İlmik atılarak hazırda tutulan kalın ve tırtıllı sarmal ip, sivri ucuna tutturulduğu kalas parçasında, sarkıtılmış halde bekletiliyordu. Yoğunluğu sert esintisiyle ters orantılı, çapraz dalgalı rüzgarın basıncı, kuyruklu çember ipin içinden ve kenarından geçerek, hazırdaki asılı ipi bir yaprak gibi sallıyordu. İdam edilecek kişiden önce titremeye başlayan kalın ve tırtıllı sarmal ip, mavi gökyüzünün altında, çemberine uzanacak kalın enseli iri gırtlaklı boğazı, gönül dışı (gönülsüzce) beklercesine, bulunduğu yerde , asılı durduğu kalın ve sivri kalas parçasında, nazlı nazlı değil, göğün beyaz kanatlı mavi zemininde pike yapmaya hazırlanan kuşlar gibi hiç değil, derisi seğirip duran solgun yüzlü azılı bir suçlunun, suçluluktan ötürü yerinde duramayan bedenini andırırcasına sallanarak öylesine bekliyordu.
Tezek tepesinin arkasındaki tozlu toprak alana kurulu darağacının önünde biriken kümenin içinde oluşan yığında insanlar, olup bitecek olanı izlemenin telaşlı hazırlığında kimi zaman homurtu, kimi zamanda böğürtüyü andıran çığlık ve çığlık benzeri tiz ulumalarla, gecikmeden ötürü yüz ve bedenlerine vuran hoşnutsuzlukları dile getiriyorlardı.
Bir önceki zaman birimi, önündeki zaman birimini ileri iterek onun yerine geçiyordu. Ne olduğu ve ne olacağı sorusunun yitik yanıtlarının ardına düşen meraklı çocuklar, oradan oraya koşturup duruyordu. Bir odağa kilitlenen kitlenin doğallığında çırpınan bedensel devinimler, hayvanların ilgisini çekmiş olacak ki, bir sürü hayvan uzattıkları başlarıyla heykeller gibi alanda kıpırtısız duruyordu. Çevik hareketleriyle bilinen oğlaklar, o gün bir şey sezinlemişler gibi durgun ve hareketsizdi. Ağaçlarda yaprakları gagalayarak öten kuşların cıvıltısı kesilmişti. Anıran uyuz eşekler, dalaşmayı bırakmış, iri ve kara gözleriyle kitleye kilitlenmişti. Haralardaki at kişnemeleri azalmıştı. Ölü bir sessizliğin ürküten yalnızlığı, dolu dizgin ortalıkta hüküm sürüyordu. Sisli havayı sezen kurtlar, engelli vadilerden seslenircesine ulumaya başlamış, ara vermeden ulumalarını günboyu sürdürmüşlerdi.
Ara ve ana yönlerde mekik dokuyan, oradan oraya seğirtip tekrar eski yerine geri dönen, ortalık yerde açıktan açığa insanımsı davranışlarına giydirdiği belirsiz ve aralıklı içgüdüsel tutumlarla içlerinde biriktirdiği şeyleri kusan kitle, ağzı açık, elleri sarkıt gibi aşağıya inik halde, alanı bir sürü gibi kaplamıştı. Oynaşan minikler, kitleye sokulmaya çalışan sevimli küçük baş hayvanlar, tabloyu tamamlar nitelikte varlığını duyurmaya çalışırdı. Tozu dumana katan adsız yel, dallarda sallanan yapraklar, toprak evlerin damına kurulu kümeslerde öten horozlar, avludaki yeraltı yuvasına kaçışan tavşanlar bir şeyler sezinlemişler gibi kural dışı hareket ediyorlardı. Güneş bile soluk rengiyle büründüğü yeni ve alışılmadık görünümünde sıra dışı bir şeyin adım adım yaklaşmakta olduğunu haber verir gibiydi. Tutuk bir hava, ser verir sır vermez loş bir aydınlık, renklere küs kara bir gün ve yüzü asık bir gökyüzü… Farklı bileşkelerle kurduğu ortaklıkta bireşimin orantısız dağılımında kendini gösteren dengesizlik, insanın içini karartacak denli ağır ve hüzünlü bir hava yaymıştı alana ve ortalığa.
Kesik ama yoğun bir biçimde homurdanmasını boğuk bir uğultuyla sürdüren halk yığınından türeme bu çakma kitle, kıpırtısız ve terbiye sınırlarını ihlal etmeden olacakları bekliyordu. Derinlere gömülü ormanlık alandaki dağın yanıbaşındaki göl mavisi gözleriyle ortalık yerde dolanan yalın ayak bir çocuk, elinde tuttuğu beyaz bir kağıt parçasıyla, yığından türeme kitle içinde, kağıttaki çizili bir simgeyi anlama çabasından ileri gelen bir merakla, ciddi bir didinmenin tatlı telaşındaydı. Büyüklerinden ilgi dilenmeye çıkan çocuk, anlayışına sığındığı büyükleri sandığı bu yetişkinlerden, merakını giderecek bir yakınlık ya da güler bir yüz bulamıyordu. Kitle, durgun baraj gölü gibi kımıldamadan bekleyişini sürdürüyordu.
Asılacak kişinin görünmesiyle karıncaları andıran bir devinimle harekete geçen halk yığını, histerik ve çoşkulu dinsel ayinlerde kendilerinden geçerek varlıklarını yitiren insanlar gibi sevinç çığlıkları atmaya, dışarı fırlamış donuk gözlerle sinir nöbetlerine tutulmaya başladılar.
Kırk yaşın ortalarında, uzun boyuna sırtından eşlik eden düz taneleri belirgin saçların at kuyruğu gibi sallandığı tuhaf görünümlü, kemikleri etinden dışarıya taşmış, iri yarı dev cüsseli, yavaş hareket eden Kör Adam, giriş yolunun köye açılan ucunda belirdi. Kör Adam, darağacına yaklaşınca kitle geri çekilir bir duruşa geçti; kıyıdan uzaklaşan ardışık dalgalar gibi geri çekilmişti. Yine aynı insanlar tekrar öne çıkarak eski yerlerini aldı. Kitle içgüdüsüyle devinime geçen insanların yüz hatlarında aynı merakın şaşkınlığı buz kesilmişti. Buz kesilen donuk şaşkınlığın yerini şimdi belirsizliği ne olacağından ileri gelen tuhaf bir sevinç almıştı.
Kör Adam’ın sırt ve göğsüne iliştirilen kırmızı renkli yaftada, Kör Adam’ın işlediği suç ile bu suçun yasalardaki karşılığı olan cezanın ilgili maddeleri okunaklı harflerle alt alta dizilmişti.
Kollarında, dev gibi iri kıyım iki cellat tarafından sımsıkı kavranarak getirilen Kör Adam, giydiği uzun etekli cübbenin içinde, zamanda yolculuk yapan gizemli yaşlı bir adama benziyordu. Kör Adam, ruhsal dünyasının tinsel derinliklerinden damıtılmış gizemli bir özün ıslaklığıyla devinimi ayarlanmış ağır hareketlerle geliyordu.
Darağacında, kalın ve tırtıllı sarmal ipin ucunda çırpınarak debelenecek sağlıklı bir yetişkini görmenin tuhaf merakıyla bekleşen halk yığını çakma kitle, giderek yaklaşan görüntü karşısında düşkırıklığına uğramıştı.
Kör kalmanın uğursuz lanetine uğramanın talihiyle(!) birlikte yaşamanın acısına mahkum edilmiş “kör adam”ın suçu ne olabilirdi?
Kör Adam, gıcırdayarak inleyen tahta basamakları tıpırtılı adımlarla çıktı. Dinginlik evreninde, sessizlik denizinde, dilsiz ve sağır olan bu halk yığınının varlığını içtepileriyle duyumsayan Kör Adam, son nokta olan sehpaanın bulunduğu yere kadar varmış, keskinliği rüzgar akımlarıyla kırılmış fısıltıları duymaya başlamıştı.
Kör Adam, karşıda durup esen rüzgarın arka taraflarına düşen bir yerde, perdeyi andıran yekpare görünümüyle başı beyaz, etekleri yeşil, bitişik sıra dağlara başını çevirdi. İçgüdüsel gözlerle o bitişik ve dizili dağları izlemeye, onların mis gibi kokularını içine çekmeye çalıştı.
Kör Adam’ın aklına, kanlı savaş alanında domino taşları gibi patır patır dökülen çocuk yaştaki genç ve atılgan, inançlı savaşçılar geldi. Kör Adam, yemyeşil baharda uç veren taze filizleri kökünden kopararak kazımak olan savaşın, yeni açmış gonca gülü, dikensiz incecik dalından pervasızca koparmak olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu.
Kör Adam, savrulacak sert bit tekmenin vuruşuyla devrilecek sehpanın önünde, birbirine kavuşturduğu parmaklarıyla, bir süre öylece kıpırtısız ve kendini gizemli tinsel alana bırakılmışlığın duruşuna saldı. İyi yontulurak ve kabartılarak anlam içeren bir biçim verilmiş görkemli heykel gibi kımıltısız durduğu yerde, görmeyen ama sezen, algılamayan ama önsezileriyle kavrayan tinsel gücüyle bakışlarını kitlenin üzerinde yelin yerleri yalamasını andıran bir devinimle gezdirdi. Duyumsamanın mistik gözleriyle iletişim kurduğu halk kitlesi, onun asılışını izlemek, çırpınma ve debelenmesinde çıkaracağı inlemeyi duymak için bir araya gelmiş, alana toplanmışlardı. Ve bu kitle zaman zaman, işlemeyen duyularıyla nara atan sarhoş insanlar gibi çığlık atıyor; kimi zamanda farklı ve daha acılı bir infazın uygulanması için değişik bir cezayı talep eden haykırışlarla gürültü çıkarıyordu.
Kör Adam, sıkış sıkış kalabalığın arka taraflarında, zor seçilebilen bir yerinde, bataklıkta yanlışlıkla açan ince dallı, kırmızı yapraklı çiçek gibi duran kız çocuğuna içgörüye dayalı mistik gözleri takıldı. Yalın ayak, kıvır kıvır sarı saçları ense kökünü aşmayacak uzunlukta, ovalık yerde kurulu tek dağ biçimindeki sivri burnu, kızıllıklarla beyazlığı kırılmış soluk tenli, ince ve narin yapılı bedeniyle elinde tuttuğu gonca gülü durmadan koklayan ve öpen bir kız çocuğu kalabalığın kenarında duruyordu; o an Kör Adam, gizemli tinsel gücüyle kitleyi siyah beyaz, kitlenin kenarındaki o kız çocuğunu ise, renkli ve cıvıl cıvıl görmeye başladı. Kör Adam, o kız çocuğunu zifiri karanlık gökyüzünde parlayan tek ve yalnız bir yıldıza benzetti.
Bir ağacın oyuğunda yuva yapan kırlangıç kuşunun kapkara geceyi ve asaleti anımsatan koyuluklarla bezeli zarif görünümünü düşündü. Doksan derecelik dik açılı bir uçurumun kenarındaki kaya parçasının yarığından dışarıya uzanan çiçeğin esintiden nazlı nazlı sallanışını düşündü. Derisini değiştiren ama zehirindeki öldürücü kimi oranları değiştirmeyen küt kuyruklu, kırmızı siyah desenli yılanlar dizildi önünde. Işıltılı gülümsemesiyle kirli çıkarlarını örtebilen içtenlikli görünen, sırtlan ruhlu insanlar dizildi karşısına tek tek. Masum insanları asmaktan nasırlaşan avuçlarına merhem sürerken aylık taksitlerini zamanında ödeyebilmek için asacağı mahkum sayısını durmadan hesaplayan nasır yürekli, maymundan dönme göğsü kıllı cellatları aklına getirdi.
Göz gözü görmeyen sert ve acımasız kum fırtınasında, yakalandığı hortumda, yukarı çekilirken gözlerine dolan kum tanelerinin neden olduğu körlük, yüreğine çöreklenmiş, her zaman taze kalan bir acıyı, sürekli lav püskürten bir yanardağı, iç dünyasına dikmişti. Dağların doruğundan, tepelerin üstünden kuş sürüsü gibi aşağılara kanat çırparcasına boşluklardan süzülerek, çöldeki yılan gibi kıvrılarak gelen kum fırtınasında pestile döndüğü o günü, bir an olsun aklından çıkaramamıştı. Herkes ağlarken gözyaşı döküyordu; o ise, ağlarken gözyaşı yerine kanyaşı döküyordu. Körlükle tanıştığı o lanetli güne dalmış, içinden çıkılmaz derinliklerinde yitip gitmişti.
Kör kalmanın beraberinde getirdiği yitiklik duyumsaması, bedenindeki tüm gözeneklere sinerek, her tarafına yayılmıştı. İletişim kurmada ayrıntıları yakalama beceri ve yetisini yitirdiğinden beri, yaşamı tüm boyutlarıyla içseleştirme olanağı elinden alınmıştı. Yaşamı ve yaşamın içinde yeşerenleri güneş gibi aydınlatan gözlerden, onun kutsal aydınlatıcı ışığından yoksun kalmak, zifiri karanlıkta yaşamaya zorunlu nedenlerden ötürü katlanmaya eşdeğer bir kör çıkmazı Kör Adama’a dayatmıştı.
Kesik ve boğuk bir inlemeyi anımsatan tıpırtılı adımlarla usulca çıktığı darağacının dikdörtgen bir masayı andıran platformunda, oyalanmak için kitle ile göz göze bekleşirken, başı ve geniş omuzları büstlük bir görünümle dimdik dururyordu. Heykellik bir beden, büstlük bir baş ve bu başa eşlik eden geniş omuzların birlikteliğindeki dengeli orantı, kitleyi ilkin bir dungunluğa, hem de kıpırtısız bir durgunluğa itti. Kalabalık bir ordunun önünde ilerleyen efsanevi komutan etki ve izlenimini tetikleyen Kör Adam’ın iç dünyasındaki derin uykusunda pinekleyen yanardağlar da devinime geçmiş; Kör Adam’ı başka dünyalara sürüklemişti.
Dik açıyla yeryüzünü delen yakıcı güneş ışıklarının yağmuru altında,uçsuz bucaksız çıplak kahverengi toprak arazide, gölgelenmek için birbirine sokulan koyunlar gibi bekleşen kitle, zaman zaman sabırsızlığını, şiddet görüntüsüne duyduğu açlığını, el kol sallamayla, sıkılı yumruklarını havaya kaldırmayla belli ediyordu. Soluklaşan gökyüzünün sonsuzluğa açılan masmavi manzarasında, gri bir alan, giderek öne çıktı ve ardından göğü kapladı. Dışa açılan kıvrımlı ve yer yer sivri kenarları kızıla çalan bulut kümeleri bir araya toplanmıştı. Yan yana dizili dağlardan kurt ulumaları sessizliği yara yara, yankı yapa yapa ta buralara kadar geliyordu. Alanın kuzeybatısına düşen toprak ve kerpiç evlerin birinde, yeni doğan bir bebeğin ağlama sesi duyuldu. Tam o anda, atılan sert bir tekmenin platformun üzerine yığdığı sehpanın tiz bir çığlığı andıran gıcırtılı sesi, kulakları delip geçti. Sıralı, tepesi sivri dağların karlı doruklarının arkasında, hüzünlü gülümsemesiyle batmaya hazırlanan kan kırmızı(lı) güneş, üflenen titrek alevli mum gibi söndü; kitle, derin bir sevinç çığlığı kopardı.
Göl mavisi gözleriyle o kız çocuğunun dudaklarından şu dizeler dökülerek esen yele karıştı:
“ Kül rengi gökyüzünde,
Gagasında gül taşıyan bir kırlangıç,
Gök gürledi, şimsek çaktı;
Yıldırım düştü, gül soldu.
Gagasında gül taşıyan kırlangıç vuruldu,
Ağıt yakacak bir ozan aranıyor.”