Su usul usul yürürken evlerin kalbine, toprağın yüzüne geçen tırnakları kimse bilmez Farhad, “zamanın tozu”ndan başka…
O toprak ki, sustuklarımız yazılıydı kemiklerin sesiyle. İki kılıç şavkıdı sonra döşünde, karıştı tuz ve ter, karıştı kan…
Siz bilmezdiniz damarına geri döner kimi kanlar,
elinden nar ağacına asılan kardeşimin, avuçlarımdaki çivilerin
ninemin bileğinin.
Sol bileğindeki mavi yarayı ulu bir dağın ardına sakladı ninem, teni tuzruhuyla kavrulmuş kavmin çocuklarıydık biz
fark etmediniz…
Ben unutmadım hiçbir şeyi Farhad, ninemin geceleri başucuna koyduğu, su dolu bakır tastaki salkım üzümü, ikiye bükülmüş belindeki sır kapısının dilini
duvar deliklerine sokuşturduğu saçlarını…
Unutmadım mahmilde sakladıklarını, kapıların ardında sustuklarını, dinmeyen çıkrık sesini, nemli bir nişe emanet edilen ömrü…
Aklımda hâlâ yeni yıkanmış hayat’ın serinliği, havuza dökülen narçiçeği, ganede yüzen yapraklar, kuşların sinlendiği tağalar,
sırtıma bulaşan havara taş beyazlığı.
Ve tüm yükümüz baharat ve şaptan ibaretti bizim, kalbimizse İpek Yolu
Bir kış hikayesiydi bu, şıvgaların açmadan kuruduğu
.
Fotoğraf: NK – Tuz Gölü
Bir cevap yazın