Bizim evden sahile varmak için ufak tefek birkaç tepenin arasından, zamanında, çok eskiden;
anlatılanlara göre üç yüz yılı aşkın bir süre önce yerleştirilmiş taşlar üzerinden bir tavşan gibi
seke oynaya, bahtiyar bir çocuk gibi dere tepeyi neşeyle aşmak gerekir. Bir karınca için pekala
zorlu olan bu yolu aşan kişi mükafatını ziyadesiyle alır. Kıbrıs adasına dek uzanan koyu, yeşil
Akdeniz uzar gider oraya kadar. Orada durur mu? Yoo, öylr kısa değildir deniz, ta İran,
Lübnan’a kadar uzanır.
Ancak Kıbrıs adası, daha ötede bir şey yok demek ister gibi sarp kayalarıyla boydan boya set
çekmiştir denize. Öyle ya, çok uzak oralar. Yüzerek ya da sandalcıkla bir günde gidilebilecek
bir yer değil ki, bu yüzden çok önemsemem bende. Uzakta bir adadır yalnızca, bakanların
gönlünü bir hülya gibi süsleyeni bahtiyar, ufacık bir ada.
Yine de sabırsız, sınırsız bazı mahluklar vardır. Domuzlardır bunların kimisi. Yok canım, çiftlik
domuzu değil, ağırdır, usludur onlar, benim bahsettiğim Torosların vahşi domuzları.
1970 senesinde sürüyle giderlerdi adaya. Yoo, sandalla falan değil, yüzerek giderlerdi. Üstelik
birkaç günde de geçerlerdi karşı kıyıya. O gürbüz yağları da erirdi bu yolculukta. Deniz domuz
yağı kokmağa başlardı.
Derken domuzlar Kıbrıs adasına varmışlardır. Nereden mi biliyorum? Ada basını adada hiçbir
olay vukuu bulmadığından, gazeteciler de masalarında uyukladıklarından, uzun süre
yazmadıklarından kalemlerini süs eşyası olarak duvarlara astıktan, ya da bir vazonun
içerisindeki suya koyduklarından beri yazmayı, haberin, haberciliğin ne anlama geldiğini
unutmuşlardır.
İsaklarda bir cücenin camiden çıkan dokuz kişiyi vurduğunu bilir mi ada gazetecileri. Yoo,
bilmezler elbette. Adamın onca insanı vurduğundan değil de keyfince bir kediyi vurduğundan
ömür boyu hapis cezası aldığını da bilmezler. Ama bizim Toros domuzları adaya vardığında
kıyıdaki bir kadın bağırmıştır.
-Su aygırları geliyor, diye.
Şaşırmıştır herkes, su aygırları mı? Evet evet, demiştir kadın da, baksanıza sürüyle su aygırı
geliyor. Ve böylece korkup kaçmıştır herkes. Öyle ya, diye düşünmüşlerdir, belki de yollarını
şaşırmışlar, vahşi Afrika’dan buraya, bizim şöhret sahibi Kıbrıs’ımıza kadar gelmişlerdir.
Kıyıdaki bir kişide vardır dürbün. Yaşlıdır o da. Şöyle doksan yaşını devirmiş, evinin
bahçesindeki asırlık ağaçlarla ömür yarıştırmaktadır. Bir İngiliz bayana aşık olmuştur
gençliğinde. Ondan beri de gözü açık denizlerde, İngiltere’den gelecek bir gemiyi
gözlemektedir. Azizim Cebelitarık boğazını hiç üşenmeden dolanıp da niye gelsin insan
buraya? Ama yaşlı bay bilir, buraya yaşlılar gelir yalnızca. Güvenlidir, insanlar kapıları açık
uyumaktadırlar, sakindir, temizdir… Hem belki bir zamanlar aşık olduğu bayanın
romatizmaları vardır ve doktoru kuru ve sıcak bir iklimi önermiştir bayana da, bayan da
Kıbrıs’a girmek üzere olan eski bir gemidedir. Bizim ihtiyar bilir bunları, çünkü kendisinin de
romatizması vardır ve kuru ve sıcak iklim iyi gelir romatizmaya.
Yalnızca romatizması yoktur ihtiyarın, çorak topraklarda gözlerini kısmaktan iyi göremez
olmuştur gözleri. Kıyıdaki kadın su aygırları diye bağırınca bizim ihtiyar bay, eline dürbününü
almış balkona çıkmıştır. Uzakta bir karaltı var, evet, oraya çevir dürbünü. Sahiden de su
aygırları geliyor, hem de düzinelerce. Kıbrıs adasının nüfusundan bile fazla belki de.
Haha bizim ihtiyar görmeyen gözleriyle Kıbrıs’taki birkaç gazeteden birinin yazı işleri
müdürüdür. Gençler edebiyata, gazeteciliğe merak duymadıklarından yazı işleri müdürlüğü
de bizim ihtiyarın üzerine kalmıştır.
İlk o görmüş, duymuştur ya, haberi hemencecik geçmek ister. Dur, heyecan yapma ihtiyar,
kalp krizinden öleceksin!
Bizim ihtiyar çoktan telefona sarılmış, radyodaki dostunu arayıp, bizim gazete, Kıbrıs’ın en
güvenilir, en hızlı gazetesi diyerek lafa girişmiş, haberi geçmesi için durumu bildirmiştir.
Radyocu duru mu? Zaten o da Rumca müzikler çalmaktan bıkmıştır. Haberi hemen geçer:
‘’Değerli dinleyiciler, bir sıcak haber vermek üzere çok sevdiğiniz müziği yarıda kesmek
durumunda kaldım. … gazetesinin yıllardır hiç paslanmayan hızlılığıyla görevini sürdüren yazı
işleri müdürü bay D. nin verdiği bilgilere göre adamıza su aygırları gelmektedir.’’
Bizim ihtiyar radyoda bu övgüleri duyunca sevinmiştir. Elinde bir kağıtla sokaklardan koşarak
geçtiği zamanları düşünür, şimdi de öyle olduğu hayaline kapılmış. İnanırda buna. Bizim yazı
işleri müdürü bay D. hala gençtir, dinçtir.
Daha sonra kıyıya vardığımda kahvede konuşmaktadır herkes. Gülüşler ta saklar yakaya
kadar duyulmaktadır. Nedenini sorarım. Kıbrıs’a su aygırları gidiyormuş, bizim Torosların su
aygırlarıymış bunlar, der ve güler ihtiyar. Aman ihtiyar yavaş gül, düşecek dişlerin diye
uyarırım içimden. Ve ihtiyar devam eder, acele işe şeytan karışır, der. Bunu tecrübe etmiştir
ihtiyar, görmüş geçirmiştir. Hükümetler kurabilir, yıkabilir, engindir bilgisi. Bilgedir kendince.
Koca ömründe bu sözü ezberlemeyi başarmıştır, artık silinmeye başlamış hafızasında tutmayı
başarmıştır bu sözü; acele işe şeytan karışır, diye tekrarlamaktadır duymadığını düşündüğü
bir başkasına.
Kahvenin üzerindeki çam ve ıhlamur dalları ne de hoş kokar. Uzaklara bakarım bende,
bahtiyarımdır, elimde yetmişlik kahve sahibinin getirdiği kahve vardır. Kahveci de
gülmektedir. Belli, dökmüş kahvenin yarısını.
Ve ben Kıbrıs adasının sönmeye yüz tutmuş dağlarına bakarım. Güneş batmış, adaya son
ışıklarını göndermektedir. Durulmuştur ada. Uykuya dalmıştır.
Bir cevap yazın