Yağız, Japon ekonomisi, tarihi ve kültürü ile ilgili kitap yazmış bir gençti. Bunun bir ödülü olarak Osaka Ticaret Müşavirliği’nde görev verilmişti kendisine.
Farklı bir ülke ve kültürdeki bu yeni işine kolayca adapte olmuştu. Ama sosyal hayata yeni yeni alışıyordu. Dil engeli biraz önünü kesiyordu. Arkadaşları ile cafe ve barlara gitmeye başlamışlardı. Bir türlü kendisine uygun bir kız arkadaş bulamamıştı. Boyu çok uzun olduğu için kolay olmaması da aslında normaldi. İngilizce bilmeyen kızlar da zaten çekiniyorlardı.
Bir Cuma akşamı arkadaşları ile bir bara girdiler. Bu barın özelliği daha çok Japonya’da yaşayan Avrupalı ve ABD’liler ile diğer yabancıların geldiği, içerideki Japon gençlerin de İngilizce biliyor olmalarıydı. Yabancılarla tanışmaktan ve arkadaşlık etmekten çekinmeyen insanlar çoğunluktaydı.
Yağız da artık elçilik lafı geçince Japon kızlarının ürktüğünü, bu kadar önemli birisi ile flörtten kaçındıklarını ve yeterli olmadıklarını düşündüklerini öğrenmiş, kendisini şoför veya kavas olarak tanıtmaya başlamıştı.
O akşam sanki bir his onu barın en sonuna kadar yürümeye itti. En sondaki masada bir kısa bir de uzun boylu ama çok güzel gülen iki kız vardı. Yağız’ın yanındaki arkadaşı “Uzun boylu olan sana gülümsüyor gibi geldi bana” dedi. Yağız’ı cesaretlendirmeyi de ihmal etmedi.
Birkaç tanışma cümlesi ve ufak bazı genel konulardan sonra muhabbet kendiliğinden akmıştı sanki. Gecenin nasıl geçtiğini bile anlayamamışlardı. Gece biterken telefonlar alınmış ve görüşmek için sözleşilmişti bile.
Görüşme günü Yağız’ın bir sorunu vardı. Japonya’ya yeni geldiği için tüm kızlar sanki birbirine çok benziyordu. Kızı nasıl ayırt edecekti. En sonunda buluşma yerine gidip, görünür bir yerde durup, yere bakmaya karar verdi. Nasıl olsa uzun boyu ile buluşma yerindeki birkaç yabancı gençten birisi o olduğu için kız onu bulabilirdi. Nitekim, taktiği tutmuş ve kız merhaba deyince kafasını kaldırmış, gülen gözleri ve tatlı yüzüyle karşılaşmıştı.
Yoko ismine sahip bir kızdı. Denizin kızı anlamındaydı. Japon alfabesindeki kanjisine göre birkaç anlam yüklenebiliyordu her isme. Daha sonra Yağız, Yoko ile Japonya’yı gezerlerken Japonya’nın dünyaya ilk açılan limanı şehri olan ve gerçekten şehre yaklaşırken ışıkları denize vuran harika bir şehir olan Yokohama’yı çok beğenmişti. Yağız da Yoko’ya “Yoko, Yokohama’nın yarısı gibi, yani en çok sevdiğim şehrin yarısını kız arkadaşım isim olarak ödünç almış” diyordu.
“Sonra da kalbimin yarısını aldın” demişti. Yoko da bu benzetmeyi çok beğenmiş, utangaç hali ile “çok kibarsın” demişti. Aslında, Türkçe tam karşılığı “Adamsın” veya “Sevmeye değersin” demek istiyordu.
Kısa sürede arkadaşlıkları sevgili olma düzeyine ulaşmıştı. Yağız’ın yanından ayrılırken ufak kağıtlara küçük notlar yazıp gidiyordu sabahları. Yoko’nun çalıştığı finans şirketi Singapur merkezli olduğu için mesaisi sabahın altısında başlıyordu. Akşam erken bitiyordu. Beraber kahvaltı etme şansları sadece hafta sonları olabiliyordu.
Yağız kalktığında notlar bulmaktan çok mutlu olmuştu. Bir gece Yoko uyuduktan sonra kalkıp kendi de güzel bir not yazıp, onun yattığı kısmın başucuna koymuştu. Sabah notu gören Yoko bu sürprizden çok hoşlanmıştı. Notta “Seninle iken çok huzurluyum. Onun için deliksiz uyuyabiliyorum. Seni sevmek çok güzel bir ayrıcalık” yazıyordu. Yoko ise ertesi gün, “Bana not yazmaktan, yani duygularını dile getirmekten çekinmeyen bir sevgilim olduğu için gerçekten çok mutluyum. Senin yanında kendimi sadece bir kadın olarak değil, insan olarak da kıymetli hissediyorum” yazmıştı. Japon erkekleri sözlü ve yazılı iltifatları fazla seven tipler değildi. Kadınlara fazlaca değer verilmiş gibi geliyordu onlara ve şımarmaları istenmiyordu.
Yağız, bir seferinde çok zengin bir işadamının düzenlediği özel bir partiye katılmıştı. İşadamı aynı zamanda özel bir izinle köydeki çiftliğinde “Samuray Kılıcı” da imal ediyordu. Bileklerinin kalınlığı zaten bunun en büyük deliliydi. O gece ortaya getirilen bambu dallarını herkes o kılıç ile kesmeye çalışmıştı. İşadamı birkaç bambuyu birden tek seferde kesmeyi başarmıştı. Yağız da en azından bir bambuyu tek seferde kesmeyi başararak büyük alkış toplamıştı. Gecenin sonunda misafir olarak birkaç Japonca kelime de söyleyip, kısa bir konuşma yapabilince gecenin akılda kalan kişisi olmayı başarmıştı. Bu olay, Yoko’nun çok ilgisini çekmiş ve Yağız ile gurur duymuştu. Japon kültürüne sevgisi onu duygulandırmıştı.
Bir akşam yemeğe giderlerken yolda ezilmiş bir kedi gören Yoko çok üzülmüştü. Yağız dönüş için en az on kilometre sonra yol bulabilmiş ve yine de geri dönmüştü. Lastik değiştirmek gerekirse diye bagajda bulunan eldivenlerle itinayla kedinin cansız bedenini yolun kenarına almış, üstünü güzelce örtmüş ve daha sonra Yoko ile beraber gömmüşlerdi. Yoko o gece yine “Çok kibarsın” demeyi ihmal etmemişti. Bu defa da, “Canlılara kıymet veriyorsun” demek istiyordu. Yağız’ın Yoko’nun kalbindeki yeri derinleşmişti.
Bir alışveriş merkezinde beraberce dolaşırlarken Yoko’nun dikkatini bir anons çekmişti. Diplomatik yani mavi plakalı bir aracın farlarının açık unutulduğunun bir müşteri tarafından görülerek yönetime iletildiği, bu anonsun araç sahibinin farlarını kapaması ve sorun yaşamaması için yapıldığı belirtiliyordu. Yağız hemen gidip, farlarını kapattı. Bu kadar dikkatli, titiz ve diğer insanlara bu kadar önem verilen bir toplumda yaşamak açıkçası bir kez daha hoşuna gitmişti. Bu defa Yağız Yoko’ya “Japonlar olarak siz de çok kibarsınız” demişti. Çok ince düşünüyorsunuz demek istemişti. Yoko zaten onun içinden geçeni gözlerinden okumuştu bile.
Japonya, volkanların yoğun olduğu bir ülke olması sebebiyle, küçük ölçekli kaplıcaların sık ve yoğun olduğu bir ülkeydi. Ufak butik otellerin bahçesinde kayaların içinde on beş yirmi metrelik sıcak su kaynaklarında kaplıca keyfi yapılabiliyordu. Hele karlı bir havada sadece havlu ile soğuk karların üzerinden yürüyüp, sıcacık onsene (sıcak su kaynağına) girmek ayrı bir keyifti. Çıkışta odaya hızla gitmek hasta olmamak için önemliydi tabii.
Yoko ile onsen seyahatinden dönerlerken yolda polis ve yanında birkaç yaşlı ve şehrin ileri gelen ailelerinden Japon bayan aracı durdurdular. “Güvenli Yolculuk Haftası” kapsamında broşürler verdiler. Ama, bir yabancının yanında oturan Japon kızının kemerini bağlamayı unuttuğunu gördükleri andan sonra Yoko ciddi anlamda zılgıtı yemiş, Japonlara yakışmaz bu ciddiyetsizlik lafını sineye çekip, özür dilemişti. Bayanlar hediye olarak verdikleri şekerlemeleri de Yoko’ya değil, Yağız’a vermişlerdi. Yoko’ya dönüp, “Sana yok yaramaz Japon kızı” demişlerdi. Yoko yol boyunca utandıkça Yağız da biraz da olsa dalga geçme fırsatını kaçırmamıştı. Yoko da en sonunda sıkılıp, “Ama şimdi hiç kibar değilsin” demek zorunda kalmıştı.
Yaz mevsiminin ortasında bir hafta sonu tarladan çilek toplama faaliyetine katılmışlardı. En büyük çilekleri toplamaya uğraşırken hem çok yorulmuş hem de çok eğlenmişlerdi. Ama, topladıkları çileklerin tadına diyecek yoktu.
Bahar zamanının en önemli faaliyeti ise, “Sakura”, yani kiraz çiçeklerinin açtığı birkaç hafta içinde yapılan pikniklerdi. Yağız, Japon Tarım Bakanlığı’nın “Sakura Partisi”ne katılmış, tüm bahçelerin bembeyaz görüntüsü gerçekten gönlünü fethetmişti. Ertesi akşam Tokyo’ya gittiklerinde Sarayın surlarının etrafındaki su engellerine dış taraftaki tüm sakuraların aksi vurdukça gerçekten benzersiz bir görüntü ortaya çıkmıştı. Ama, sakura mevsiminde en çok zevk aldıkları an, beraberce sakura ağaçlarının altında kendi getirdikleri yiyecekler ve sakelerle (Japon rakısı) yaptıkları piknikti. Gerçekten tadına doyulmaz bir gün olmuştu.
Yağız’ın dönüşüne yakın bir zamanda Antalya’dan kesme çiçek ihracatçıları Çiçek Fuarı’na katılacaktı. Stand organizasyonundan, heyetin tüm ihtiyaçları için Yağız seferber olmuş, işadamları çok başarılı geçen fuardan mutlu ayrılmışlardı. Suya konulunca en az birkaç hafta büyüyüp, açılan kesme karanfillerden de büyük bir demeti Yağız’a vermişlerdi. Yağız da karanfilleri başta Sefire Hanım olmak üzere, Elçilikteki tüm Japon sekreterlere dağıtmış ve hepsinden teşekkür ve gülümseme almıştı. Yoko ve ev sahibinin eşi de karanfillerden nasibini almıştı.
Yağız ülkeye dönme vakti gelince Yoko ile ilgili kararını almadan önce çok düşünmüş ve sonunda beraberce göz yaşları içerisinde ayrılmanın daha doğru olacağına karar vermişlerdi.
Türk karanfili Japonya’da kısa süre yaşayabildiği gibi, Japon sakurası da Türkiye’de kök salamayabilirdi. Aksi örnekler olsa da Yağız ve Yoko o istisnalardan değillerdi maalesef.
Bir cevap yazın