(Anlatacağım hikaye cam kadar gerçek ve keskindir.Her canlı gibi doğduğunda parlayan beyaz bir
yıldız iken,kara deliğe çekilmişlerden sadece biridir Haydar)
Hani karanlık bastığında alelacele yakılan ilk kibrit tanesi var ya,parladığı an yırtılır karanlık.O an
geçtikten sonra da karanlık hiç olmamış gibi loş ışığa alışırız .İşte Haydar’ın doğuştan gelen öfkesi de
öyleydi.Parlaması ve sönmesi saniyeler içinde biterdi.Halbuki,dökülmüş süt kadar beyazdı Haydar’ın
yüreği.Fakat,yere döküldüğü için lekelenirdi aklığı.
Köylerinden çıkıp da şehirdeki bu mahalleye gelişinde Haydar neşe içindeydi. Ailesi ile yepyeni bir
hayata başlayacaklarını zannediyordu.Okula devam edebilmesi için yaptıkları fedakarlığı anlayacak
yaşta değildi.Nerden bilebilirdi, fakir ailesinin aslında onu okula yatılı misafir olarak bırakıp,köylerine
döneceklerini . Kandırılmıştı.Terk edilmenin de verdiği yalnızlık hissi hiçbir zaman
geçmeyecek,zamanla onu içinde kırılgan,dışında ise şiddetli öfke ile büyütecekti.
Okula başladığı ilk günlerde acemilikten yediği dayakları saymazsak, bir daha kimse onunla kavgaya
girmeyecek,hırçınlığıyla nam salacaktı.Okuldan akşamları kaçmak bir alışkanlık halini almıştı.Kenar
mahallenin en kenar kahvesinde uçurumdan aşağı düşmemek için çaba harcamayan tamamen pamuk
ipliğinde hayatlar yaşayan kahve müdavimleri onun en yakın arkadaşıydılar.Kendini kabul ettirmekte
bayağı zorlanmıştı.İnatçılığı ve gözü karalığı yüzünden mecbur kalmışlardı da diyebiliriz.Rütbe
atlayarak akşam dönen kumarın erketeliğini yapmak da ona verilmişti.Ta ki o malum geceye
kadar.Polis merkezine yeni atanan komiserin canı o gece kumar baskını yapmak çekmişti.Haydar ise
çoktan kahvedekileri ıslığıyla uyarmış, bunu anlayan komiserin de öfkelenmesine sebep
olmuştu.Kaçmak iyi bir çözüm olsa da Haydar’a göre değildi.Sopasına uzanan komisere karşılık
vermek istemiş,eline geçirdiği küçük bir baltayı boyu kısa olduğundan komiserin omzuna
saplayıvermişti.
Islahevinde yatışı çok uzun olmadı.Aracılarla ezberletilen yalan ifadelerle,aslında kaçtığını,korkudan
eline geçirdiği baltayı geriye doğru savurduğunu söylemiş, kahveden çıkan birkaç yalancının
şahitliğiyle de hapiste büyümekten yırtmıştı Haydar.
Korkusuzluğundan mıdır nedir çıktığında lunaparka yeni gelen kimsenin cesaret gösteremediği
silindirin içinde dönen motosikletin sürücüsü( üstüvane ) olmuştu.Uzun yıllar da bu mesleği kusursuz
sürdürmüştü, yeni bir olaya karışıncaya kadar.Eski surların orada müptezellerle birlikte arada bir
içerdi. Bir gece ihtiyarın biri yaptığı densiz bir el şakasının cezasını başına yediği şişe darbesiyle
surlardan aşağı düşerek canıyla ödemişti.Bu sefer Haydar’ın kurtuluşu kolay olmayacaktı.Cinayet
taştan gerçekliğiyle onu uzun yıllar yatacağı hapse gönderecekti.
Senelerce içerde yatmış olmanın verdiği ağırlık ve o hiç geçmeyen rutubet kokusu ile çıkmıştı
Haydar.Eş dost sayesinde kırık dökük bir çay ocağında çalışıp,yaşamaya başlamıştı. Sanki dünya
yıkılmış o da enkazın içinde kaybolmayı bekliyordu.Nitekim öyle de oldu.Caddenin karşısına bıraktığı
çayların boşlarını almaya giderken asla sağına soluna bakmadığından bir minibüsün altında
kalıvermişti.Böyle fırtınalı bir hayatın böyle hazin bir sonu mu olacaktı?
Yeryüzünde de beyaz cüce yıldızlar aramızda yaşayıp,biz farkında olmadan hiç var olmamış gibi
aramızdan ayrılıyorlar. Bence Haydar da bunlardan biriydi.Onu beyaz cüce yıldız yapan özelliği
ise,çocuksu ruhundan kalan merhamet kırıntılarıydı.Bunu şık bir şekilde ispat etmişti.Yıllarını geçirdiği
hapishane ruhunu eritmiş fakat organlarına dokunmamıştı.Öleceğini bilir gibi birkaç gün önce hepsini
bağışlamıştı.Ciğerleri de dahil hepsi tertemiz ve sağlıklıydı.Anlamıştık ki beyaz cüce yıldızlar asla ölmez
yaşam formları değişse de sonsuza dek parlamaya devam ederlerdi.Ruhlarını katrana
bulayıp,demirden kabukla kendilerini saklayarak yaşamayı öğrenseler dahi.
Bir cevap yazın