Yapmaya çalışırken yıkmış olduklarına bakıyordu sessizce… Derin bir nefes çekip devam etti ufku seyretmeye. Nerde hata yapmıştı, neden hep tüm yalnızlıklar günün sonunda yakasındaydı düşünmeden edemiyordu. Belki de kendi istiyordu böyle olmayı… Tek başına, uçurumun dibinde açan bir karanfil gibiydi. Kökleri sıkı sıkıya bağlıydı toprağa ama bir fırtınada zarar görebilecek kadar da hassastı parlak kırmızı yaprakları. Hangi tohumdu onu buraya sürükleyen hiç bilemeyecekti belki ama bir sebebi vardı bunların. Her biri bir şeyi sembolize ediyordu. Karanfil anlıyordu içten içe, biliyordu üzdüklerini ve üzüldüklerini. Uzun zamandır kimseye açmaya hazır değildi kilitli kalbini. Vücudunda tüm yaşam hücrelerini hissediyordu şimdi. Her zaman sönük olan dalları artık daha dik daha umutluydu. Kendini bırakmaktan korkuyordu. En son kendini aşkın hırçın kollarına attığında az kalsın ölüyordu çünkü. Çok güçlü bir fırtına yapraklarından birini koparmıştı o vakitte. Evet, geçtiğinde yani aşk ondan ayrıldığında karanfil daha güçlüydü ama bir daha aynı şeyleri yaşamak istemiyordu. Çok yorulmuştu. Gençti, sevgi doluydu ama başka bir karanfile verebilecek kadar mıydı o duygular işte ondan hiç emin olamıyordu. Emin olduğu bir şey vardı karanfilin bir kere açarsa dallarını o tatlı rüzgâra geri dönüşü olmayacaktı. Onsuz nefes alamayacak, şimdi bile her gün istiyorken eserse eğer o rüzgâr kendini kaybedecekti. Daha önce hiç kimseye kendini açamamıştı, belki yıllar önceki kırık birkaç küçük esinti dışında heyecanlanmamıştı bile.
Peki şimdi, neden şimdi hem avazı çıktığı kadar bağırmak, ağlamak ve aynı zamanda sevinçten yere göğe sığmamak istiyordu? Hep uçlardaydı karanfil. Onu tanıyanlar iyi bilirdi ki ne sevgisi az olurdu ne de nefreti. Gri duygulardan nefret ederdi, ya kapkaranlık gece ya da apaydın bir güne uyanmak isterdi. Yanlış anlamayın, o bundan hiçbir zaman gurur duymazdı. Herkesle kolay arkadaş olamayışı bu yüzdendi, soğukluğu, uzak duruşu hep bu yüzdendi. Samimiyetsiz gülüşlerin arkasına sığınmaktansa güçlü kahkahalar atmak isterdi. Şimdi böyle bir karanfilin kalbi çarpmaya başladı, diğerleri gibi… Tüm karanfiller içinde onu sevmişti, büyük yapraklı güzel kokulu o karanfili. Her şey onu ilk gördüğü gün başladı. Şimdilerde düşününce bayılmadığına şükrediyordu. Daha önce hiç böyle sarsılmamış, hiç böylesine istememişti birisini. Kendini çekmeye çalışıyordu, uzaklaşmaya. İnandırmaya çalışıyordu. Bir gün yine onu düşlerken yakaladı kendini. Benliği onu hiç istemezken kalbi onun olmak için canından olabilirdi. Evet, onu reddediyordu içindeki birisi, istemiyordu. Bir yaprağından daha olmak istemiyordu. Yine hayal kırıklığıyla en yakın arkadaş olmak istemiyordu. Umutsuz sabahlara uyanmak, rüyalarında onu özlemek hayır, kesinlikle istediği bu değildi. Kendini bırakmamalıydı. Kalbi bunu kaldıramayabilirdi. Hem o hiç onun istediği gibi değildi ki. Kendini beğenmiş, her karanfile bakan, kibirli bir karanfildi o. Muhtemelen ailenin ya en küçük ya da tek karanfiliydi. Böylesi şımarıkla uğraşıp ne yapacaktı hakikaten. İdare edebilecek miydi peki kaçamak bakışlarla her gün. Onun gözlerine bakarak nasıl unutacaktı hissettiklerini. Kalbinin en derinine gömebilecek miydi kimse görmesin diye. Ya bir gün onu başka bir karanfille görürse veya şu an başka bir karanfili seviyorsa. Düşüncesi bile öyle korkunçtu ki! En iyisi her şeyi oluruna bırakmaktı. Şu an için elinden gelen tek şey buydu. Yoksa ya çok kötü bağlanıp üzülecek ya da nefret edip her gördüğünde canı sıkılacak. Evet, gerçekten en doğrusu buydu. Biraz mantığın kimseye zararı olmazdı. Hem artık adım atma sırası ondaydı. Karanfil yeterince yol almıştı zaten.