Havada bulutlar güneş ile dans ediyordu. Biraz daha bakmak için balkona çıktım. Pamuk gibi bembeyaz bulutların bir anda kömür siyahına dönüştüğünü fark ettim. Neler oluyor diye kafamı çevirdiğimde yan binaya düşen bomba ile kendimi bir beton yıkıntısının altında bulmam saniyeler sürdü. Gözlerim sadece karanlığı görüyor, yaşamamın kaynağı olan nefesi ciğerlerimde hissedemiyordum. Nefes yerine beton ve toprak çekiyordum içime. Hiçbir tarafımı hareket ettiremiyordum. Kulağım bombanın yüzünden duymama seviyesine gelmişti. Tam kulaklarımı hissettiğim anda bir bomba sesi ile tekrar kulaklarımdaki canın gittiğini anlamıştım. Hem art arda atılan bombalardan korkuyor hem de burada kimse beni bulamaz diye paniğe kapılıyordum. Yıkıntının altında kendi sesimi bile duymazken başkalarına çaresizce burada olduğumu kanıtlamak için bağırmaya başladım. Kendimce bağırıyordum. Fakat ses tellerimden ses çıkmıyordu. İhtimaller üzerine düşündüm. Bir ihtimal beni fark ederler diye tekrar tekrar her bağrışta acı çekerek bağırmaya devam ettim. Ama yine de ne kimse duyuyor ne bir fark eden oluyordu. Bu kez hareket etmeye çalıştım kendimi o yıkıntının altından kurtarmak için. Ama daha fazla acı çekmem dışında hiçbir işe yaramadı. Bu zalim dünyanın yıkıntıları arasında nefes almam bile zorken hareket etmeye çalışmam benim kabahatimdi.
Hayata tek gözüm ile bakıyordum. Gördüğüm tek şey asıl yıkıntının betondan ibaret olmadığıydı. Asıl yıkıntı buradaki masum insanların bu vicdansız dünyayı güzel bir dünya zannettiği fakat öyle olmadığını öğrenince kalbindeki yıkıntıydı.
Saatler geçti. Artık bir umudum kalmamıştı. Zaten nefes denen şey de benden uzaklaşmaya başlamıştı bile. Hayata bakan tek gözümü de kapatıp derin bir uykuya hazırlanmıştım. Yeni bir başlangıç belki şu yıkıntının altında kalıp acı çeken her bir zerremi iyileştirecekti. Ya da ben yine kendimi kandırmaktaydım. Tam gözümü kapadığım anda bir dilin yüzümü yaladığını hissettim. Gözümü açtım ve karşımda bir köpeğin tatlı gülümsemesinin sıcaklığını hissettim. Ben de ona sona kalan enerjimi kullanarak gülümsedim. Bir anda koşmaya ve benden uzaklaşmaya başladı. Onu da kaybetmiştim, umutlarım gibi. Enerjim tamamen bittiğine, vücudumun artık hiçbir zerresini hissedemediğime göre yeni bir başlangıcın zamanı gelmişti. Üzerimdeki yıkıntılar bana artık acı hissine kapılmak için bir bahane değildi. Çünkü onları hissetmiyordum. Ruhumun bedenimden ayrıldığını düşünürken aslında insanlar üzerimdeki beton parçalarını kaldırmaktaymış. İnsanların yanında yüzümü yalayan köpeğin benim için havladığını işittim.
Biz insanlar, hayvanlara zulüm ediyorken bir hayvanın insanların kendi ırkına yaptığı zulme sessiz kalmaması beni ağlatmıştı. Bu kez canımın acımasından değil bu büyük fedakarlığın karşısında göz pınarlarımdaki yaşlara engel olamadım.
Beni hastaneye götürdüler. Korkak, ürkek çocuk bakışlarının arasında çocukluğumun en büyük trajedisini yaşıyordum. Bir annenin kolunun kopmasına ve oradan kanlar fışkırmasına rağmen kendi acısını dile getirmeyip çocuğu için çaresiz çığlıklar atıyordu. Başka bir çocuk kedisi için, bir başkası kendisi için yardım istiyordu insanlardan.
Hastanede bir odaya aldılar beni. İki kişilik odada tam sekiz kişiydik. Kiminin bacağı, kiminin kolu kopmuştu. Hemşirelerin ayak sesleri insanların acı feryatlarıyla karışmakta kulağımı sızlatmaktaydı. Odaya sinen ilaç kokuları da kanın kokusuyla birleşmekteydi. Asıl birleşme o odadaki sekiz insanın hayat hikayeleri ve acı gerçekleriydi. Hastanedeki bir televizyon çalışmaya başladı. Göz ucundan bakmaya çalıştım. Bir haber kanalı açıktı. Ekranda görüntü olarak şu an yaşadığım şehir vardı. Kulağımı kabarttım ve sesleri işitmeye çalıştım. Ülkemin başkanının bizleri hiçe sayıp bomba atanlar ile antlaşma yaptığını öğrendim haberden. Henüz kurumayan kanlarımızın iki saniyelik bir imza ile daha bilinmeden unutulduğunu hissettim.
Bunca masum insanı, kendi öz milletinin insanını kendi canı yanmasın diye bir kağıt parçasına imza atarak hiçe saymıştı. Hastane iyice kalabalık olmuştu. Her dakika başı başka insanların çığlıklarını duymaktan kulak zarım yırtılma derecesine gelmişti. Dünyanın bir tarafında insanlar birbirlerine yardım ediyorken diğer bir tarafta insanlığı harcayan varlıklar kendi çıkarları için imza toplamakta, vicdan yoksunluğunu somut olarak canlandırmaktaydı.
Bir an önce tüm acılarımın bitmesini istedim. Ayağa kalktığımda hayatımı ve birçok hayatı değiştirmek için bir fırsat arayacağıma dair kendime söz verdim. Fakat ben bunları düşünürken hastaneye atılan bomba ile benim ve birçok insanın canı, hayalleri bu kez tamamen yok olmuştu. Zaten bizi kağıt parçalarında yok edenler bu kez de somut olarak hayattan silmişlerdi. Tüm bu olanları dünyanın bir ucu duymazken, diğer bir kısmı da duymazlıktan gelirken hayal kurmak ve o hayal için çalışmak bizim neyimize.
Bizi kimseler bilmedi. Aynı şuan bunu okurken kim olduğumu, cinsiyetimi, yaşımı, nerede yaşadığımı bilmediğiniz gibi. Çünkü bizler dünyaya bir iz bırakamadan canlarımızı hiçe sayanlar yüzünden ölmüş insanlarız.
Bir cevap yazın