Hızla otogara giren taksi, yolcu otobüsünün yanında zınk diye durdu. Şoför aynı hızla dışarı fırladı, bagajdan iki adet pembe renkli devasa bavulu oflaya puflaya indirip küt diye yere bıraktı. Arka kapıyı açıp bezgin bir şekilde yolcusunun inmesini bekledi, sağ bacağı hafif hafif kıpırdıyordu. Pembe renkli spor ayakkabı ve pembe eşofman takım giymiş Naciye teyze, hiç acele etmeden ağır ağır indi, “Sağ ol evladım “dedi, para uzattı, şoförün üstünü vermesini bekledi, bahşiş bırakacak göz var mıydı onda.
Yetmiş küsur yaşındaydı Naciye teyze, küsuratı boş verin canım. Huysuz mu huysuz kocasını beş yıl önce kaybetmiş, önceleri çok üzülse de sonraları pek ferahlamıştı. Hemşire emeklisiydi, e kocasından da az buçuk maaş kalmıştı, ev desen kendilerinin, kira derdi de yok. Şimdi çoluk çocuk, torun torba, mutlu mesut yaşayıp gidiyordu. Gezme dendi mi hemen bavullarını hazırlamaya başlardı, en az iki bavul. Sığamıyorum ben tek bavula, derdi laf edenlere. Yastığını ve battaniyesini bile her yere taşıdığından mümkün mü tek bavula sığmak. Gri saçlarının çevrelediği toparlacık yüzünde hep tatlı bir gülümseme olurdu. Hatta huysuz mu huysuz beyini öte tarafa yolladığından beri daha çok gülümsediğini konuşurdu kızlar, kendi aralarında ve usulcacık.
Aynı aydınlık gülümsemeyle önce küçük el çantasını boynuna çaprazlamasına astı, her iki eliyle birer bavulu sapından yakaladı, geceyi bölen tekerlek takırtısıyla ağır aksak ileride, ışıkları yanık, bagaj kapakları havaya kaldırılmış otobüsün yanında mırıl mırıl konuşan arkadaşlarına doğru yürümeye başladı
-Hıh, şuna bak, dedi Macide teyze, hem geç kaldı, hem de beşlik simit gibi sırıtıyor.
Otogara en erken gelen oydu, bu da demek oluyor ki herkesi beklemeye ilk o başlamıştı. Aralarında kocası hayatta olan tek hanımefendiydi. Beyefendi uyku saati konusunda çok dakik olduğundan, seni otogara bırakayım da saatim şaşmasın be gülüm, demiş, aklındaki böreklerin lafını kesinlikle etmemişti. Bir saat önceden herkesi beklemeye başlaması teyzemizin sabırsızlığını iyice arttırmıştı. Bir elinde sımsıkı tuttuğu plastik poşeti sinirli sinirli sallıyordu. Çok güzel kıymalı avcı böreği yapardı Macide teyze. Sabah erkenden kalkıp bir tepe börek kızartmış, birkaç tanesini amcamıza ayırıp, sakın yatmadan önce yeme, sonra uyuyamazsın, diye de tembihlemişti. Diğerlerini plastik bir kaba koymuş, yolda hep beraber yeme hayaliyle yanına almıştı. Şimdi poşeti salladıkça etrafa iştah açıcı kokular yükseliyordu.
-Öyle deme Macidecim, dedi Nuriye teyze. Geldi işte, hem otobüsün kalkma saatine daha var.
Nuriye teyze, hiç şikâyet etmez, her şeyde bir güzel yan bulup çıkarırdı. Bir tanıyan bir daha vazgeçemezdi ondan. Kocasının hastalığı onu uzun yıllar eve bağlamış ama sevgiyle sabırla her şeye, herkese koşturmuştu. Şimdi yalnız yaşıyordu ama hiç yalnız kalmıyordu. Çoluğu çocuğu, dostları, arkadaşları hep yanındaydı. Çocukluk arkadaşlarıyla çıktığı gezilerden de çok keyif alır, tek bavula sığar, tam zamanında buluşma noktasına gelirdi. Damadı bırakmayı teklif ettiğinde, gerek yok evladım, derdi, ben kendim giderim. Her işini kendi görür, bundan da büyük mutluluk duyardı. Bir gece öncesinden hazırladığı cevizli kurabiyeleri koyduğu çantayı bir omzundan diğerine geçirdi, hiç boynundan ayırmadığı renkli fularını biraz gevşetti, azıcık kaymış gözlüklerini burnunun üzerine iyice yerleştirdi. Ağır ağır yaklaşan Naciye teyzeye gülümsedi.
–Nurişçim, şu bavuluma göz kulak oluver de ben bir tuvalete gidivereyim, dedi Lütfiye teyze. Yusyuvarlak gövdesiyle sallana sallana ilerideki umumi tuvalete doğru ilerledi.
Şeker hastası Lütfiye teyzemizin yediğine içtiğine dikkat etmesi gerekiyordu ama ne mümkün. Ah o boğazını bir tutabilseydi işler kolaylaşacaktı, doktorlar neler neler söylüyordu ama söylemesi kolaydı tabii. Kolaysa siz yapın o dediklerinizi, diyordu ama içinden. İki gelininden işitmediği laf kalmıyordu, onları susturmadığı için oğullarına gönlü kırılıyordu ama sesini çıkarmıyordu. Her iki oğluna da birer ev almışlar ama aklı evvel oğullar evleri karılarının üzerlerine yapmışlardı. Yarın öbür gün kapının önüne konsalar, çocuklarımın ellerinde avuçlarında bir şeycikler kalmayacak, diye dertlenirdi Lütfiye teyze. Kocasını daha yeni kaybetmişti, hiç gezesi yoktu ama kızlar ısrar etmişlerdi. Gel gel, demişlerdi, moral olur, açılırsın. O da kendisi yapmamış ama börekçi Bülbül hanıma üç kilo su böreği ısmarlamış, yola çıkmadan iki dilimi mideye indirivermişti. Ama Macide teyzenin poşetinden yükselen nefis kokular iştahını yine kabartmıştı. Yola çıkıp yiyecek paketlerinin açılacağı anı heyecanla beklediğini kimseye çaktırmamaya çalışıyordu.
-Ay Lübişiiit, o pis otogar tuvaletine nasıl gireceksin yahu, çişini evde yapaydın da geleydin ya, dur ıslak mendil vereyim, diye arkasından seslendi Saime teyze.
Seyrelmiş saçlarını sımsıkı toplamış, uzun yola rağmen tiril tiril ütülü bir pantolon giymişti Saime teyzemiz. Çıkmadan önce eve şöyle bir süpürge tuttuğunu kızlara söylemiyordu. Çocuklarının tüm ısrarlarına rağmen temizlik için evine asla yardımcı almaz, bu yaşında her işe girişirdi. Kızlar onun evinde toplandıklarında bir elinde sarı toz beziyle dolaşmasına alışmışlardı artık. Çay bardaklarıyla ikram tabakları toplanır toplanmaz hemen sehpaların olmayan tozu alınır, daha misafirler gitmeden tüm bulaşıklar makineye yerleştirilirdi. Arada alçak sesle, kocasının sağken ne çektiğini konuşurdu arkadaşları. Söylentilere göre adamcağıza tuvalette bile bir rahat vermemiş, ayakta değil de hep oturarak işemesi konusunda ısrar ederek rahmetlinin keyfini kaçırmıştı. Olur mu öyle şey canım, derlerdi kendi aralarında ve usulcacık, ne demekti öyle erkek adamın evinde oturarak işemesi. Saime teyzemiz, börek çörek yapmamış ama paket paket ıslak mendil yüklenmiş, yenilip içildikten sonra herkese mendil dağıtma görevini severek üstlenmişti, bir nevi lojistik destek işte.
Naciye teyze yaklaşıp herkesi öptü, Macide teyze poşetini sallamayı bıraktı, Nuriye teyze ağır çantasını hiç oflayıp puflamadan diğer omzuna geçirdi, Lütfiye teyze tuvaletten döndü, Saime teyze Lütfiye teyzeye hemencecik ıslak mendil paketini uzattı.
Otobüsün kalkma saati geldi. Bavullarını muavine teslim ettiler. Bir tanesi ağrıyan dizlerini tuta tuta, bir diğeri eliyle börek poşetini daha sıkı kavrayıp tek eliyle tutunarak, öbürü hop diye, beriki oraya buraya tutunmak zorunda kaldığı için yüzünü buruşturarak, en yuvarlak olanı da arkadan azıcık desteklenerek bindi.
Beş kişiydiler ya, bu içlerinden birinin yabancı biriyle oturması anlamına geliyordu. Ben oturamam, dedi Saime teyze. Pis mi temiz mi olduğunu bilmediği biriyle oturma fikri ona çok ama çok itici gelmişti.
Lütfiye teyze tombul gövdesiyle yabancı birini sıkıştırmak yerine kendi arkadaşlarından birini sıkıştırmayı daha doğru bulmuş ve cam kenarını kapan Macide teyzenin yanına yerleşmişti bile.
Naciye teyzeyle Saime teyze birbirlerine bakıp sessiz bir anlaşma yapmışlar ve yan yana oturuvermişlerdi.
Ben otururum, dedi Nuriye teyze. Yeni biriyle tanışıp sohbet etme fikri ona çok heyecan verici gelmişti.
Yerlerine yerleştiler. Bir tanesi hemen pembe boyun yastığını başının altına yerleştirdi. Diğeri börek kokusu otobüsün için yayılmasın diye poşetin ağzını iyice sıktı. En yuvarlacık olanı yutkundu. Öbürü koltuğun baş dayanacak yerine evden getirdiği örtüyü serdi, kolçakları da ıslak mendillerle silip kollarını yerleştirdi. Beriki yanındaki yabancı yolcuyla sohbet etmeye başladı.
Uzun boylu, uzun saçlı rehber eline mikrofonu aldı, birkaç kez” pıhhhh, ses kontroool “ deyip mikrofondan ses gelip gelmediğini kontrol etti.
Aa, ne yakışıklı çocuk, dedi Naciye teyze çapkın çapkın, benim iş kadını olacağım diye tutturup deli gibi çalışan ve bir türlü evlenmeyen torunum da beğenir sanki.
Börek ikram edeyim çocuğa, evet evet, dedi Macide teyze.
Yine yutkundu Lütfiye teyze.
Bu uzun saçları yıkaması zor gelmiyor mu acaba delikanlıya, diye düşündü Saime teyze.
Yanındakiyle tatlı sohbete devam etti Nuriye teyze.
Yakışıklı rehber tok bir sesle konuşmaya başladı:
-Sevgili hanımlar, Antalya gezimize hoş geldiniz. Benim adım İskender. Her türlü ihtiyacınızda yanınızdayım. Önümüzde uzun bir gece var, sabaha karşı Afyon’da mola vermeyi düşünüyorduk ama programımızda bir değişiklik oldu, önce Marmaris’e uğrayacağız, orada bir grup güzel hanımefendi daha turumuza dahil olacak, Afyon molamız biraz daha geç saatlerde olacak ama mutlaka olacak, sucuk yemeden olmaz, değil mi ama?
dedi ve minik kahkahalarla güldü.
Antalya nere, Marmaris nere, diye söylendi Naciye teyze, ilk defa gülümsemeden, dizlerinin ağrısı artıvermişti.
E börekler, o kadar uzun yolda yetmez ama, diye şikâyet etti Macide teyze.
Yol uzadı, kaç defa tuvalet molası verilir ki, Afyon’daki sucuk molasına kadar dayanabilir miyim acaba, diye yutkundu Lütfiye teyze.
Marmaris’e de uğranılacağı tur programında yok ama, o kadar saat bu havasız otobüsün içinde nasıl oturacağız, diye sesini yükseltti Saime teyze.
Aa, ne güzel, hiç gitmemiştim, Marmaris’i de görmüş olacağız, dedi Nuriye teyze.
Konuşması biten İskender radyoyu açıp şoförün yanındaki koltuğa yerleşti.
Sesi çok kısık İskender oğlum, biraz açar mısın?, diye sordu bir tanesi.
Hayır hayır, bence daha da kıs, zaten başım tuttu, diye karşı çıktı öbürü. Hatta tamamen kapa, bizim kafalar kaldırmıyor çocuğum, yol da uzadı zaten, diye seslendi beriki.
Hafif bir horultuyla karşılık verdi çoktan uyuklamaya başlamış diğeri, bir yandan da rüyasında kızarmış sucuk görüyormuşçasına dudaklarını şapırdatıyordu.
A, niye, ne güzeldi müzik, diye üzüldü bir başkası.
Börekler, kurabiyeler, ıslak mendiller, ağrıyan dizler, boyun yastıkları, uzak gözlükleri, memnuniyetsiz sızlanmalarla dolu kızlar otobüsü tıslayarak gecenin karanlığına daldı.
Bir cevap yazın