Romanda, Osmanlı İmparatorluğu’nun son sürecini, devletlerin emperyalist paylaşım savaşındaki politikalarını, döneme damgasını vurmuş üç Osmanlı Paşa’sını ve savaşın döngüsünü bir asker ve gazeteci gözüyle savaşta tuttuğu notlar, mektuplar ve yazışmalardan yola çıkarak, sade bir dille anlatılmıştır.
Aynı zamanda romanın yazarı olan Falih Rıfkı Atay, yedek subay olarak orduda yer almaktadır. Genç ve İttihatçı fikirlere sahiptir ancak; Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’ları tanıyınca İttihat ve Terakki hakkındaki düşünceleri değişir.
Roman adını, Cemal Paşa’nın karargahının (4.Karargah) bulunduğu Kudüs’e yakın bir dağdan alır. Eserde Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk günlerine kadarki bir zaman dilimini ele alınmaktadır. Yazar bir görev nedeniyle Cemal Paşa’nın karargahının bulunduğu Zeytindağı’na gitmiş, burada yaşamış olduğu olayları ve anılarını bulunduğu tarihin önemli olaylarını da içine alacak şekilde kaleme almıştır.
I.Dünya Savaşı başladığında yazar yedek subay olarak orduya alınır ve Cemal Paşa’nın karargahın tayin olur. Cemal Paşa ile ilişkileri de burada gelişir. Kitabın ilk kısımlarında İttihat ve Terakki’den söz edilmiştir. İttihat ve Terakki içerisinde Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa en önemli simalardır. Cemal Paşa yenilikçiliği ile tanınmaktadır. Enver ve Talat Paşalar ise muhafazakâr olarak bilinirler. Yazar, Enver Paşa’nın Turancılık fikirlerini benimsememekte ve Enver Paşa’yı diktatör olarak nitelendirmektedir. Türkiye’nin kurtuluşunun Enver Paşa gibilerden kurtulmakla mümkün olacağını düşünür. İttihat ve Terakki kendi içinde bölünmüştür. Bir birlik ve beraberlik söz konusu değildir. Her liderin bir grubu vardır. Falih Rıfkı da Cemal Paşa’nın adamı olarak düşünülmektedir. Yazar, İttihat ve Terakki’nin fikir birliği içinde olmamasını eleştirmektedir; çünkü yaşanılan buhrandan kurtuluş; ancak birlik ve beraberlikle mümkündür. Buna rağmen bilinçsiz yaklaşımlar, kişisel hesaplaşmalar İttihat ve Terakkiyi kendi kendisiyle uğraşan bir duruma düşürmüştür.
Yazar, Cemal Paşa ile çalışmaya başladıktan sonra olayları daha net görmeye başlar. Bir dönem, bir imparatorluk yok olmaktadır. Suriye, Filistin ve Hicaz’da yaşananlar bir İmparatorluğun çöküşüdür. Osmanlı’nın bir kukla devleti haline geldiği şu örnekle vurgulanır: 1913 haziranında dönemin sadrazamı Mahmut Şevket Paşa’yı öldüren Kavaklı Mustafa, bir Rus vapuruna binerek ülkeden kaçar. Osmanlı’nın bu dönemde Rus sancağı taşıyan bir vapurdan birini almaya hakkı kalmamıştır; bu bir suçlu bile olsa. Bunun üzerine bir Osmanlı görevlisi Kavaklı Mustafa’yı vapurdan kaçırır ve Kavaklı Mustafa o gece atıldığı zindanda boğulur. Ruslar Kavaklı Mustafa’yı vapurdan kaçıranın görevden alınmasını ve bundan böyle devlet hizmetinden kullanılmamasını isterler. İstedikleri yapılır. Mahmut Şevket Paşa öldürüldükten sonra bazı ittihatçılar Talat Paşa’nın dahiliye Nazırı olmasını istemezler, Cemal Paşa’yı desteklerler. Bunun üzerine Talat Paşa sadrazam ile Cemal Paşa’nın arasını açar. Almanlarla yapılan ittifak da Cemal Paşa’dan gizlenmiştir. Mısır fethi bahanesi ile Cemal Paşa İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. İttihat ve Terakkiciler arasındaki fikir ayrılığını anlamak açısından Talat Paşa’nın şu sözleri ilgi çekicidir. “ canım Mısır Fethi olmazsa bile Cemal paşa ya şehit olur; yahut ordusu berbat ve perişan olunca beynine bir tabanca sıkarak bizi kendinden kurtarır!”
Osmanlı, ümmetçilik fikri sebebiyle neredeyse üç kıtada egemen olmuştur. Bu coğrafyanın bir kısmını Arapların yaşadıkları ülkeler kapsamaktadır. Kudüs, Şam, Filistin, Hicaz gibi. Yazar, Osmanlı’nın sadece coğrafi olarak büyütüldüğünü, fethedlen bu toprakların hiçbirinin kültürlerine, dillerine, ticaretlerine ve maddiyatlarına egemen olunmadığı düşüncesini şu cümlesiyle ifade eder; “Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.” Osmanlı’nın Arap topraklarında o günkü durumu yazarın deyişiyle, ücretsiz tarla ve sokak bekçiliğidir, Osmanlı Arap topraklarını alarak oraları bir bakıma imar etmiştir.
Cemal Paşa’nın bir amacı da Suriye’yi Osmanlılaştırmaktır. Bu düşüncesini pekiştirmek için Suriye’de modern okullar açmıştır. Bunun yanında bir de hicret eden Ermenileri, Suriye içlerine dağıtarak güçlenen Arap milliyetçiliğine karşı bir teminat olarak kullandığı anlatılır. Hatta Ermenileri güçlendirmek için ev ve toprak bile vermiştir.
Yazar, Arapları anlatırken din sömürüsü konusuna da değinmiştir. Yazara göre din sömürüsü bütün dinler için geçerlidir. “ Medine dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarıdır. Kudüs dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur.” Araplar çok fakirdir. Kendi ülkelerinde; ata topraklarında hizmetçi konumuna düşmüşlerdir. Filistin ikiye ayrılmış; eski Filistin Arapların, Yeni Filistin ise tüm güzelliği ve ihtişamıyla Yahudilerin olmuştur. Hac döneminde Araplar da Yahudilerde büyük kazançlar elde etmektedirler. Din satışa sunulmuştur.
I.Dünya Savaşı sonucunda Tuna yukarısındaki iki imparatorluk, Akdeniz kıyısındaki bir imparatorluk ve Tuna kenarındaki bir krallık devrilmek üzeredir. Suriye ve Filistin’de Almanların durduramadığı İngiliz seli yine bir Türk, fakat bu sefer öz bir kumandan, Mustafa Kemal tarafından Halep aşağısında tutulmuştur. Mustafa Kemal’in orada seçtiği savunma hattı, Milli Misak’taki Türkiye sınırıdır.
Cemal Paşa’nın yerine, Suriye’de silahlı kuvvetlerin başına geçen Alman Fon Falkenhein bozgunu durduramamış; Kudüs İngilizlerin eline geçmiştir. Artık yalnız Anadolu ve İstanbul düşünülür. İmparatorluğa ve onun rüyalarına “ Allahaısmarladık”, denilir.
Cemal Paşa Şam’dan ayrılır ve Anadolu topraklarını gördükçe; “Keşke vazifem buralarda olsaydı, Anadolu hepimize hınç ve güvensizlikle bakıyordu. Yüzbinlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya şimdi kendimiz pişmanlığımızı getiriyoruz. Kumar oynadık ve kaybettik” diye düşünmektedir.
“Eğer kalırsam” der; “bütün emelim Anadolu’da çalışmaktır.”
Eğer kalırsa, eğer bırakılırsa…
Cemal Paşa’ya sorulan:
“Paşam bu harbe niçin girdik?” Sorusuna Cemal Paşa’nın cevabı, Osmanlı’nın çöküşünü gösteren en iyi cümle olacaktır.
“Aylık vermemek için! Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeliydik.”
Bundan sonra romanda yazar, ilim, ihtisas ve tecrübe sahibi olarak nitelediği Mustafa Kemal’den bahseder. Mustafa Kemal, vatan ve bağımsızlık düşüncesiyle milletin nesi var nesi yoksa yüzde kırkını vatan savunması için vermesi gerektiği düşüncesindedir. Eserde, Mustafa Kemal ile ilgili olarak diğer önemli ifadeler ise şunlardır : “Mustafa Kemal büyük harbe girmek karşıtı idi: Çünkü O kafa ve sanat adamı idi. Mustafa Kemal Kurtuluş Harbini bırakmak fikrinde asla bulunmadı: Çünkü O vatan adamı idi”.
Yazar, eserinde öz düşünce olarak okuyucuya “ilim ve vatan adamı olunuz”, der. Vatan için bir şeyler yapmak gerektiğinde, birer komutan olarak ilk önce fikir ve sanat adamı olmalıyız, düşüncesi vurgulanır.
Tarihe not düşülecek olan olayların içinden geçtiğimiz bugünlerde, yeniden hatırlamamız gereken yapıtlardan biri olduğunu düşünüyorum. Kapitalist üretim isteminde ihtiyaç duyulan hammadde, enerji ve yeni pazarlar düşünüldüğünde; zengin enerji ve hammaddeye sahip ve ulaşım koridorlarında bulunan bölgelerde paylaşım savaşlarının tüm şiddetiyle sürdüğünü görmekteyiz. Bu bölgelerin istikrara ve barışa kavuşmalarının birincil koşulu bölge halklarının kendi özgün koşulları dahilinde anti-emperyalist mücadele içinde olmalarıdır.
İyi okumalar dilerim.
Güler Kalay
Mayıs 2013, Moskova
Zeytindağı / Falih Rıfkı Atay / Pozitif Yayınları, İstanbul 2004
Bir cevap yazın