz yüze geldi. Gözlerindeki canavarı gördü, o canavarı çok iyi tanıyordu, On bir sene boyunca onunla yaşamıştı.
Adamın ne söylediğini duymadı bile onu yumuşatması ve ikna etmesi gerektiğini biliyordu. Ama yapmadı. Artık oyun yoktu, onun karşısında dimdik durdu ve “hayır” dedi. Bir daha asla dönmeyecekti. Elindeki bıçağı son anda fark etti, kaçmaya çalıştı ama onu yakalamıştı, kaçamayacağını anlayınca çığlık atmak istedi, sesi boğazında düğümlenirken bıçak darbelerini hissetti. Yerde kanlar içinde yatarken, ambulans seslerini duydu, kurtulabilirdi, hayatını değiştirmek için bir şans istemiş ve onu da elde etmişti. Şimdi çocukları ile birlikte kaldıkları yerden devam etmek için, hayatta kalabilmek için 2. Bir şans istedi.
Gözlerini açtığında boğazı kupkuruydu, ellerini hareket ettirmeye çalıştı ama çok ağırdılar. Gözleri yavaş yavaş kapanırken çocukları için hayatta kalması gerektiğini düşündü. Sonraki günler gözlerini daha uzun açık tutmaya başladı, boğazında bir yara olduğunu, bu yüzden konuşmasının zaman alacağını ama iyileşeceğini söylediler. Onu bıçaklayan adam yakalanmıştı, cezaevindeydi, artık korkmasına gerek yoktu. Yedi kez bıçaklanmış, üç ayrı ameliyat geçirmişti, diğer yaraları da iyiye gidiyordu. Dinlenmesi gerektiğini, çocuklarının da çok iyi olduğunu söylemişlerdi.
Hastaneden çıktıktan sonra farklı bir şehirde yaşamaya karar verdi ve taşındılar. İlk zamanlar devlet desteği ile kadın koruma programı çerçevesinde bir evde kaldılar. Bu arada okulu bitirdi, ufak bir yer açtı ve kendilerine uygun küçük bir ev kiraladı. Kocasından boşanmış ve çocuklarının velayetini almıştı. Adam hapisteydi ve uzun süre orada kalması için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Birçok sivil toplum kuruluşuna üye olmuş, kendisi gibi kadınlara destek olmak için çalışmaya başlamıştı.
O artık Özlem değildi Ayşe, Fatma, Zeynep ve binlerce kadından biriydi. Hikayesi de o kadınların hikayeleri ile aynıydı. TV de, yazılı basında onun gibi birçok kadının hayat hikayesi anlatılıyordu. Gazetelerin 3. sayfalarında yazılan hikayeler artık insanlara o kadar sıradan geliyordu ki Özlem’in ya da herhangi bir kadının yedi kez bıçaklanması normal karşılanıyordu. Toplumdaki bu duyarsızlığı ortadan kaldırmak için o ve arkadaşları ömürleri yettikçe çalışmaya devam edeceklerdi. Kendi annesi gibi kadınları bilinçlendirmek için ellerinden geleni yapacak, kızı gibi yeni kuşakların aynı acıları çekmemesi için uğraşacaklardı.
Bir cevap yazın