“Samimiyetin dili yoktur, o gözlerden anlaşılır.”
Mustafa Kemal Atatürk
İnsanlar kendilerini anlatırlarken onları özenle dinleriz. Zamanla bize yaşatılanlar anlatılanların önüne geçerler, yani eylemler söylenenlerin önündedir. Bazen çok güvendiğimiz kişilere artık güven duyamayacağımızı hissederiz çünkü duyduklarımızla karşı tarafın yaptıkları asla birbirini tutmuyordur.
Meselâ, ortak bir tanıdığınızı sevmediğini söyleyip onunla tatile giden bir kişi hakkında ne düşünürsünüz? Bunun tam tersi de olabilir. O hakkında olumsuz düşündüğünüz insan bir olay sonucunda sizde olumlu duygular, düşünceler uyandırabilir, kendinizi eleştirir, önyargılı olduğunuzu kabul edersiniz. Ancak yalan, aldatma gibi etik değerler söz konusu olduğunda güven tamamen yitirilir.
İnsanları tanımaya çalışırken yaşamda nelere önem verdiklerini anlamak gerek. Yüzünüze gülüp size değer veren, saygı gösteren her insanın kim olduğunu er veya geç öğrenirsiniz. Çevrenizde davranış biçimiyle sizde kuşku uyandıran biri varsa kendinize bu soruları sorabilirsiniz. Söyledikleriyle yaptıkları ne kadar örtüşüyor? Başkaları hakkında nasıl konuşuyor? Bu kişi ‘her devrin adamı’ sözüne ne kadar uyuyor? Arkadaşlık ettiği kişilerin ortak özellikleri nelerdir? Yaşamınızda var gibi görünse de gerçek anlamda varlığından ne kadar eminsiniz? Sizinle iletişim kurduğunda, güvenilir olduğunu ne kadar hissediyorsunuz?
Dünyaca tanınmış Rus yazar Anton Çehov kısa öykülerinde farklı sınıflara ait insan manzaralarını gözler önüne sermekte çok başarılıdır. ‘Mahkeme Kaleminde’ adlı öyküsünde kalem odasından bazı bilgiler edinmek isteyen çiftlik sahibi, bir yazıcıya sesini duyuramadığı için çok sıkılır. Kendisini dinletebilmek amacıyla adamın önünde açık duran defterin üstüne iki ruble bırakınca, alnı buruşan memur defteri kendisine doğru çekip kapatıverir ama hiç oralı olmaz. Çiftlik sahibi ne yapacağını şaşırıp orta yerde dikilir kalır. Salona giren odacı kendisine gerekli bilgiyi alıp almadığını sorduğunda, “Adam benimle konuşmuyor ki…” der. “Ona üç ruble verin!” cevabıyla açık duran defterin üstüne bir ruble daha koyar. Memur kasırgaya tutulmuşçasına birdenbire canlanıverir, hemen istenen bilgiyi araştırıp bulur. Sonra çiftlik sahibini merdiven başına kadar güler yüzle, son derece saygılı bir tutumla geçirir. Çiftlik sahibi bu uğurlama karşısında öylesine etkilenir ki bir ruble daha verir, yeşil kâğıdın havada görünmesiyle adamın cebine inmesi bir olur. Toprak ağası dışarı çıktığında, “Ne adam, yahu!” demekten alıkoyamaz kendini, oracıkta durup mendiliyle alnını kurular.
Sizce, o adam çiftlik sahibini ya da toprak ağasını nasıl adlandırmak isterseniz, bir daha görse hatırlar mı acaba? Ya odacı? Peki, çiftlik sahibinin döktüğü tere ne demeli? Güler misiniz, ağlar mısınız? Şimdi, buraya nasıl geldiğimi sorabilirsiniz. Kişisel gelişim ve liderlik uzmanı, yazar Robin Sharma’nın sözü beni hem bazı sorulara hem de bu öyküye yönlendirdi. “Bir insanın gerçek yüzünü, seninle ilgili tüm menfaati bittiğinde görürsün.” Burada kastedilen hem maddi hem de manevi menfaatler. Özellikle paranın satın aldığı insanlardan kaçabildiğinizce kaçın! Yaşanarak öğrenilenler hiç unutulmaz, gördüklerinize üzülmeyin diye söylüyorum. Menfaati bitene kadar değil, koşullarınız ne olursa olsun sizi terk etmeyenleri, sevgiyle kucaklayanları sakın bırakmayın.
Rus edebiyatının usta kalemlerinden Tolstoy’a göre, “Menfaat karşılığı yapılan iyilik, iyilik değildir. İyilik, sebep ve sonuç zincirinin dışındadır.” Yani size yakın davranıyor veya iyilik yapıyor görünen herkesi de hemen dost sanmayın, insanlar kişisel menfaatleri gereği de bu tür bir tutum içinde olabilirler.
İlişkilerinizde menfaatleriniz genellikle ne kadar ön planda?
Bir cevap yazın