Fahrenheit 451 kitabı, distopik roman kategorisinde neredeyse kült olmuş bir romanlardan birisidir. Eğer distopik bir roman okumadı iseniz, o zaman size kısaca distopya kavramından söz etmek istiyorum.
Distopya, otoriter, totaliter veya baskıcı bir devlet anlayışı ile yönetildiği kurgulanan ütopik toplum anlayışının tersi olan toplumlar için adlandırılır. Distopik dünyalar, ideal toplumların tam tersidir, bu tarz kurgularda dünyaya kötümser bir bakış açısı ile bakılır.
Kitapların Yakıldığı Bir Dünya
Ray Bradbury’in 1951’de yazdığı ve ilk bilimkurgu eseri olan Fahrenheit 451 ile okuyucuya gösterdiği distopik dünya da diğer türdeşleri gibi sarsıcı bir dünyadır. Kitapların yakıldığı, geçmişin yok edildiği, insanların birbirlerinden habersiz/ilgisiz olduğu, televizyona bağımlı bir dünyadır.
Kitabın konusuna kısaca değinirsek, bir itfaiyeci olan ve mesleğini seven Guy Montag, yangınları söndüren bir itfaiyeci değil tersine devletin izni ile kitapları yakan bir itfaiyecidir. Hiç sorgulamadan, düşünmeden işini yapar ve hatta işini yapmakta mutludur da. Ancak bir gün tanıştığı bir genç kız sayesinde doğru bildiği her şeyin bir yalan olduğunu anlar ve hayatını, yaşamını, dünyasını sorgulamaya başlar.
Bu dünyadaki insanlar sürekli televizyon başındadır, kitaplar yasaktır, gazeteler yoktur. Sorgulamayan, her şeyi kabul eden insanların olduğu ve sorgulayan kişilerin yok edildiği bir sistem hakimdir. Televizyon ile hayal gücü yok edilmiştir. Kitapların yok edilmesi ile de geçmiş de yok edilmiştir. R.Bradbury 50’li yılların başında kurguladığı bu dünyanın yaşadığımız dünyayı ne kadar andırdığını fark etmemek elde değil. Bunu anlamak için şöyle bir çevremize bakmak yeterli.
İnsanlarımız sürekli televizyon başında, ya evlenme programı ya dizi ya da yarışma seyrediyor. Yapılan bu programlar ile birlikte, aptal bir toplum yaratılarak, toplumsal değerlerimiz de ayaklar altına alınıyor. Dürüstlük, saygı, bağlılık gibi kavramlar yok ediliyor. Şimdi gazetelerimiz ve kitaplarımız var diyeceksiniz ama azıcık düşününce birçok haberin kısıtlandığı veya yasaklandığı, medyanın bir kaç kişinin elinde olduğunu fark etmemeniz içten bile değil. Düşünce suçlusu olarak hapiste olan kişilerin sayısı gün geçtikçe artıyor.
Farkında mıyız? Farkında mısınız?
Kitaplar Gerçek Mi Oluyor
RB’nin yarattığı dünya çok uzak değilmiş gibi, ne dersiniz?
Kitabı okudukça aslında toplumun bu şekilde olmasının sebebinin de o toplumu oluşturan insanlar olduğunu anlıyorsunuz. Acıyı hissetmemek adına hissizleşen bir toplum. Ancak bunun bedeli olarak da intiharlar yaygınlaşıyor ve doğal hale geliyor. Ne kadar zengin ve kolay bir yaşam gibi görünse de temelinde mutsuz insanların oluşturduğu bir toplum olduğunu anlıyoruz.
Kitapta savaş konusuna da değiniliyor. Ancak insanlar ne savaşı, ne savaşta ölenleri umursamıyor. Savaş konusu aslında bize bu dünyadaki diğer toplumların bu şekilde olmadığını gösteren bir metafor. Çünkü tüm dünya bu şekilde olsa idi savaşta olmayacağına göre, savaş varsa bu düzene karşı bir başkaldırı da var demeye geliyor.
Kitapta ilerledikçe bazı kurgu geçişlerinde ve durum anlatımlarında eksiklik olduğunu fark edeceksiniz. Aslında bunun sebebi de bu kitabın 1947 de RB tarafından “İtfaiyeciler” adı altında 9 günde yazması sonrasında biraz geliştirerek Galaxy isimli bir bilim kurgu dergisinde yayınlanmış olması olabilir. 1954 de ise Playboy dergisinde yayınlanması üzere dergi sahibi Hugh Hefner’e satılmış.
Fahrenheit 451, kitapseverlerin ilk dikkatini çekmemiştir. Ancak 1966 yılında Fransız yönetmen François Truffaut tarafından, başrollerde Oskar Werner ve Julie Christie’ oynadığı film sayesinde tanınmıştır.
Bir cevap yazın