Eski yunanlardan kalma Olimpos antik kenti aşağısında, beyaz evlerin güneşte aydınlanan küçük Ege köyünde, insanlar sıcakta pek dışarı çıkmazdı ve sen kısa endamın Ay yüzünle sokakta eve erzak taşıyordun. O kadar güzeldin ki Maria! Bir an durdum ona baktım. Sanki buraya aittin. Kumraldı, derin dalgın ve baygın bakışlı o anda, denizin salınışlarını sanki kıskandırır gibi, Ay yüzlü mavi gözlü Tanrıçaydı mermerden heykellere benzeyen asil gülüşüyle, geçmekteydi!
Ege’nin küçük serin köyünde, o anda sanki zamanda bir ayrılma ve güzelleşme oldu. Yaramaz kısa şortlu çocukların servileri taşlayan gününde, annemin cenazesi vardı, insanların ölgün toplanmasına, çocukların koşmalarına aldırmayan ben, ona rastladım! …
Açılan ve genişleyen zamana inat, sokağın kenarından yayılan sıcak havaya, güvercinlerle servilere, sebillere ve sanki oraya aitti tamamen Maria! Cenaze donuk mermersi ama ben küçüktüm, günler geçtikçe büyüyordum, arkasından koşturan pembeli kız kardeşi ya da sümüklülerin, alayının rezilliği ya da Arnavut kaldırımlara yayılan kurumuş yaprak aralarında, keçi pisliği yoktu…
Öylesine esrik ve aşık gülüşlü kız, köyün marketinin önünden çıkıp geçerken, hep ve her seferinde önündeki geniş meydanda asi gençlere bakmayan kız, bir şeyler alıyor ve artan parayla dondurma gazoz ve beyaz leblebi avucunda olurdu… Şaraba, türküye ve sokaktaki kedilerin, peşinden koşan mavi şortlu çocuklardan biriydim!
Zamanın sakinliği orada ya da kamyonların araçların, tek tük ama hızla geçtiği anayol kenarında aynıydı bence… Akşamüzeri karanlığında, cadde kenarında hızlı ve hırslı yeni moda rock
Şarkılar olmuyor ve gitmiyordu sanki. Arkadaşlar beni çağırmışlardı evlerine, dönüşte benzincinin yanından geçerken, oynak müziğin ritmine kendimi katamıyordum. Geç vakte kadar oturup eğlenmiş ve meyve suyu ile nane likörü içmiş ve sonra en yakın arkadaşım Gökhan la televizyona daldık uzun süre konuşma aralarında,
TV ye bakıyorduk. Yazın balkon kapısı açık duruyordu, gelen rüzgâr ile ana caddenin gürültüsü ürküttü bizi; diğer arkadaşların saçma ve yozlaşmış cin peri masallarına hırlısı hırsızı sözlerine bakmadık onunla…
Hafta sonu bu sefer arka bahçenin sedirinde, tahta oturakların kuru sertliği ile nemli çiçek aralarının verdiği hava ve yalanda olsa sakin keyif, birilerinin hakkında Gökhan la göndermelerimiz gülümsemelerimiz, aralarda taşlama yapmak isteyip yapamadığımız öteki kişiler olurdu!!
Tahta bankın altındaki uyuyan kedimiz, uysal ve sessiz dikkatimi çekmişti. Bir şeyler vardı! Sonra kendi başıma kalınca daha da çaresiz, beyaz tüylü iyi huylu kedinin hallerinde ve arka sokak aralarındaki ninelerin, dayıların, teyzelerin oturmuş sessiz ve yalnız kalmış gibi dedikodu anlarından, bazı zaman artıklarından, bir kuytu kuruyordum kendime şimdi, güzel! Sanki yeterince ölgün değilmiş, ya da yeterince sessiz değilmiş gibi köy,
Evde tek başıma, camdan giren ışık hoş, plastik masa üstünde saat, ilaç şişelerinin zamanı ve bazı şeylerin geçici taraflarını hatırlatması!! Sonra kedimin birden gürültüyle çalan saatin ürkütmesiyle, dışarı kaçması vardı evde! Evde bir tek sen yoktun Maria! Çırılçıplak halinle ya da güzel salınan kumral saçların ve teninle Ay yüzünle!
Bir gün yine arkadaşlar çıkageldiler yanlarında Gökhan yoktu! Beni koruyacak kimse yoktu bu anda! Sen yoktun muhteşem güzelliğin ve iyiliğinle Maria! Mutlu manzaralı ev ile bahçemizin etrafında gezinip, durup durup bakınıp, kendimi varlıklara kaptırışımla ben…
Bahçedeki geniş yeşil yapraklı çiçeklerin, sonra köpek yavrularının, hoş mırıltılarının ve iyi huylu köylülerin zamanı uzatmaları arasında, dükkan aralarında gezinen konuşan, ağır aksak yaşlı genç insanların, varlıkların güzellikleri muhteşem Ege’nin arkasında.!
Sonra aradan seneler geçti ben büyüdüm! Küçük kedi yavrusu büyüdü, Maria gençleşti… Bir gün okulun arka tarafındaki kıvrak eğik yolda, yaşlı çınar altında, beni dudaklarımdan öyle bir öptü ki. Islak, nemli ve etli dudaklarıyla; öpüşmeyi de biliyormuş dedim üstelik sanki hediyeydi! …
Tam bu sırada okul kapalı ve boştu.! Arkasından kıvrılan taş yollu şirin sokakta sadece ikimiz dik! Birden kuşlar uçuştu, ben duraksadım öylece, etrafımda bakındım ve sokağın boş ve güzel olduğunu, şirin taşlı kaldırımı, yaşlı çınar ağaçlarının hoş mayhoş kokusunu duydum! …
Aradan zaman geçtikçe, evde toplanan gereksiz eşyaları, radyonun sesini türkülerin neşesini ve gelen giden arkadaşların saçma laflarını ve gereksiz ağır gelmeye başladı!! Sahilin yakınlarında lastik terlikler takunyalarımızla, uğrak mekanlar bulmaya çalışıp, küçük kahvelerde dolaşıp, ihtiyarların sigara içip mızmızlanmalarını,
Köşeyi dönen at arabalarının tıkırtılarını, leyleklerin kiremitlerde yuva yaparken ki tavrını, daha olgun insanların mutluluğu nerede nasıl bulduğunu, Gökhan ı ve birkaç yakın dostun ortadan neden kaybolduğunu… ?
Berrak şeffaf dalgalı sahilde, dalgaların arasında seyrelen ve salınan, kumların yıkanışını, ; martıların kargaların, karabatakların ciyaklayışını seyredip gezdik! Sonra bazı duraklarda, kumda, ağaç diplerinde, peşinde koştuğumuz ergen soruların cevaplarını aradık maria!
Tıpkı savrulan yaprak, çöp ve kağıtların zamanın onlara ne getireceğini bilemeyişleri gibiydik, sonra deniz kabuklarının, nerede öldüklerini falan düşündük… En son kızlar hala mutluluk peşinde oralarda, şiir ve şarkı okuyorlardı… Belki ortadan kaybolanların hatırasına yanık hüzünlü ağıtlardı bunlar!! … Ben rüyamda Venüs’ ün heykelinden yardım istedim! Çünkü birileri sürekli söyleniyordu. Marja gitmesin istedim! Tam bu sabah annemin cenazesini, hatırlayarak hüzünlendim. Birden çok kötü oldum! Ölümün tuhaflığı içine çekmek istedi beni!
Tuhaf esnemeler ve gerinmelerin arasında hala maalesef düşüncem de etraftaki varlıklara sinirle takılmıştı. Niçin böyle kötüydü bu sabah havada bir şeyler mi vardı? Sanki gölgesi beni ve yanımda olmayışı, kendine çekmişti ve ben bahçeye çıktım ve bir baktım ki, kedim pamuk orada yatmaktaydı! Yalnızdım!
CİLASİN ÖZGÜN- NİSAN 2017.
Bir cevap yazın