Güney’den Kuzey’e gitmem gereken yaklaşık üç bin kilometre yolum vardı. Biriktirmiş olduğum param, arzu ettiğim arabayı almama yetmediği için babam ve teyzemden destek almalıydım.Araba almak istediğim konusunu babama ilk açtığımda babam oldukça sert tepki vermişti ki, zaten bu beklediğim bir tavırdı. Ancak, bir miktar para biriktirmiş olduğumu söylediğimde babamın tavrı değişmiş, beni destekleyebileceği miktarı söylemiş, almak istediğim arabanın modelini ve fiyatını sormuştu. Kendisinin verebileceğini söylediği rakama rağmen arabayı alamayacağımı duyunca oldukça üzülmüştü. Annem öldükten kısa bir süre sonra evlenmiş olan babam, aniden üç çocuk sahibi daha olmuş ve onlara bakmakta zorlanıyordu. Evleneli, henüz bir yıldan biraz fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen babam daha şimdiden çökmüştü. Yine de,benim üzülmemi istemediği için,
– Başka araba alma oğlum. Ben ihtiyacın olan paranın kalanını bulacağım ve sen o minübüsü alacaksın, demişti. Demişti ama, canım babam bana biraz daha yardım etmek için evin bütçesinden kesecek olursa evde huzur kalmayacağını ve üvey annemin ona hakaretlere varan tepkiler vereceğini bildiğim için,
– Gerek yok babacım. Kalanını ben bir şekilde hallederim. Senin yaptığın yeter demiştim.
Sonra babam evine dönmüş, ben de kız arkadaşımla buluşmak için dışarı çıkmıştım, ancak arabayı alabilmek için teyzemden de gerekli yardımı bir an önce almalıydım. Bu yüzden de, kız arkadaşımın beni bekliyor olduğunu bilmeme rağmen yolumu değiştirmiş, arkadaşımla buluşmaya gitmek yerine teyzeme gitmiştim. Çok seyrek görüşmekte olduğum teyzemden yardım istemeye utanıyordum ama buna mecburdum. Annemin ölümünün ardından evlenen babam, üvey annemin üç çocuğu ile birlikte benim de evde kalmamı istemişti. Ancak, babamı o şartlar altında ezilirken görmek istemiyordum. Bu yüzden de kendime bir ev tutmuş, zor da olsa geçinmekteydim. Az kazanıyordum ama sevdiğim bir işim vardı. Bir ekmek fırınında çalışıyor, envai çeşit ekmek ve pasta yapabiliyordum.
Mesleğimde ustalaşmış olmama rağmen, yaşımın genç olması ve benden uzun yıllar önce işe başlamış olan ustalarımdan hiçbirinin işten ayrılmamış olması nedeniyle halen çırak muamelesi görüyordum ve bu durum maaşıma da yansıyordu. Teyzemin evine gelmiş kapıyı çalmıştım. Kapı açıldığında daha önceleri teyzemi o kıyafet ile görmemiş olduğum için, teyzem şaşırmış,
– Aaa… Einar… Salona geç otur geliyorum, demiş ve benim içeri girmemi beklemeden doğruca yatak odasına gitmişti.
Kısa bir süre sonra üzerine daha uygun bir şeyler giymiş olan teyzem salona gelmiş,
– Einar… Sen teyzeni ziyarete gelir miydin?
– Haklısın teyze… Çok seyrek görüşüyoruz. Üstelik galiba biraz zamansız geldim. Özür dilerim.
– Özür dilemene gerek yok Einar. Nasılsın?
– İyiyim teyze sen nasılsın?
– Teşekkür ederim. Ben de iyiyim. Babanla görüşüyor musun? Aranız nasıl?
Tam yanıt vereceğim sırada, salonun kapısında bir adam belirmiş, bana doğru gelmiş ve elini uzatmıştı.
– Merhaba. ismim Fredrik. Teyzenin sevgilisiyim, demesi ile, teyzem oturduğu yerden hışımla kalkmış, bana hiç bir şey demeden salonun koridora giden kapısına yönelmiş, Frederik’in yanından geçerken de, sadece “gel” demişti.
Teyzemin salondan çıktığını gören Fredrik peşinden gitmişti. Her ne kadar istemesem de, konuşmaları duyuyordum.
– Ben sana ya yatak odasından çıkma ya da, kapıyı aç sessizce çık git demedim mi? Sen hangi hakla gelip benim yeğenime, benim sevgilim olduğunu söylersin?
– Özür dilerim Anna… Saatlerce yatak odasında oturmak istemedim.
– Sen henüz 15 dakika bile oturmadın yatak odasında, nasıl saatlerce dersin?
– Şimdi bu kapıdan çıkıyorsun ve bir daha asla bu kapıya gelmiyorsun. Demiş ve kısa bir sessizliğin ardından kapının çarptığını duymuştum.
Salona geri dönen teyzem.
– Özür dilerim Einar. Kahvaltı yaptın mı?
– Önemli değil teyze. Evet yaptım.
– Peki sana bir kahve yapayım demiş, yerinden kalkmıştı.
– Teyze ben de mutfağa geleyim hem bu arada konuşuruz.
– Gel tabi oğlum.
Teyzem Kettle’ye kaynaması için su koyarken ben de konuya nasıl gireceğimi düşünüyor bir yandan da, dolaptan almış olduğum kahve fincanlarına, hazır kahvelerden koyuyordum.
– Süt kullanıyor musun? diye sordum teyzeme.
– Hayır, Black kahve içiyorum.
– Ben de… Dedim ve devam ettim.
– Teyzecim… Seni ziyaretimin nedeni, bu yaz Kuzey’e bir arkadaşımı ziyarete gidecek olmam. Ancak, giderken hem yer görmek hem de, konaklama için para vermeyim diye bir araba almaya karar verdim.
– Öyle mii? Peki iznin ne zaman?
– Önümüzdeki ayın başında izne ayrılacağım teyze.
– Peki, “Kuzey’e” dedin ! Ne kadar Kuzey’e?
– Kuzey Norveç’te Fınmark Eyaletinde bir kasabaya.
– Yalnız mı gideceksin?
– Evet teyze.
– Peki nasıl bir araba almayı düşünüyorsun?
– Alacağım arabayı buldum. Eski bir Wolsvagen Minübüs.
– Pekala. Kahveni al salona geçelim, demiş ve salona geçmiştik.
– Teyze sana söylemek istediğim bir şey var.
– Biliyorum Einar. Söyle oğlum dinliyorum.
– Almayı planladığım araba için biraz paraya ihtiyacım var?
– Arabanın fiyatı ne kadar?
– Sekiz bin Kron. Ancak babamın da yardımı ile şu an 6500 kronum oldu. 1500 Kron eksiğim var. Bana borç verebilir misin?
Teyzem gülümsüyerek oturduğu yerden kalkmış.. Yanaklarımı elleri ile tutmuş gülümsemekteydi.
– Merak etme Eınar. Sana bir sürprizim var dedi, ardından salondan çıkıp bir süre sonra elinde küçük bir poşet ile içeri girdi.
– Eınar… Baban çok iyi bir insan olmasına rağmen para konusunda savurgan olması nedeni ile annen, zamanı geldiğinde sana vermem için biraz para biriktirmiş saklamam için de bana vermişti.
Teyzemin dalga geçtiğini düşünüyordum. Moralim bozulmuştu. kısaca “hayır veremem” diyebilirdi diye düşünmekteydim. Ancak, teyzem elindeki poşeti açıp, önümüzdeki sehpaya bir demet para koyduğunda, şaka mı, ciddi mi diye anlamaya çalışıyordum.
– Teyze… Bu bir şaka ise beni çok kırmış olacağını bilmelisin.
– Hayır oğlum. Bu para senin. istediğinden çok çok daha fazlası var burada.
Şaşırmıştım. Dilim tutulmuştu. Annem… Son nefesinde bile beni düşünen annem… Bir süre daha teyzemle oturdum, paranın bir kısmını aldım, kalanını teyzemin evinde bulundurduğu kasasına koyması için kendisine bıraktım, aceleyle teyzemin evinden çıktım.
#####
Nihayet arabamı almış, izin günü gelip çatmıştı. Israrla bu geziye benimle birlikte çıkmak isteyen kız arkadaşımın bu isteğini kabul etmemiş, üstelik de, teyzeme gittiğim gün kendisi ile buluşmaya gitmediğim için kız arkadaşımla olan ilişkim de bitmişti. Kendimi çok daha özgür hissediyordum. Mutluydum. Arabayı alır almaz ilk yaptığım şey arabamın arka koltuklarını söküp içine bir yatak sermek ve arabanın teybini değiştirmek olmuş onlarca kaset almıştım. Gideceğim kasabaya üç günde varacağımı tahmin ediyordum. Aslında kız arkadaşımı beraberimde götürmek istemememin en önemli nedeni, bir yıl kadar önce kasabamıza misafirliğe gelmiş ve kasabamızda kaldığı iki hafta boyunca çalıştığım fırından ekmek alan kızdı.
Bütün sınıf Kalündbørg’e tatile gelmişler, kasabanın dışındaki kampta kalmaktaydılar. Yapılan iş bölümü sonucu her sabah ekmek alma görevi Kamilla’ya düşmüştü… İyi ki , düşmüştü. Kasabamıza gelmelerinin ikinci gününde Kamilla ile tanışmış ve ülkesine dönene kadar her gün buluşmuş, birlikte gezmiş konuşmuştuk. Bu yüzden öğretmeninden uyarı almasına rağmen benimle buluşmaktan vazgeçmemişti. Tromsø’daki Üniversite’tede Pedagoji eğitimi alıyordu, ve henüz 3. sınıf öğrencisiydi. Sıradan bir güzelliğe sahip tipik bir Kuzey Avrupalıydi. Orta boylu, sarı uzun dalgalı saçları ve masmavi gözleri vardı. Ancak oldukça zeki ve asi biriydi. Her şeye, herkese tepkiliydi. Hayat felsefesi “önce insan” olan bu kız,çocukları, hayvanları, doğayı ve özgürlüğü çok seviyordu. Ve ben bir yıl önce sadece on iki gün arkadaşlık ettikten sonra bir daha ne gördüğüm ne de bir mektup aldığım bir kızı ziyarete gidecektim.
Kendisini ziyarete gideceğimden, kendisini düşündüğümden, sırf ona yakın olabilmek için yarım bıraktığım eğitimime Tromsø Üniversitesi’nde devam etmeyi düşünüyor olmamdan haberi yoktu. Şayet haberi olsaydı ne düşünürdü, mutlu olur muydu, yoksa benimle tanışmış olduğuna pişmanlık mı duyardı onu da, bilmiyordum. Bilmiyordum ama beni seviyor olmasını, beni özlemiş olması en büyük dileğimdi.
#####
Arabamın bakımını yaptırmış, Kalündbørg’den yola çıkmış Kopenhag’a doğru ilerliyordum, sonrasında İsveç’e girmiş Kuzey Norveç’in Finnmark eyaletindeki Hammerfest’e doğru gidiyordum. Üç gün süren yolculuğumun sonunda Hammerfest’e varmış, Kamilla’nın yaşamakta olduğu Rolvsøya’ya gidecek feribotu bekliyordum. Hedefime yaklaştıkça beni kaygı ve korku sarmıştı. Okulunun açılmasına henüz bir hafta olduğunu biliyordum ancak, ya bir hafta önceden Tromsø’ya gitmişse diye düşünüyordum. Sonra da kendime itiraz ediyor kendimle tartışıyordum. Yaklaşık üç bin kilometrelik bir yolculuktan sonra böyle bir aksiliğe tahammülüm yoktu.
Ertesi gün sabah erken saatlerde büyük bir heyecan içinde feribota binmiş Rolvsøya’ya varmıştım. Her ne kadar Danimarkalı olsam da, aynı lisanı farklı bir şive ile konuşuyordum. Bu da iletişimi kolaylaştırmaktaydı. Adaya indiğimde ilk işim arabamı limanda parketmiş çevreme bakınıyor, limanda asılı panodan ada hakkında bilgi ediniyordum. Sadece Yetmiş iki insanın yaşamakta olduğu bu ada ile ilgili edindiğim ilk bilgi beni hiç mi hiç mutlu etmemişti.
13 Eylül 1941 yılında yani benim adayı ziyaretimden 60 yıl önce, DS “Richard With” isimli buharlı yolcu gemisi, bir ingiliz denizaltısı tarafından Torpido ile batırılmış ve 103 insan hayatını kaybetmişti. Üzülmüştüm… Ama önceden de biliyordum ki, ikinci dünya savaşı sırasında tüm Avrupa gibi malesef Norveç de payına düşeni almıştı. Bütün bunları düşünürken, karşıdan bana doğru gelmekte olan kadının seslenmesi ile kendime gelmiştim.
– Merhaba yabancı. Adamıza hoş geldin.
– Hoş buldum, dediğimde kadın önce afallamış, neyce konuştuğumu ve ne dediğimi anlamaya çalışıyordu.
– Sen gerçekten de yabancıymışsın. Norveççe bilmiyor musun?
– Ben Danimarkaliyim. Beni anlıyabiliyor musunuz ? diye sormuştum.
Ancak kadın yine de söylediklerimi anlayamamıştı. Neyse ki, kısa bir süre sonra yanımıza gelen ikinci bir kadın, arabamın plakasına bakmış, DK işaretini görünce Danimarkalı olduğumu anlamıştı. Benimle konuşmaya çalışan kadına açıklama yaptıktan sonra bana dönmüş,
– Adamıza hoş geldiniz. İngrid söylediklerinizi anlamamış.
– Farkındayım. Teşekkür ederim.
– Adamızı ziyaretinin nedeni nedir genç adam?
Bu soruyu beklemediğim için ne diyeceğimi şaşırmıştım. Bir yıl önce sadece on iki gün görmüş olduğum bir kızı aramaya geldiğimi söylesem doğru olmaz, diye düşünmekteydim. Aslında, Kamilla’nın yaşadığı adanın nüfusunun bu kadar az olduğunu da tahmin edememiştim.
– Bir arkadaşımı ziyarete geldim de…
– Kimmiş o arkadaşın bakalım?
– Kamilla… Aynı okulda öğrenciyiz de demiştim.
O an için atacağım en mantıklı yalanın bu olduğunu düşünmüştüm. Ben yalanımı düşünürken kadın,
-Kamilla mı? demiş ve büyük bir şaşkınlıkla halen yanında durmakta olan ingrid’e dönmüş tam bir şeyler söyleyecekken vazgeçmişti.
– Kamilla’yı en son ne zaman gördün?
– Bütün yıl okulda bir aradaydık.
Başka çarem kalmamıştı ve pis bir yalana bulaşmıştım.
– Pekala genç adam. Şayet Kamilla’yı arıyorsan, lütfen bir dahaki gelişinde anne ve babasının ismi ile sor. Değilse insanlar tanımayabilirler. Çünkü adamızda bütün genç kızların ismi Kamilla..
– Bütün kızların ismi Kamilla mı?
– Evet… Ama yine de şanslısın. Adamızın tüm kızlarının ismi Kamilla olsa da, Tromsø’daki üniversitede okuyan bir tek Kamillamiz var. Kadının son cümlesi beni rahatlatmıştı.
– Nihayet… demiştim.
Kadın konuşmasına devam etmiş.
– Genç adam yine de, sana kötü bir haberim var. Kamilla ve anne babası şu an adamızda değiller. Bildiğim kadarı ile de, iki gün sonra gelecekler. Bu iki gün zarfında istersen benim misafirim olabilirsin.
Kamilla ve ailesi adada olmadıkları için üzülmüş, kadının teklifi için de mutlu olmuştum.
– Memnun olurum bayan… ismim Einar. demiş elimi uzatmıştım.
– Ben de memnun oldum Einar. Benim ismim de Kirsten.. demiş elimi sıkmıştı.
Kirsten’in evi limandan çok uzak olmamasına rağmen ikimizde arabaya binmiş doğruca evine gitmiştik. Kirsten’in göstermiş olduğu odaya yerleşmiş, banyo yapmak için kendisinden izin istemiş, aklım ise Kirsten’in limandayken söylediklerinde takılı kalmıştı. Gerçekten adada yaşayan kızların hepsinin ismi Kamilla mıydı, diye düşünüyordum. Şaka yapıyor olmalı diye düşündüm. Ama yine de beni evine misafir olarak davet etmiş bir insana, sanki kendisine inanmıyormuşum gibi tekrar aynı şeyi sormam hoş olmaz diye sormadım. Banyodan çıktığımda, Kirsten kahvaltının hazır olduğunu söylemiş birlikte kahvaltı sofrasına oturmuştuk.
– Einar…
– Efendim Kirsten.
– Kamilla’yı çok mu seviyorsun?
Yine afallamıştım. Çok düz bir kadındı ve önünü ardını düşünmeden soruyordu.
– Evet. Çok seviyorum.
– Sev onu Einar… Hem de çok sev ve ömrün boyunca sev. Çünkü o da seni çok seviyor, demişti.
– Anlamadım? Ne demek “O da seni çok seviyor”? Siz beni nereden biliyorsunuz ki?
– Uzun hikaye Einar. Kendisi ile karşılaştığında anlatır sana.
– İyi ama siz beni nereden biliyorsunuz? Hiç değilse bunu söyleseydiniz…
– Acele etme Einar. Şimdi kahvaltını yap. Benim bugün akşam üzerine kadar işim var. Sen yat dinlen uzun yoldan gelmişsin.
– Teşekkür ederim bayan Kirsten, demiştim.
Gerçekten de çok yorgundum ve güzel bir dinlenmeye ihtiyacım vardı bu yüzden de hiç itiraz etmedim. Akşam üzeri kapımın çalınması ile uyanmıştım.
– Efendim…
– Einar.. Akşam yemeği hazır. Bilesin istedim.
– Teşekkür ederim bayan Kirsten, geliyorum.
– Pekala Einar. Demiş salona dönmüştü. Ben de lavaboya gidip elimi yüzümü güzelce yıkadıktan sonra salona gelmiş sofraya oturmuştum.
Sofra harika görünmekteydi… Kızarmış Sjøørret* (deniz alabalığı) haşlanmış patates. Rendelenmiş havuç salatası ve Konge Krabbe** (Kral Yengeç) Yemeğe oturmadan önce bir şeyi netleştirmeliyim diye düşünmüş,
– Bayan Kirsten. Beni evinizde ağırlamış olmanıza çok teşekkür ederim. Ama ben yatak ve yemek ücretini size ödemek istiyorum, demiştim.
– Einar… Lütfen sofraya oturur musun? Sen bunları fazlası ile ödedin… demiş içinden de ( bir bilsen Einar) diye düşünmüştü.
– Anlamadım bayan Kirsten. Ne demek istediniz?
– Einar, ben her gün evimde misafir ağırlamıyorum. Kocam öleli on yıl oldu. Çocuğumuz da olmadığı için yalnız yaşıyorum. Bu adada da her gün herkes birbirine misafirliğe gitmez. Üstelik ben biraz aykırı kadınım. Tıpkı Kamilla gibi..
Kamilla gibi ! Evet evet haklıydı… Kamilla da, aykırıydı. Belki de bu yüzden sevmiştim onu.
– Einar. Bu akşam soru sormak yok. Balık tutmayı sever misin?
– Severim. Zaten bu yüzden de oltam yanımda.
– Pekala. Yarın öğleden sonra gider Sjøørret yakalarız.
– Sjøørret? Nasıl bir balık o. Üstelik ismi Sjøørret (Deniz Alabalığı) ise, nehirde ne geziyor.
– Sjøørret’ler, hem deniz de, hem de, nehirlerde yaşarlar. O yüzden.
– Teşekkür ederim verdiğiniz bilgi için. demiştim.
#####
Adaya geldiğimden beri evden dışarı çıkmamış, adayı çok merak ediyor olmama rağmen gezmemiştim. Kamilla’yı beklemekteydim. Adayı onunla elele tutuşup birlikte gezmek istiyordum. Bu yüzden de, ertesi günün çabucak geçmesini diliyor, Kamilla beni Limanda gördüğünde şaşıracak mı, nasıl bir tavır takınacak diye merak ediyordum. Ama, bir yandan da, “ya bana olan ilgisi kalmamışsa” diye düşünüyor, kederleniyordum. Yine de, dilerim her şey yolunda gider diye düşünüp uykuya dalmıştım. Güzel bir uyku çekmiş, Kirsten ile birlikte kahvaltı yapmış akşama kadar birlikte bir şekilde vaktimizi geçirmiştik. Akşamı ve de sabahı iple çekiyordum. Aslında balık yakalayacak olmak heyecanlandırmıyordu. Kirsten beni hiç tanımıyor olmasına rağmen sırf Kamilla’nın arkadaşı olmamın hatırına beni evinde ağırlamış, evini açmış olduğu için ben de onu mutlu edecek bir şeyler yapmak istiyordum.
İkimiz de sırt çantalarımızı almış akşam üzeri hava kararmaya yakın, Kirsten’in arazisinden geçmekte olan nehre doğru ilerliyorduk. Kirsten ile Kamilla hakkında da konuşabilecektim. Ki zaten kendisi de konuşacağını ima etmişti. Heyecanlıydım. Üstelik sabah Kamilla’yı kendi adasında feribottan inerken karşılayacak olmak beni inanılmaz heyecanlandırıyordu. Dilerim Kamilla da beni gördüğünde bu heyecanımı boşa çıkarmaz diye düşünüyordum. Yaklaşık yirmi dakika sonra balık yakalayacağımız nehre varmış, sırt çantalarımızı çıkarmış oltalarımızı nehre atmıştık. Kirsten, kısa bir süre sonra bana dönmüş… Yüzüme bakarak.
– Einar… demişti.
– Efendim Kirsten.
– Niçin yalan söyleme gereği duydun Einar?
Kirsten’in bu sorusunun nedenini anlamıştım. Ama yine de, sordum.
– Hangi konuda?
– Biliyorsun ama yine de söyleyim. Kamilla ile aynı okulda okuduğun konusunda.
Utanmıştım. Hem de çok utanmıştım. Evde olsaydım derhal arabama biner Kirsten’den uzaklaşırdım ama şu anda böyle bir şey mümkün değildi. Birden resmileşmiştim.
– Evet bayan Kirsten. istemeden de olsa size yalan söyledim.
– Neden peki?
– Çünkü, limanda adanıza henüz gelmiş bir adamla karşılaşıyorsunuz ve siz adama, adanıza niçin geldiğini soruyorsunuz… Ve siz o adamdan, hayatında sadece oniki gün gördüğü ve aşık olduğu bir kızın peşinden adanıza gelmiş olduğunu söylemesini bekliyorsunuz…
– Üzgünüm ve özür dilerim bayan Kirsten.
– Özür dileme Einar. Ben Kamilla’nın teyzesiyim. Kamilla bana senden söz etmişti.
Şaşırmıştım ama ne diyeceğimi de bilemiyordum. Kısa bir sessizlikten sonra bayan Kirsten devam etti.
– Biliyor musun Einar?
– Neyi biliyor muyum?
– Kamilla’da seni çok sevmişti.
– Anlamadım… Sevmişti!
– Evet sevmişti…
– Şimdi sevmediğini mi söylemek istiyorsunuz?
– Hayır Einar hayır… Eminim ki seni şimdi de ilk günkü kadar seviyor. Ve ben Einar… Ben Kamilla’nın teyzesi olarak, Kamilla’nın peşinden bunca yol gelmiş olduğun için sana teşekkür ediyorum.
– Neden ağlayarak konuşuyorsunuz bayan Kirsten.
– Ağlıyorum çünkü,Kamilla senin kendisini ziyarete geldiğini gördüğünde çok mutlu olacak. Hem de çok.
Hava kararmaya yüz tutmuş olmasına rağmen bayan Kirsten’in gözünden akan yaşları görmekteydim. Ve buna anlam veremiyordum.
– Hadi oltalarımızı toplayalım Einar. Balıkları bir başka zaman yakalarız.
– Peki bayan Kirsten.
– Bana bayan Kirsten demekten vazgeç Einar. Oltanı topla seni Kamilla’ya götüreceğim.
– Kamilla, adaya anne ve babası ile birlikte yarın dönecek demiştiniz.
Kirsten, hiçbir şey demeksizin yanıma gelmiş, sırt çantamı takmama yardım etmiş ve elimden tutup yürümeye başlamıştı. Kirsten’in bu tavrından hoşlanmamıştım ama Kamilla’nın teyzesi olması ve beni de iki gündür evinde ağırlaması nedeni ile şimdilik tepki vermemiştim. Evden, nehre gelirken geldiğimiz yolun sağ çaprazına doğru ilerlemekteydik ki, tepeye vardığımızda karşımıza bir mezarlık çıkmıştı. Düşünmek bile istemiyordum. Ve hiç bir şey sormaya da cesaret edemiyordum. Farkında olmadan Kirsten’in elini daha sıkı tuttum ve yanında sessizce ilerledim. Mezarlığın kapısından geçtik. On metre gitmeden, üzeri çiçeklerle kaplı mezarı görmüş ve üzerindeki isme kaymıştı gözüm. Kamilla … Olamazdı. Durdum ve yüzümü Kirsten’e döndüm.
– Kirsten. Şimdi de sen yalan söylüyorsun Kirsten..
– …
Kirsten’in gözünden yaşlar damlıyordu. Cevap vermiyordu.
– Kirsten lütfen konuş. Hayır şaka yapıyorum de Kirsten…
Kirsten halen sessizliğini koruyordu. Mezarın başına çökmüştüm. Hayatımda sadece oniki gün gördüğüm ama hayatım kadar sevdiğim insan toprağın altındaydı.
– Tanrım… Biz henüz çok gençtik… Biz bunu hakkedecek ne yaptık .
Bir süre sonra yanıma çökmüş olan Kirsten elimden tutup beni kaldırmıştı. Mezarın başında Kirsten’e sarılmış birlikte ağlıyorduk. Bir ara elimi çekip beni az ilerdeki bir başka mezara doğru sürüklediğini hissettiğimde, içimdeki acı daha da çoğalmıştı. Ölmeden bir hafta önce yanıma gelmek için bilet almış olan Kamilla, geleceğinden bir gün önce annesinin rahatsızlanması nedeni ile biletini erteletmiş ve o gece evde çıkan yangında anne ve babası ile birlikte yanarak ölmüştü.Bütün gece Kirsten’den, Kamilla’nın beni ne kadar çok sevdiğini dinlemiş, sabahleyin de, Feribota binip adadan ayrılmıştım..
Bir cevap yazın