Üç gündür eve girmiyordum, üniversitedeki arkadaşlarımla tekrar görüşmeye karar vermiştik ve hala hızlılardı. Kendimi yaşlı hissediyordum, yürüyecek gücüm kalmadığında ya da bir yere uzandığımda. Gecenin sonunu hatırlamamam benim için riskli olsa da onlar bana anlatıyordu olanları ertesi gün. Bir keresinde oturduğumuz hamburgercide hamburgeri beğenmeyip mutfağa girmişim, onlara nasıl yapılacağını göstermek için, güvenlikler gelince de aşçılardan birini rehin almışım. Her seferinde polise gerek kalmadan kurtuluyordum neyse ki.
‘Emir dün niye öyle davrandın çocuğa?’ Sordu Dila.
‘Kime? N’aptım yine?’
‘Asaf’ı hatırlamıyor musun?’
‘İranlı çocuk mu? Sevmiştim onu.’ Dedim.
‘Çocuğa terörist dedin bütün gece. ‘Çatıya çıkıp hepsini öldürelim’ demişsin. ‘Ben seni anlıyorum bende yalnızım’ demişsin.
‘Ha ha ha iyiymiş. Bunları biryere not almam gerekebilir.’
‘Emir.’ Dedi, baktı, hayal kırıklığı bakışıydı bu. ‘Çocuğun yerinde olmak istemezdim, bazen çekilmez biri oluyorsun.’
Diğer çocukların sikinde değildi galiba, yada cesaretleri yoktu. Vücudumda sebebini bilmediğim yaralar vardı, sağ gözümün altı morarmıştı ve belime her gün sargı yapmak zorundaydım. Dördüncü günümüzde çocuklardan birinin iki odalı evindeydik hala, bunların hepsi Dila’yla görüşünce başlamıştı, Nişantaşı’nda karşılaşmıştık dört gün önce ve şimdi buradaydık. Arkadaşlığımız iyi gidiyordu. Sarışın mavi gözlü uzun suratlı bir kızdı. Canay ve Burak vardı bir de. Canay esmer kısa boylu, ufak bir adamdı. Burak da çingenelere benziyordu, kıvırcık saçları ve renkli gözleri vardı. Kıyafetleriyle bir devrimciye benzeyen bir çocuk daha vardı, ve sürekli gelip giden değişen insanlar vardı, aldırış etmiyordum. Rahatladığım günlerdi. O gün yine birşeyler karaladım. Üç dört sayfadan fazlası etmemişti şimdiye kadar, tereddüt yüzünden. Tereddüt sıradan insanlar yüzünden vardı bu dünyada. Ne yazıkki onlar yönetiyordu ülkeleri, dünyayı. Çoğunluk onlardaydı, ve gün geçtikçe çoğalıyorlardı. Onlar sıradan, ortalama insanlardı. Onlar düşünmeyi bilmez, gerçekle ilgilenmezlerdi, gerçek değillerdi. Ruhları yoktu, orada gerçekten oturmuyor, gerçekten konuşmuyor, gerçekten sevişmiyorlardı, yüzde yüzleriyle orada değillerdi hiçbir zaman. Eksiklerdi, dinlemesi eksikti, sevmesi eksikti, ruhları eksikti. Ve bununla barışıklardı da. Kendi sevemediği için inanmaz ve yüzde yüzüyle sevmezdi. Başıboş uygarlıklar kurup yıkmışlardı. Savaşlar yapmışlardı. Onların dünyasındaydık, savaşların dünyasındaydık.
Direnmek her zaman kolay olmazdı.
Kağıtları bırakıp içeri gittim. Yeni gelenlerden birinin silahı vardı, silahla oynadık biraz. Balkona çıktım, ardından korkuluklardan bahçeye atlayıp yürümeye başladım. Arkamdan gelen ayak seslerini duydum.
‘Nereye gidiyorsun?’ Dila’ydı gelen.
‘Senden uzağa.’
‘Tanrım. Kadınlarına da bu kadar kötü mü davranıyorsun?’
‘Erkeklere daha kötü davranıyorum.’
Yakalamıştı beni. Beni anlıyordu biraz, anlamaya çalışıyordu. Bir sene kadar önce yatmıştık, sonra devam edebilmiştik arkadaşlığımıza hiçbir şey olmamış gibi. Bir arkadaşım olması iyidi, bir arkadaşa ihtiyacım vardı. Lotodan para çıkarsa onu düzgün biryerlere göndereceğimi söyledim, dejenere olmamış biryer bulabileceğimizi sanıyordum.
‘Hem erkek arkadaşım gelecek birazdan. Onunla tanışmayacak mısın?’
‘Hasiktir erkek arkadaşın da kim?’
‘Gökhanı hatırlıyor musun bizim bölümdeki?’
‘Hasiktir. O hanımevladından daha iyilerini hakediyorsun.’
‘Öyle deme. O iyi biri. Gelecek misin peki?’
‘Belki gelirim…’
Arkamı dönüp yürümeye başladım tekrar. Arkadaşım için sevinmem gerekirdi ama bu konuşma bana yalnızlığımı tekrar hatırlatmıştı.
Eve döndüğümde loto sayılarını kontrol ettim, bir bok çıkmamıştı, sinirliydim. Bu sayılardan yedi liralık bir ödül çıkıyorsa, neden rüyama girmişti bilmiyorum. Muhtemelen dalga geçiliyordum, güçsüz düşmek yoktu, gösteri devam ediyordu. Kafamı yapıp Dila’ların yanına yola çıktım. İstanbulda genelde gece saat ondan önce çevirme yapıldığı pek görülmezdi, Mecidiyeköy’den levente giderken yanan ışıkların polis olacağı aklıma gelmemişti bu yüzden. Yolu kapatmışlardı ve ani bir şekilde karşı şeride atlayıp soldaki sokaktan içeri daldım, biraz sürdükten sonra peşimde kimsenin olmadığını farkettim, polisler bile değer vermiyordu bana, içimi rahatlatabilirdim. Yavaş yavaş süzülerek serserilerin olduğu bara gittim.
‘Serseriler!’
Herkes bir yandan:’Emiir!.’
‘Böyle olacaksa hep geç geleyim buluşmalarımıza.’
‘Yine çok içmişsin. Daha gecenin başındayız.’ Dedi Burak.
En acıklı sahne olmadığım için seviniyordum. En acıklı hayatlar kendini göstermezler, belki zor farkedilirler. Ben sadece boşvermiştim, yorgundum ve biraz da korkak.