Değerli dostum Hakan Bey’den duydum ilk defa Saramago’yu ve bu baş yapıt kitabı Körlük’ü.
Portekizli Komünist Parti üyesi olan Saramago başta bu eseri olmak üzere bütün eserlerinde
yönetim ve dini kurumların totaliter rejimlerini kendine has üslubuyla yerden yere vuruyor.
Yazar aynı zamanda 1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi ve 2010’da ölen Saramago’nun bu yıl
doğumunun 100. yılı kutlanıyor.
Gelelim kitaba…Kurgu yönüyle oldukça sıra dışı bir kitap olduğu kesin. Saramago, kurduğu
distopya ile gerçek yaşamı yani sistemi çok vurucu bir şekilde sorgulamakta kitapta.
Körlük birçok açıdan nev-i şahsına münhasır bir eser. Kitapta hiçbir kişi, şehir ya da ülke adına
yer verilmiyor. Kişiler onlara atfedilen sıfatlarla tanıtılıyor kitap boyunca. En önde gelenleri;
gözü siyah bantlı yaşlı adam, göz doktoru, doktorun karısı, ilk kör, ilk körün karısı, koyu renk
gözlüklü genç kız ve şaşı çocuk. Kitabın kapağındaki resimdeki sırayla verdiğim bu baş
karakterlerin çevresinde geçen olaylar kitabın ana eksenini oluşturuyor.
Tahmin edilebileceği gibi körlük kitapta hem gerçek yaşamdaki hem de metaforik anlamdaki
yönleriyle yazarın birbirine bağlamaya çalıştığı bir olgu.
Çevremizde birçok kör görürüz ve onların yaşama nasıl tutunduklarını hayretle ve övgüyle
gözlemleriz. Bunun yanında etraflarında görebilen insanların ihtiyaç mukabilinde her daim
desteklerini biliriz. Ayrıca görme engelli insanların diğer duyularının gelişiminin onlara kısmen
nasıl katkı sağladığını biliriz.
Gelgelelim bu kitabı okuyana kadar bütün insanların kör olduğu bir dünyada yaşıyor olmanın
nasıl bir deneyim olabileceği duygusunu bugüne kadar hiç aklıma getirmemiştim. Kitapta bütün
insanların bulaşıcı bir şekilde kör olduklarını görüyoruz. Ancak insanlar karanlığa gömülmek
yerine beyaz bir süt denizine batıyorlar. Hiçbir sağlık sorunu olmayan insanlar aniden kör
oluyorlar.
Kitapta yukarıda bahsettiğim ana karakterler ilk kör olan insanlar ve diğer insanlara
bulaştırmamaları için ordunun gözetiminde karantina altına alınıyorlar. Ancak karantina
şartlarının bırakın insani olmasını, günümüz hayvan hakları standartları düşünüldüğünde hayvani
olduğu bile söylenemez. İnsanların karantinada yemek, tuvalet, temizlik vb. en temel
ihtiyaçlarını karşılayabilmek için her türlü onur kırıcı tutumlara maruz kaldıkları ve hatta bir
grup zorba tarafından az miktarda verilen yiyeceklerin önce para ve değerli eşya sonra ise
kadınların sistematik cinsel ilişki karşılığında verildiği bölümler insanların kendi
standartlarındakilere bile ne kadar aşağılık davranabileceklerinin kanıtıydı. Bunlar körler
arasındaydı. Tabii ki gören insanların, kitapta askerlerin, körleri terk ettikleri durumlar ölümden
beter sahnelerdi. Aniden kör olan ve körlerin nasıl hayatta kalacağı hakkında en küçük bir bilgisi
olmayan ve gören birinden de destek alamayan insanların düştükleri durumları zihnimde
canlandırmak çok zor, çok yaralayıcı ve onur kırıcı oldu. Daha bir gün önce toplum içinde,
ailesinde ve çevresinde gayet saygın bir yeri olan insanlar bir anda, ulu orta tuvalet ihtiyaçlarını
gideren, en küçük bir yemek kırıntısı için birinin ölmesine sevinen, odasındaki insanlar için
vücudunu ikram etmek zorunda kalan, kısacası insanlıktan çıkıp kendini bile tanıyamaz duruma
gelen kişiler.
Saramago’nun kurduğu alegorik dünyasında her karakter, her kurum, her kişi ve her olgu o kadar
metaforik göndermeler yapıyor ki, bu öğelerin hepsi edebi analiz anlamında belki birçok
makaleye ev sahipliği yapmayı hak ediyor.
Örneğin, doktorun karısı…Kitapta görme duyusunu kaybetmediğini bildiğimiz tek karakter.
Kitaptaki körlerin dünyasını onun gözlerinden görüyoruz. Çoğu zaman görüyor olmaktan o kadar
iğreniyor, yoruluyor ve umutsuzluğa kapılıyor. Ancak belki de onun sayesinde arkadaşları ve eşi
hayatta kalıyor, yemek bulabiliyor ve sığınacak bir yere kavuşuyorlar.
Gelelim kitap analizimin en sevdiğim, en yaratıcı bölümüne. Bütün bu hikayeyle Saramago bize
ne anlatmaya çalışıyor acaba? Bir çırpıda kendi bakış açımdan eşleştirebildiğim olgular şunlar:
Kitapta hiçbir isim, yer verilmemesi, bunun yerine fiziksel özellikleri betimleyen sıfat ve tariflere
yer verilmesi yazarın bizim algımızı kişilere değil toplumsal yığınlara çevirmemiz gerektiğini
gösteriyor. İronik bir şekilde körler akıl hastanesine kapatılıyor. Acaba gerçek dünyada fiziksel
olarak görebilen ancak zulümlere, haksızlıklara, her türlü işkencelere bakar kör şeklinde tepkisiz
kalan insanların hak ettiği yer akıl hastanesi mi Saramago’ya göre? Karantinadaki körlerin
bekçisi kim dersiniz? Tabii ki ordu. Ancak körler askerlerle mi mücadele ediyor hak ettikleri
yemeği ve diğer temel ihtiyaçlarını elde etmek için? Tabii ki hayır. Askerler ihtiyaç halinde
öldürmekten çekinmiyorlar ama zaten buna gerek kalmıyor. Körlerin yukarıda bahsettiğim birlik
olmak yerine birbirlerine reva gördükleri muamele zaten insanın akıl sağlığını oynatacak cinsten.
Kitabın sonuna doğru doktorun karısı ve arkadaşları karantinadan kaçtıklarında etrafta bir tane
bir asker kalmadığını çünkü dış dünyada herkesin kör olduğunu biraz geç de olsa anlıyorlar. Bu
sefer 309 yıl sonra uykudan uyanan Ashab-ı Kehf gibi şehre giriyorlar ve yeni dünyada hayatta
kalmanın içeride karantinada olduğundan daha zor olduğunu görüyorlar. Bu bölümde doktor ve
karısı dinlenmek için insanların oturduğu kiliseye giriyorlar ve doktorun karısı bütün heykel ve
resimlerin tek gözlerin bezle sarılı olduğunu görüyor aynı yaşlı adam gibi.
Körlüğün bulaşıcı olması durumu doğal olarak en başta birçok okuyucuya saçma gelmiştir. Sonra
da kurgunun kolaycılığına bırakıp vazgeçmiştir birçoğu sorgulamayı. Ancak en mikro
çevremizden, toplumumuzdan ve en makro yönetimlere ve güçlere baktığımızda; insanların en
temel fiziksel ihtiyaçlarına, adalet, sağlık, eğitim ve özgürlük haklarına reva görülen
değersizleştirmenin her geçen gün ne derece onur kırıcı seviyelere geldiğini görmek bu körlüğün
ne derece yaygın olduğunu göstermekte yeterlidir. Pavlov’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinde
yukarıya çıkmayı her hayal ettiğimizde kurulan korku cumhuriyetiyle hep en alttaki fiziksel
ihtiyaçların karşılanması seviyesine itilmemiz körlükten başka neyle açıklanabilir?
Politik sebeplerle ülkesinden ve dini sebeplerle dinden aforoz edilen Saramago çok güçlü
metaforlar ve göndermelerle bireyler üzerinde tahakküm kuran bütün kurum ve organizmalarla
sadece bu kitapta değil bütün kitaplarında çok yoğun bir mücadele içerisinde olmuştur. Peki
mücadelesi insan hakları ve özgürlüğü önceleyen rejimlere ve dinin bireyle yaratıcı arasında
olduğu inançsal formlara rağmen miydi? Sadece bir kitabını okumuş biri olarak buna şu anda net
bir cevabım yok ama bu kitaptan aldığım yoğun enerjiyle şimdilik sanmıyorum diyebilirim.
Bir cevap yazın