Ah, çok yorgunum!..
Kalemimi kırıp kağıdı yırtmak istiyorum. Ah, sanırım gerçekten yorgunum,
gerçekten yorğunum!
Yorgunluk nedir? Ben bundan daha beterdim. Yoruldum bıktım, bıktım. Biraz
dinlendikten sonra:
Tanrım, bilgisayarın önünde zavallı kalem ve kağıdı sürekli azarladığım için ne
kadar heyecanlandığıma bakın. Sonuçta, uzun zaman önce bir bilgisayarla
yazdığımı unuttum. Bunu bilerek, neden kalemi ve kağıtı suçladım? Hayır, hiç de
suçlu değiller. Suçlu, evet, suçlu bilgisayar.
Ah, sen bir bilgisayarsın, insan icadı olmana rağmen, yavaş yavaş insanı aşıyorsun.
Bakalım sonunda ne yapacaksın. Ya sonunuz bizimle olacak ya da biz insanlar gibi
kendinizden bıkacaksınız ve bir gün biz insanları bilgisayarı yarattığımız için
suçlayacaksınız, tıpkı bizim şansımızdan şikâyet edip yaratıcımızı, yani Allah’ı
suçladığımız gibi. Ah, her şeyi berbat ettim. Şimdi, yazmaya çalıştığımda
bilgisayarın nesi var? Ah kalem kağıt ve bilgisayar, hepinizden tekrar tekrar özür
dilerim. Suçlu, evet, asıl suçlu benim. Evet, elbette suçluyum. 1.4 kg beynime o
kadar yüklendim ki bir milyon, belki bir milyar bilgisayar bile bu yükü kaldıramaz,
hata vererek çalışmayı bırakabilir. Ah, pek çok sorun yaşadım. Sonuçta yazmak
zorundayım. Bütün gece uykumu haram etmemin sebebi yazmak değil mi?
Bilgisayarımın saati de 00:25 gösteriyor. O yüzden yazmayı bir kenara bırakıp
başka şeyler düşünüyorum…
Neyse, yazmaya başladım.
Aman Tanrım!
Aman Tanrım bir şey hatırladım! Ah, sanırım yine aklımı kaybedeceğim! Ah, ben
neredeyim? Tanrı’dan bahsetmişken ateistlerin yazarken veya herhangi bir işe
başlarken “Tanrı” yerine hangi ifadeyi kullandıklarını merak ediyorum.
Muhtemelen “başladım” diyerek işe başlıyorlar. Ama… Ama ne? Aklıma yine bir
şey geldi. Ah, bu skeci ne zaman yazacağımı merak ediyorum… Yıllar önce bir
areistle arabada otururken direksiyona oturup “Aman Tanrım!” dediğine bizzat
şahit olmuştum. O zaman ne kadar şaşırsam da şimdi bile etkisinden kaçamıyorum.
Bu nasıl olabilir veya bu kadar çok çelişki olabilir mi? Bir ateistten “Ya Allah”
kelimesini duymak kadar garip bir şey olabilir mi bu dünyada? Öyle düşünüyorum.
Başkalarının ne düşündüğü umurumda değil. Kendi yazımı yazmaya çalışmalıyım.
Zaman geçer, söz geçer. Hâlâ tam olarak istediğime ulaşamadım. Her saniyenin
altın değerinde olduğunu bilirken imkânsızı mümkün kılmayı düşünmek bana ne
iyi gelir. O olmadan dünya kendi yolunda gitmez mi, iyisiyle, kötüsüyle…
Kim değiştirmeyi başarır ki ben de değiştirebileyim. Tabii ki bana göre değil.
Öyleyse neden zamanımı boşa harcıyorum? Aman Tanrım, başladım.
Kendimi toplayıp yazmaya başladığımda:
Ah bu Nazım! Aramak için nasıl zaman bulur.
-Merhaba
…
-Evet, biliyorum, nasılsın?
- Şu anda yazmakla meşgulüm.
-Hayır ne güzel söz kardeşim.
-Evet, saat 5’te “Aygün City” önünde olacağım.
-Şimdilik görüşürüz.
Oh, on dakikadır bilgisayarın başında oturuyorum!
Tanrı’nın tek bir cümlesini sadece bir cümleyi değil, tek bir kelimeyi bile
yazamadım. Aklım dağda, çölde. Üstelik bu çağrı. Burası Hana’nın yeriydi.
Mardimazar’ın Laneti. Estağfurullah. Yakın arkadaşıma ne dediğime bak. Lanet
olsun şeytana. Allah kahretsin. Düşüncelerimi karıştıran ve yazmama izin
vermeyen o.
Kısa bir sessizlikten zonra: Şeytandan bahsetmişken.
Şu an beni görüp görmediğini merak ediyorum. Hareketlerimi takip edebilir mi?
Belki görür. Peki, aklımı okuyabilir mi? Ah, sanırım delireceğim. Şeytanın beni
görüp görememesi umurumda değil. Adama derler, otur yaz şeytanla ne işin var?
Ya da şeytanla bir pazarlığınız var. Beynimi, var olmayan beynimi, yok etmek
istiyorum. Ama yazmak için bir beyne ihtiyacın var. Sonuçta yazmak en büyük
tutkum. Offf! Yine karıştırdım. Bazen aklımı kaybetmek istiyordum bazen yazmak
istiyorum. Hayır, hayır, yazmama izin ver. Daha sonra aklımı uçurabilirim. Bir de
beynimi yok ederek ne düzelecek? Zaman yine şu gibi akacak ve dünya her
zamanki gibi kendi etrafında dönecek. Arada bir kendimi yok edeceğim. Ben zaten
mahvoldum. Ama şimdi bu tartışmaların yeri değil. Lanet olsun şeytana. Yazmaya
devam et.
Biraz sessizlikten sonra, “Karanlıktayım” ilk kelime olarak “Kelime” olarak
yazılmasına rağmen…
Karanlıktan bahsetmişken… Karanlıktan biraz korkuyorum, belki biraz değil ama
normalden fazla. Bazen çığlık atarak uyanıyorum ve ter içinde, bazen uyku ile
uyanıklık arasında felç oluyorum. Hatta bir keresinde siyahlar içinde çarşaflı bir
kadın durmuş, gözlerimin içine bakıyordu. Hareket etmekten korkmak dışında ses
bile çıkaramıyordum çünkü evdekiler beni duysun ve beni bu gorbagordan
kurtarsın diye. Çünkü ışıklar açık olsaydı, muhtemelen bu çöpten kurtulabilirdim.
Bu kabuslar benden ne istiyor?
Araştırmalara göre stresli insanlar daha çok kabus görüyor. Geriye sadece benim
gibi biri olmak kaldı. Bir kaç saniye geçti. İblislerin geceleri daha aktif olduğunu
duydum, özellikle 2 ile 4 arasında. Özellikle evde yalnızken geceleri uyurken
bacaklarımı yorgandan çıkaramıyorum.
Bütün odaların ışıklarını açıp uyumaya çalışsam bile karanlık düşünceleri
kafamdan atamıyorum. Biliyorum, bir iblis ya da hayalet, kısacası, ne düşünürsen
düşün, her şey beni bacaklarımdan tutup evin içinde sürükleyecek ve sonunda alıp
dokuzuncu kattan fırlatacak.
Her şey orada biterse benim için daha uygun olur. Çünkü zihnim daha korkunç
şeyler için senaryolar yaratıyor. Daha da kötüsü. Bir iblis ya da hayalet belki de
kötü niyetli bir ruh beni saçlarımdan tutup banyoya sürükleyip ayağa kalkmamı ve
başımı aynaya çarpmamı sağlıyor. Aynayı kırıyor, cehennem gibi yüzüm ve
gözlerim kan içinde ve biraz sonra kafamı küvete sokmaya başlıyor.
Küvet kanla kaplanıyor. Eğer boğulursam ölürüm. Ölmekle hayatım kurtulur ve
bana bir iyilik yapardı. Ama ne boğmadı.Hâlâ daha dramatik hale getirerek bu
sahneden keyif almaya niyetli.
Sonra beni banyodan çıkarıp tuvalete götürüyor, kafamı klozete koyuyor. Bana çok
kirli su içiriyor ve kafamı birkaç kez duvara vuruyor.
Duvarlara sıçrayan kan, korku filmlerindeki tuhaf sahneleri hatırlatıyor. Sanki
duvarlarda kanla “ölüm” yazıyor.
Komşular sesi duyabilir ama ne yazık ki en yakın komşular birkaç gün önce evi
terk etmişti. Sanki olacakları biliyormuş gibi.
Neden bana söylemediler? Ey hainler. Bir an için, düşünme yeteneğimi tamamen
kaybettim. Komşularımı haksız yere suçladığım için utandım. Ne de olsa ne
olacağını nereden bilebilirlerdi ya da bilselerdi ne yapabilirlerdi?.
Kimin bu cadıyla savaşacak gücü olabileceğini nereden bilirler. Elbette hiç kimse.
Her neyse, neredeydim? Belki devam etmemeliyim ve belki de devam edeceğim.
İki ateş arasında kaldım.
Sonuçta yazmak zorundayım. Beni tekrar yakalayan bu karanlık düşünceler de ne?
Hayır, ne olursa olsun devam edeceğim. Evet, burada kaldım.
Bana bir sürü kirli su içirdikten ve kafamı birkaç kez duvara vurduktan sonra beni
mutfağa sürükledi ve kafamı yanan gaza yaklaştırdı. Cildim eriyor ve yanıyordu.
Ama bu acıları yaşamam ve son nefesime kadar neler olduğunu gözlemlemem
gerekiyordu.
Çünkü Azrail dediğimiz ölüm meleği henüz gelmemişti. Görünüşe göre o da bu
sahneyi izlemeyi seviyordu ve kendisi ona bir melek adını verdi. Ayrıca, onun
adına “ölüm meleği” değilse neden onu suçlayayım? Bu sahneye şahit olan bir
Azrail olurdu. Hayır, unuttum, Estağfurullah! Allah’ım bu belayı bana nasıl
yaşattın? Offffff, sanırım inancımdan çıkıyorum. Yavaş yavaş mürted oluyorum.
Allah’ ım beni affet! Allah’ ım beni affet! Beni affet ki seni affedebileyim. Bu
acıları kaderime sen yazmadın mı?
Allah’ım, onların yarattıklarından daha çok kırgınım sana. Offff, neden
bahsettiğime bak, ne düşünüyorum, Allah’ım hatasız kul yoktur. Allah’ım beni
affet! Allah’ım beni affet! Yıllar önce yazdığım bir şiirden şu satırlar şimdi çok
uygun:
Bu karanlık nedir? Bu karanlık nedir? Bu dehşetin ilahi bir sonu var mı? Canını
verdin, sana emanet, Tanrı onu karanlıktan korusun! Ah, karanlığı yazarken, bu
yarı çılgın, yarı gerçek düşünceler nereden geldi aklıma? Belki de bunun hakkında
yazmamalıyım. Başka bir ilginç konu daha iyi olmaz mıydı?. Hayır. Temel
korkularım hakkında yazmak istemedim mi?. Bu iyi bir konu olabilir. O yüzden
konuyu asla değiştirmem.
Bilgisayarın da gücü bitmek üzere. Yüzde 3 kaldı. Adaptörü nereye koyduğumu
merak ediyorum. Ah, uzun zamandır her şeyi düşünüyorum, hayallerimle evreni
fethediyorum ama adaptörü gözümün önünde göremeyecek kadar kör müyüm
bilmiyorum.
Adaptör sayaca bağlandıktan kısa bir süre sonra Facebook’a bir mesaj gelir:
“Kardeşim, sen hala uyumadın mı?” Saat dörtte çalışır birinin bana neden
uyumadığını söylemesine ihtiyacım var.
Seni zalim çocuk… Bana bunu neden yazmamam gerektiğini söyleyecek birine
ihtiyacım var… Aynı soruyla bir mesaj gönderir. Facebook sayfasının yazsa da
yazmasa da her zaman “çevrimiçi” olduğunu unutmayalım. Her neyse,
Mardimazara’ya..Bir süre düşündükten sonra dört saatten fazla bir süredir sadece
bir kelime yazdım “Karanlıktayım”. Böyle giderse bir şey yazamayacağım gibi
görünüyor. Sabah ne oldu diye soracaklar, bir şeyler yazabildiniz mi? “Evet”
dersem zaten okumazlar. “Hayır” dediysem neden geceden sabaha kadar deli gibi
oturdun? En azından başka bir şey yapmalıydın,” diyecekler. Yazmanın karmaşık
bir süreç olduğunu başka ne biliyorlar? Bir cümle yazmak için bir gecenin ne kadar
kısa olduğunu ve bir roman yazmanın bir ömür yaşamaktan ne kadar zor olduğunu
nereden biliyorlar? Nasılsa bilmeyecekler. Bilmeyecekleri veya anlamayacakları
bir şeyi kanıtlamaya çalışmanın ne anlamı var? Bohemya’da yaşamayı o kadar çok
istiyordum ki… Şairlerin, sanatçıların ve genel olarak sanatçıların yaşadığı bir
yerde yaşamak. Seni anlamıyorsa kim anlayacak… Belki çevremde beni anlayacak
insanlar vardır ama belki bir ömür yetmez onları keşfetmeye. Bu yüzden Bohemya
hayallerim hayal olarak kalıyor. Ne yazık ki…
Ama saatler gelip geçiyor. Karmaşık düşüncelerin elinden “Karanlıktayım”
kelimesinden başka bir şey yazılmaz. Ama “Karanlıktayım” kelimesinin kendisinin
de çok büyük bir anlamı olduğunu hesaba katarsak. O zamanlar hiçbir şey
yazamadım sözü bile haksızlık sayılmaz mı? Bu doğru. Ama nasıl bir karanlıktan
bahsettiğimizi okuyuculara anlatmak zorundayım, bir şeyler yazmalıyım, bir sayfa
bile. Yoksa karanlıktayım sözü sadece okurlar için değil, kendim için de hep
karanlıkta kalacaktır.
Küçücük bir hikaye bile bu karanlığı kırmaya yeter. Küçük şeylerin çoğu zaman
büyük acılara yol açtığının farkında mısınız? Düşüncelerle geçen bir saatin
ardından dışarıda sabah ezanı duyulur. O da Evet, Allah büyüktür.
Anlayabileceğimizden daha büyük. O halde neden ikinci cümleyi “Allah büyüktür”
olarak yazmıyorum. Daha iyi bir kelime var mı?.. O halde bu kelimeyi
yazmalıyım. İşte iki cümle…”Karanlıktayım. Allah büyüktür”.
Ama bir sonraki cümle nasıl yazılmalı? Ah, ne kadar aptalım. Ben tamamen
aptalım. İşte bir sonraki üçüncü cümle: “Karanlıklardan Allah’ın büyüklüğüne
sığınırım.” Böylece Güneş doğarken “Karanlıktan Allah’a Sığınır” adlı altı sayfalık
bir hikaye tamamlanmış oldu.
“Qaranlığı” yazanın gecəsi…
Ax, o qədər yorulmuşam ki…Qələmi sındırıb, kağızı da cırmaq istəyirəm. Ax,
deyəsən həqiqətən yorulmuşam, özü də lap çox. Yorulmaq nədir ki… Ondan da
betər olmuşam. Usanmışam, bezmişəm, lap cana gəlmişəm.
Bir qədər köks ötürdükdən sonra:
İlahi, gör nə qədər havalanmışam ki, kompüter qarşımda dura-dura yazıq qələm-
kağızı danlayıram. Axı çoxdandır kompüterlə yazdığımı da unutmuşam. Bunu
bildiyim halda nədən qələm-kağızı günahlandırdım ki…Xeyr, onların zərrə qədər
də günahı yoxdur. Günahkar, bəli, günahkar məhz kompüterdir. Ax səni kompüter,
insan icadı olmağına baxmayaraq, deyəsən yavaş-yavaş insanı da üstələməkdəsən.
Üstələ, üstələ görək axırda nə edəcəksən. Ya sonumuza çıxacaqsan, ya da sən də
biz insanlar kimi, özün-özündən yorulacaqsan və günlərin birində kompüteri
yaratdıqları üçün biz insanları danlayacaqsan, necə ki, biz də bəxtimizdən şikayət
edib, bizi yaradanı, yəni Allahı müqəssir bilirik. Ax, qarışdırdım, hər şeyi bir-
birinə o qədər dolaşdırdım ki, lap həftəbecər elədim. İndi mən yazmaq istəyərkən
kompüterin nə günahı var ki…Ey qələm-kağız və ey kompüter, hər birinizdən
dönə-dönə üzr istəyirəm. Günahkar, bəli, əsl günahkar elə mən özüməm. Bəli, mən
günahkaram, özü də xalisindən. 1.4 kqlıq beynimi o qədər yükləmişəm ki, milyon,
bəlkə də milyard kompüter ola bu yükü üzərinə götürə bilməz, error verərək
fəaliyyətini dayandıra bilər. Ah, nə isə, yaman çox zəvzəklədim. Axı mən
yazmalıyam. Gecənin bir aləmi (kompüterində saat 00:25 göstərir) yuxuma haram
qatmağımın səbəbi yazmaq deyilmi… Elə isə yazmağı bir kənara qoyub nədən
başqa şeylər haqqında düşünürəm… Nə isə, başladım yazmağa. Ya Allah.
Ya Allah demişkən, bir şey yadıma düşdü. Ah, yenə fikrimi dağıdacağam
deyəsən. Hə harda qalmışdım?… Ya Allah demişkən, görəsən ateistlər yazarkən və
ya hər hansı bir işə başlayarkən “Ya Allah” yerinə hansı ifadəni işlədirlər. Yəqin
ki, “başladıq” deyərək başlayırlar işə. Amma… Amma nə? Yenə ağlıma bir şey
gəldi. Ax mən bu cızmaqaramı nə zaman yazacağam görəsən… İllər qabaq bir
ateistlə avtomobilə əyləşərkən onun “Ya Allah” deyərək sükana əyləşdiyinin özüm
şahidiyəm axı. O zaman nə qədər təəccüblənmişdimsə hal-hazırda da onun
təsirindən çıxa bilmirəm. Bu necə ola bilər və ya bu qədər ziddiyyət ola bilərmi?
Bu dünyada hər hansı bir ateistdən “Ya Allah” sözünü eşitmək qədər qəribə nəsə
ola bilərmi? Zənn etmirəm. Ax nə isə, digərlərinin nə düşünüb-düşünmədiyi
nəyimə gərək. Mən öz yazımı yazmağa çalışmalıyam. Vaxt gedir, vədə gedir. Hələ
istədiklərimə tam olaraq nail ola bilməmişəm. Hər saniyəmin qızıl dəyərində
olduğunu bildiyim halda mümkünsüzləri mümkün etmək haqqında düşünməyimin
mənə nə faydası. Onsuz dünya yaranan gündən yaxşı ya pis öz axarıyla
getmirmi…Kim onu dəyişməyi bacarıb ki, mənmi onu dəyişə biləm… Əlbəttə, bu
mənim başım üçün deyil. Onda nədən vaxtımın itirilməsinə yol verirəm. Ya Allah
başladım.
Toparlanıb yazmağa başlayarkən:
Ax bu Nazim. Zəng etməyə vaxt tapdın da.
-Alo!
…
-Hə bildim, necəsən?
…
-Hal-hazırda yazmaqla məşğulam.
…
Yox, bu nə sözdü, xoşdu qardaş.
…
Hə, saat 5 üçün olacam “Aygün city” nin qarşısında.
…
Görüşərik, hələlik.
…
Ax, on dəqiqədir oturmuşam kompüterin qarşısında. Allahın bir cümləsini, nəinki
cümləsini hətta bir sözünü də yaza bilməmişəm. Fikrim elə dağda, aranda. Üstəlik
də bu zəng. Heç hənanın yeri idi. Mərdimazara lənət. Əstafurullah. Öz yaxın
dostuma gör nə deyirəm da. Şeytana lənət. Hə lənət olsun şeytana. Odur mənim
düşüncələrimi dolaşıq salaraq yazmağa qoymayan.
Azacıq sükutdan sonra:
Şeytan demişkən. Görəsən, o hal-hazırda məni görürmü? Hərəkətlərimi izləyə
bilirmi?. Bəlkə də görməyinə görür. Yaxşı bəs, düşüncələrimi oxuya bilirmi? Ax,
deyəsən dəli oluram. Əşi şeytanın məni görüb-görməməyi nəyimə lazım. Adama
deyərlər ki, a bala otur yazını yaz da, sənin şeytanla nə işin. Yoxsa şeytanla alış
verişin var. Beynimi vurub dağıtmaq istəyirəm, olmayan beynimi. Amma yazmaq
üçün beyin lazımdır axı. Axı yazmaq mənim ən böyük ehtirasımdır. Offf…Yenə
qatıb-qarışdırdım. Gah beynimi dağıtmaq istəyirəm, gah da yazmaq. Yox, yox qoy
yazım. Beynimi sonra da dağıda bilərəm. Bir də ki, beynimi dağıtmaqla nə
düzələcək ki… Zaman yenə su kimi axacaq, dünya da öz ətrafında həmişəki kimi
fırlanacaq. Ara yerdə özümü məhv edəcəyəm. Onsuz da məhv olmuş kimiyəm.
Amma indi bu müzakirələrin yeri deyil. Şeytana lənət. Yazmağa davam.
Bir qədər sükutdan sonra “Word” də ilk söz olaraq “Qaranlıqdayam” yazılmasına
rəğmən…
Qaranlıq demişkən…Bir az qaranlıqdan qorxuram axı, bəlkə də bir az yox,
normadan daha çox. Bəzən qışqıraraq yuxudan qan-tər içində oyanır və bəzən də
yuxuyla-oyanıqlıq arasında iflic vəziyyətində qalıram. Hətta bir dəfə qapqara
geyinmiş çarşablı qadın gecədən səhərə kimi qapının yanında dayanaraq düz
gözlərimin içinə baxırdı. Qorxudan hərəkət etmək bir yana, heç səsimi də çıxara
bilmədim ki, evdəkilər eşidərək məni bu gorbagordan xilas etsinlər. Çünki, işıqlar
yandırılsa çox güman ki, bu zibildən qurtula bilərdim. Bu qarabasmalar məndən nə
istəyir axı…Araşdırmalara görə, qarabasmalardan daha çox stress keçirən insanlar
əziyyət çəkir. O ki, qaldı, mənim kimi biri ola.
Bir neçə saniyə keçmiş:
-Eşitdiyimə görə cinlər gecələr daha fəal olurlar, xüsusən də 2-4 arası. Gecələr
yatarkən ayaqlarımı yorğandan çölə çıxara bilmirəm, daha çox da evdə tək
olduğum zamanlar. Hətta, bəzən bütün otaqların işığını yandırıb yatmağa çalışsam
da qara fikirləri beynimdən çıxara bilmirəm. Elə bilirəm, cin və ya kabus, xülasə
siz nə düşünürsünüz düşünün, hər hansı bir şey bu dəqiqə ayaqlarımdan tutub məni
evboyu sürüyəcək-sürüyəcək, axırda da məni götürüb doqquzuncu mərtəbədən
yerə vıyıldadacaq. Hər şey bununla bitsə mənim üçün daha da rahat olardı. Çünki,
daha dəhşətli şeylərə beynim ssenarilər qurur. Özü də daha betərindən. Cin və ya
kabus, və bəlkə də hər hansı bir bədniyyətli ruh, məni saçımdan sürükləyərək
hamama gətirib ayağa qaldıraraq başımı güzgüyə çırpır. Güzgünün sınması
cəhənnəm, üzüm-gözüm qan içində və azacıq sonra başımı vannanın içinə salmağa
başlayır. Vanna ağzına kimi qan içində. Boğsaydı öldürüb canımı qurtarardı və
mənə yaxşılıq etmiş olardı. Amma nə boğmaq. O hələ bu mənzərəni daha da
dramatikləşdirərək zövq almaq niyyətindədir. Sonra məni hamamdan çıxarıb
tualetə apararaq başımı unitaza soxmaqdadır. Murdar sudan bir xeyli mənə
içizdirərək başımı bir neçə dəfə divara çırpmaqdadır. Divarlara sıçramış qan qorxu
filmlərindəki əcaib səhnələri xatırlatmaqdadır. Sanki, divarlarda qanla “ölüm”
yazılmaqdadır. Səsi qonşular eşidə bilərdi, amma tərslikdən ən yaxın qonşular bir
neçə gün öncə evdən getmişdilər. Sanki, olacaqlardan xəbərdar imişcəsinə. Bəs
niyə mənə deməmişdilər? Ax sizi xainlər. Düşünmək qabiliyyətimin tamamilə
itməməsindən bir anlıq haqsız yerə qonşuların günahını yumağımdan utandım. Axı
onlar olacaqları haradan biləydilər və ya bilib nə edə biləcəkdilər ki…Kim bu ifritlə
mübarizə aparmağa özündə güc tapa bilərdi… Əlbəttə, heç kim. Nə isə, harada
qalmışdım. Bəlkə heç ardını davam etməyim və bəlkə davam edim. İki od arasında
qalmışam vallah. Axı mən yazı yazmalıyam. Bu nə qaranlıq düşüncələrdir yenidən
yaxaladı məni. Yox heç nəyə baxmayaraq davam edəcəyəm. Hə burda qalmışdım
axı. Murdar sudan bir xeyli mənə içizdirərək başımı bir neçə dəfə divara
çırpdıqdan sonra məni sürüyərək mətbəxə aparıb başımı yanmaqda olan qazın
üzərinə yaxınlaşdırdı. Dərim əriyərək ətrafa süzülməkdə idi. Amma son nəfəsimi
verməyənə kimi bu əzabları yaşamalı, baş verənləri müşahidə etməli idim. Çünki,
Əzrayıl adlandırdığımız ölüm mələyi hələ gəlib çıxmamışdı. Deyəsən onun da bu
mənzərəyə tamaşa etməkdən xoşu gəlirdi, özü də adını mələk qoyub. Həm də onu
niyə qınayım ki, zatən adı üstündə “ölüm mələyi” deyilmi? Bu mənzərəyə şahid
olan bir Əzrayıl olacaqdı. Yox unutdum, əstafurullah, bir də ki, Allah. Ax Allah,
bu bəlanı sən mənə necə qıydın? Offffff deyəsən dindən-imandan çıxıram. Yavaş-
yavaş mürtədə çevrilirəm. Allah bağışla məni! Bağışla məni Allah! Məni bağışla
ki, mən də səni bağışlayım. Çəkdiyim bu əzabları taleyimə sən yazmamısanmı?
Cinləri, şeytanları, ruhları, kabusları sən yaratmamısanmı? Yaratdıqlarından daha
çox səndən inciyirəm Allah. Offff, gör mən nələr danışıram, nələr düşünürəm
Allah. Xətasız qul olmaz. Allah bağışla məni! Bağışla məni Allah! İllər öncə
yazdığım bir şeirdən bu misralar indi necə də yerinə düşür:
Nədir bu qaranlıq? nədir bu zülmət?
Varmı bu dəhşətin sonu ilahi?
Canı sən vermisən, sənə əmanət,
Qoru qaranlıqdan onu ilahi!
Ax, qaranlığı yazmaqdaykən haradan gəldi beynimə bu yarı sərsəm, yarı
həqiqətin özü olan fikirlər. Bəlkə heç bu haqda yazmayım. Başqa maraqlı bir
mövzu daha gözəl olmazmı… Yox. Elə əsas qorxduğum şeylərdən yazmaq
arzusunda deyildimmi…Bu yaxşı mövzu ola bilər. Elə isə mövzunu əsla
dəyişməyim.
Kompüterin enerjisi də bitmək üzrədir. 3 faiz qalıb. Görəsən adaptrı hara
qoymuşam. Ax, bayaqdan hər şeyi fikirləşirəm, xəyallarımla kainatı fəth edirəm
amma gözümün qarşısındakı adaptrı görməyəcək qədər kor olduğumundan
xəbərsizəm.
Adaptr sayğaca qoşulduqdan bir az sonra “facebooka” ismarıc gəlir:
-“Qardaş hələ yatmamısan? Saat dördə işləyir”
-Bir buna deyən lazımdır ki, a zalım balası bəs özün neyçün yatmamısan…Deyən
lazımdır deyəndə ki, niyə də özüm yazmayım ki…
O, da eyni sualla ismarıc yazaraq göndərir. Unutmayaq ki, o yazanda da,
yazmayanda da həmişə facebook səhifəsi “online” olur.
-Nə isə yenə də mərdimazara…Bir az fikirləşdikdən sonra:
Dörd saatdan çoxdur ki, sadəcə bir söz yazmışam-“Qaranlıqdayam”. Belə getsə
deyəsən heç nə yaza bilməyəcəyəm. Səhər açılmamış soruşacaqlar ki, nə oldu bir
şey yaza bildin? “Hə” desəm onsuz da oxumayacaqlar. “Yox” desəm bəs niyə
gecədən səhərə kimi dəli kimi otururdun? Heç olmasa başqa bir iş görəydin”-
deyəcəklər. Daha nə bilsinlər yazmağın necə mürəkkəb bir proses olduğunu. Bir
cümləni yazmaq üçün bir gecənin nə qədər qısa və bəlkə də, məsələn, bir romanı
yazmağın bir ömrü yaşamaqdan daha çətin olduğunu, hardan bilsinlər. Onsuz da
bilməyəcəklər. Bilməyəcəkləri, anlamayacaqları bir şeyi sübut etməyə çalışmağın
nə faydası. Bohemada¹ yaşamağı o qədər arzulamışam ki…Şairlərin, rəssamların
ümumiyyətlə sənət adamlarının məskunlaşdığı bir məkanda yaşamaq. Onlar da
səni anlamasa o zaman kimlər anlayacaq ki… Bəlkə də ətrafımda məni anlayacaq
biriləri vardır, amma o birilərini kəşf etmək üçün bəlkə də bir ömür kifayət etməyə
bilər. Bu səbəbdəndir ki, Bohema arzularım arzu olaraq qalmaqdadır. Çox
təəssüf… Amma saatlar gəlib keçməkdədir. Qarışıq düşüncələrin əlindən
“Qaranlıqdayam” sözündən başqa heç nə yazılmamaqdadır. Amma nəzərə alsaq ki,
bir tək “qaranlıqdayam” sözünün özü belə böyük bir məna kəsb edir. O zaman heç
nə yaza bilməmişəm sözünün özü belə haqsızlıq sayılmazmı. Doğru olmağına
doğrudur. Amma söhbət hansı qaranlıqdan gedir onu oxuculara əsaslandırmalı, bir
səhifə də olsun nəsə bir şey yazmalıyam. Əks halda, “qaranlıqdayam” sözü nəinki
oxuculara, hətta özümə belə həmişə qaranlıqda qalacaq. Bu qaranlığı yarmaq üçün
kiçik bir hekayə belə yetər. Kiçik şeylərin çox zaman böyük iztirablardan
doğduğunun fərqindəsinizmi?
Düşüncələrlə keçən bir saatdan sonra bayırdan sübh azanı eşidilməkdədir. O, da:
-Bəli, Allah böyükdür. Bizim dərk edə bilməyəcəyimiz qədər böyük. Elə isə
nədən ikinci cümləni “Allah böyükdür” olaraq yazmayım. Bundan gözəl söz
varmı…O zaman bu sözü mütləq yazmalıyam. Bax bu da iki
cümlə…”Qaranlıqdayam. Allah böyükdür”. Bəs növbəti cümlə necə yazılmalıdır?
Ah mən necə də səfehəm. Səfehin ta yekəsiyəm. Bax bu da növbəti, üçüncü
cümlə: “Qaranlıqdan Allahın böyüklüyünə sığınıram”.
Və beləcə “Qaranlıqdan Allaha sığınanlar” adlı altı səhifəlik bir hekayə günəş
doğmaqda olarkən tamamlanmış oldu.
Habil Yaşar
Bir cevap yazın