O gün okuldan çıktığımda yavaş yavaş bakkal dükkânına doğru yürürken, kendimi her zamankinden fazla yorgun hissediyordum. Ustamın son aylarda iyice artan ve beni canımdan bezdiren öfkesi nedeniyle hiç çalışmak istemiyordum. Vardığımda cam kapıyı aralayıp son birkaç yıldır çıraklık yaptığım ufacık dükkâna bakındım. Radyodan duyulan ağar türkü ve deterjanla karışık vanilya kokusu ruhumu sıktı. Yan yana dizilmiş dar raflara, kolilerden mal yerleştiren Hulusi Usta’ya seslendim.
-Kolay gelsin ustam.
Başını benden yana çeviren adam kalın beyaz kaşlarını çatıp beni baştan aşağıya süzdü ve altın rengi saatine baktı.
-Saat kaç lan? Oyalanmadan gel demedim mi sana? Siparişler var.
Çantamı tezgâhın arkasına atıp iki poşete uzandım.
-Nereye gidecekti bunlar?
-Zıkkımın köküne. Dünkü unuttukların. Aklın bir karış havada. De haydi, oyalanma.
Elimde poşetlerle dışarıya çıktığımda serin hava iyi geldi. Bitirilecek ödevlerim, geçmem gereken yazılılarım, okunacak kitaplarım ve daha önemlisi bunları yapabilmek için kazanmam gereken paralar vardı. Dedemden kalan emekli maaşı babaannem ve bana yetmiyordu. Servislerden aldığım ufak tefek bahşişler ve ustamın arada verdiği erzak az da olsa katkıydı bize. Cebimdeki iki lirayla çalıştığım yere geri döndüm. Hulusi Usta kahvaltılıkların olduğu uzun tezgâhın arkasında oturmuş tespih çekiyordu.
-Tamamdır.
Elindeki tespihi sallaya sallaya fırçaya başladı.
-Ney tamamdır? Yaka Bağdat’ta bağır Urfa’da. Sakallar olmuş bir karış. Hele hele gocuka bak hele. Solcu musun lan sen?
-Yok, ustam montu İsmail abim verdi. Hani Fulya apartmanında oturan var ya.
-Ahan da tam oldun. Daha bulaştırdı sana ipsizliği sapsızlığı.
O an farkında olmadan cebime koyduğum yine İsmail abinin hediye ettiği Gorki’nin “Ana” isimli kitabını ustam görürde alır korkusuyla elimle yokladım.
-La bi de mel mel bi bakmalar türettin. Kalan malı yerleştirsene komünist Ali.
Telaşla yerde duran bisküvi kolisine eğildim. Usta bir sigara yakıp derin bir nefes çektikten sonra söylenmeyi sürdürdü. Tahammül edilmez olmuştu.
-Eşek kadar herif oldun. Boyun benim boyumu geçti. Vaay koşayım dükyana vaay yeteyim siparişe dediğin yok. Anca mır mır söylen, mıt mıt kitap oku.
Öksürerek devam etti.
-Ben senin yaşındayken ev geçindiriyordum da elimden ekmek yeniyordu. Okumakla adam olunmuyor la çalışmakla meydana çıkılıyo.
O ara ben kakaolu bisküvilerin baygın kokusuyla gevşeyip çocukluğuma dönmüştüm.
-Sayılı la onlar. İndirigandi yapma komünist Ali.
Hatıralarımda rahmetli annem, babam ve ben sobanın üstünde demlenen çaya bisküvileri bandıra bandıra, gülüşerek yiyorduk.
-Dükyana sığmıyon lan dükyana. Benimkiler bunca yiyintinin içinde kavruldular iyi mi? Az üsteki raflara da el at.
Usta’mın lafları tam yukarıya, bakliyatlara uzandığımda alnımı kapatan gür saçlarıma dönecekti ki şükür, tam saatinde Naciye Teyze geldi. Naciye Teyze’m ustamın karısıydı. Hem de kaç yıllık karısı. Ağar cam kapıyı açar açmaz tombul elleriyle sigara dumanını yelledi ve beni görmezden gelerek kulakları tırmalayan incecik sesiyle söylenmeye başladı.
-Ah Hulusi Efendi, ah. Dükyanın içinde içme şu zıkkımı demedim mi ben sana.
Usta’mın uçları sararmış bıyıkları oynadı. Ağzından dumanlar çıkara çıkara konuşmaya başladı.
-Bi dur be kadın, Bismillah gelir gelmez gözünü seveyim bi dur.
Naciye Teyze kocasının yanına geçip konuyu daha fazla uzatmadı. Neden sonra kasadaki bozuk paraları şıkır şıkır sayan ustaya usulca seslendi.
-Hulusi Efendi çık eve de istersen biraz dinlen. Dün gece de sağa sola döneştin uyuyamadın ya. Ben buradayım. Haydi, benim canım.
Sonra hepimiz gelen müşteriyle kafalarımızı açılan kapıya doğru çevirdik. Gazetesini alıp parasını tezgâha bırakan adam ardından Naciye Teyze son söylediklerini evirip çevirip tekrarladı.
-Çık yukarı az biraz dinlen, uykusuzsun. Haydi, canım benim.
Usta gömleğinin birkaç düğmesini asabiyetle açtı.
-İstersem çıkarım Naciye. Israr da ısrar. Tamam, da anladık.
Naciye Teyze sinirle ekmek dolabının tozunu almaya başladı.
-Oğlum aç şu kapıyı da havalansın içerisi.
Kapıyı açmamla Leyla Hanım’ı karşımda buldum. Eyvah! Usta nefret ettiğim sarı, eksik dişleriyle sırıtırken karısı kaşlarını çattı. Alnındaki derin kırışıklar meydana çıktı. Aceleyle ayağa kalktı Hulusi bakkal, gömleğinin açık düğmelerini tek tek kapatıp kendine çeki düzen verdi. Küçük, fırıldak gözleri kadının üstünde gezindi. Daracık dükkânda önce karısını sonra beni ite kaka müşterisini karşıladı.
-Hoş gelmişin Leyla Hanım.
Leyla Hanım bizi şöyle bir süzüp hep sürdüğü pembe rujlu dudağını kıvırdı ve elindeki listeyi ustama uzattı.
-Hoş bulduk şekerim, naber?
Usta’mın gözleri yuvalarında tam tur daha attı. Bir karısına, bir ne iş yaptığını bilmediğimiz, mahallede açık saçık giyindiği için adı çıkan Leyla Hanım’a baktı. Uzun, mavi ojeleri ve yapılı sarı saçları ile bizim buralardaki kadınlardan çok farklıydı.
-Veriver şekerim.
Naciye Teyze ile ben olan biteni izliyorduk. Usta pembe kâğıda çarpık çurpuk yazılmış listeyi yüksek sesle okudu ve itina ile açtığı poşete istenenleri bir bir doldurmaya başladı. Poşete koyduğu her maldan sonra kadına bakıp sırıtıyordu.
-Bir büyük kangal acılı succuh, şampuan, yağlı büyük kalıp peynir efendiiim ciğara bir de iki buçuk litrelik kola. Bu da benden olsun Leyla Hanım, seversin, fıstıklı çikolata. Buyur.
Bir elini hışımla beline atan Naciye Teyze’m iyice öfkelendi.
-Topla da bilelim, ne tuttu Hulusi efendi.
Leyla Hanım omuzlarını oynata oynata söyleneni tekrarladığında kıyametin kopacağını anladım.
-Ne tuttu Hulusi Bey’ ciğim?
Cilvelenen kadın ustanın aklını başından aldı. Bol pileli ve kemer biritinde anahtarlığının şakırdadığı açık gri pantolonunu göbeğinin üstüne hızlıca çekti.
-Liste bende, hesaplaşırız sonra. Acelesi yok.
Kadın saçlarını savurup, ağzını yamultarak güldü ve çıkarken hepimiz daracık eteğinde çalkalanan dolgun kalçalarını izledik.
Ben o anda ekmek dolabının önünde iri bedenimle yok olmaya çalışıyordum. Naciye Teyze belindeki elini hışımla yukarı kaldırarak, işaret parmağını Usta’nın gözüne soka soka nefes almadan konuştu.
-Daha yettin artık Hulusi Efendi. Azdın kudurdun. Memedeki torunundan utan. Sen andropoz şeyindeysen ben de menopozun alasındayım. Tövbe yarabbi, çocuğun yanında türlü türlü söyletiyon. Benim nazımla, niyazımla kim oynaycak Hulusi, Huluusi boynun altında kalsın senin piiis, mikrop adam.
Ağzının kenarlarında biriken tükürükleri avuç içleriyle silen kadıncağız soluksuz kalmıştı.
-İdare, idare daha nereye kadar? Sen niye beni hiç hoş tutmuyon acaba? Acaba utanmıyon dimi elin ne iş yaptığı belli olmayan yosmalarıylan gözümün önünde fıkır fıkır kaynaşmaya? Yazıklar olsun sana Huluuusi, ak saçına lanet olasıca Huluuusi.
Ustam karısına cevap vermeden oturduğu yerde dükkânın camekânından dışarıya bakınıyordu. Kavgalarına alışkındım. Naciye Teyze daha da coştu.
-Tüküreyim senin andropozlu bin bir türlü şeyine. Gece bir oyana bir buyana döneşip ne kendini ne beni uyutyon da dükyana gelen sarı yosmalara gözümün önünde kendini döndertiyon. Duyma oğlum sen bizi. Gözün kör olmasıııın, Allah bin türlü cezanı versin a Hulusi efendi.
Bakkalın canı çok sıkıldı, gözlerini benden kaçırıp tir tir titredi.
-Acaba sen lafı ne demeye getiriyon kadın?
Naciye Teyze kapıyı çarpmadan önce bağırdı.
-Evindekine bi yette sonra etrafına koş a kocamış Huluuusi.
Naciye Teyze’nin rüzgârı Usta’mın sararmış bıyıklarını yukarı hoplattı. Oyalanmak için içecek dolabını açıp gürültü çıkartmamaya dikkat ederek düzenlemeye başladım.
-Asıl sen kocadın Naciye Hanım ben sana diyim. Haybeye horlama beni. Daha senin arayanın soranın gelmez de erkek adamın vakti olmaz. Güzel adamım ben, karı kısmı pek seviyo beni.
Sonra Usta’m durduk yere bana bağırdı.
-Kovdum lan seni. De haydi siktir git. Bi artislikler bi bişeyler. Kadının içine düştün lan pezevenk.
Cevap vermeden okul çantamı alıp çıktım. Ertesi gün yine hiçbir şey olmamış gibi dükkâna geleceğimi ikimizde biliyorduk. Ödevlerimi tamamlayıp kitap okumaya da vakit ayırabileceğim için memnun yakın mesafedeki evime doğru yürümeye başladım. Liseyi bitirip meslek sahibi olmaya işte o gün kesin karar vermiştim.
Bir cevap yazın