
Kış yeni başlamıştı, soğuk kendini yavaş yavaş hissettirirken evin babası bu seneyi nasıl geçireceğini hesaplamaya başladı. Malum zordur kışlar, yaza benzemez. Odun ister kömür ister, ister de ister. Hep senin vermeni bekler. Her sene bir şekilde geçiyordu ama bu sene diğer senelerden başkaydı hem de çok başka. Çünkü bütün dünyayı etkisi altına alan salgın hastalık musallat olmuştu insanlığın başına. Ülkeler birer birer önlemler almaya başladı, sınırlar kapandı, ticaret durdu sokağa çıkma yasakları, maske mesafe derken şimdiye kadar alışkın olmadığımız bir durumla karşılaştık. Herkesin ezberlediği sihirli bir kelime ortaya çıktı “evde kal” Sağlığını korumanın en etkili yolu evde kalmaktı. Çok güzel, evde kalalım kalalım da, karnımız nasıl doyacak diye kara kara düşünmeye başladı baba. Ama çocuklarına yansıtmadan hanımıyla bir çare bulmaları lazımdı bu duruma, ama nasıl?
Kıyıda birikmişleri de çok yoktu çünkü ikisi de birçok insan gibi gündelik çalışan ve günlük yaşayan insanlardı. Baba garsonluk yapar, anne evlere gündeliğe gider böylelikle geçimlerini sağlarlardı. Fakat bir son dakika kararı ile mekânlar kapandı, baba işsiz kaldı. İnsanlar evlerine kimseyi kabul etmedikleri için anne de gündeliğe gidemez oldu. Çocukların okul kapalı, uzaktan eğitim için internet, tablet bilgisayar lazım. Gelen kış, faturalar bir yandan derken, baba çıkmaza girdi. Gerçekten çıkar yol bulmak imkânsız gibi görünüyordu. Ah çaresizlik, ah yoksulluk gözün kör olsun. Ne yapacak bu insanlar şimdi. Çaresizlik gerçekten çok zor, elinin kolunun bağlı olması ve hiçbir şey yapamama duygusu tarifsiz.
Baba çocuklarına çaktırmamak için iş bulduğunu söylemişti. Her sabah evden çıkar akşama kadar dolaşıp eve gelirdi. Ama değişen bir şey yoktu, cebindeki para günden güne erimeye başladı, markete gitmeye korkar oldu. Market demek para demekti, hele bu dönemde önünden geçmek cesaret istiyordu. Her baba çocuklarına istediğini almak ister, ama dışarı çıkarken istediğiniz bir şey var mı demek çok zordu. Çünkü biliyordu ki şunu alır mısın babacığım deseler alacak gücü yoktu. O an işte tam da o an, babaya dünyanın en ağır işkencesini yapsalar canı bu kadar yanmazdı. Evin annesi karınca misali ne varsa yetiştirmeye çalışıyordu. Çocuklardan birisi sordu, anne neden biz her gün makarna yiyoruz? Cevabı olmayan dünyanın en zor sorusu. Bunlar daha iyi günlerimiz diye geçirdi anne içinden ama cevabını o da merak etti bu sorunun. Sahiden neden her gün çocuklarına makarna yediriyordu? Niye böyle olmak zorundaydı, hayat niye bu kadar adaletsiz, niye bu kadar acımasız, sorular böyle çoğalıp giderken buna şükür diyip kestirip attı kafasındaki olumsuz düşünceleri.
Akşam oldu, baba eve geldi, çocuklar koşup sarıldılar babalarının boynuna. Günün nasıl geçti baba, çok yoruldun mu? Hayat yormuştu babalarını, çocuklarının istediğini alamamak, onlara yalan söylemek ve en kötüsü de bu duruma ne zaman son vereceğini bilememek. Anne sofrayı kurmuş, dolapta kalan son kıymayla da köfte yapmıştı. Çocuklar için büyük sürprizdi bu, günler sonra boğazlarından et geçecekti. Çok mutlu oldular, o gün evde bir bayram havası çocuklar çok neşeli. Anne baba birbirine baktı, tabaktaki köfteler çok sayılmazdı çünkü. Anne yaparken yediğini söyledi baba ise tokum dedi. Yemekten sonra ev soğumaya başladı, doğalgaz kesilmişti, darbe üstüne darbe geliyordu. Bugün gaz, yarın elektrik, su, kira derken durum daha da işin içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamıştı.
Rahmetli babasından kalma gözü gibi bakıp, yıllardır sakladığı altın köstekli saati satacağı aklının ucundan bile geçmezken şimdi başka çaresi kalmamıştı. Ertesi gün ilk işi bu oldu, zaten yapacak başka işi de yoktu. Ayakları gitmek istemese de kuyumcuya gelmişti. Kuyumcu altın sarrafı olduğu kadar, insan sarrafıydı da hemen anladı yüzünden bir şeyler olduğunu. Öyle ya herkes parası olduğu için gitmez kuyumcuya, ne hikâyeler saklıdır o dört duvar arasında. Buyurun beyefendi şöyle oturun ne ikram edelim size, yok sağ olun bir şey almayayım. Şey… Benim bir maruzatım var, tabi buyurun efendim nedir? Cebinden mendile sarılmış, buram buram babası kokan saati masaya bıraktı. Kuyumcu mendili açtığında özel bir şey olduğunu hemencecik anladı. Ne kadar tutar bu diye sordu titrek bir sesle? Kuyumcu biraz inceledi ölçüp tarttıktan sonra en fazla bir aylık ihtiyacını karşılayacak rakamı söyledi. Yapacak bir şeyi yoktu mecburen kabul etti. Ama içi kan ağlıyordu, sattığı sadece saat değil, anılardı, yaşanmışlıklardı, babasının ona bıraktığı geçmişiydi. Ve gözü gibi baktığı geçmişinin, geçimi sağlayacak olması onu kahrediyordu.
Bir ayı da böyle kurtarmıştı ya sonra? Sonrasına sonra bakarız diye iç geçirdi. Ama aklı halen daha babasındaydı. Aklını da kalbini de orada o saatin içinde bırakmıştı. Yokluk zordu ama anılardan vazgeçmek yokluktan daha zordu. Tek tesellisi çocukları ve ailesi için yapmış olmasıydı. Böyle diyerek rahatlattı kendini. Faturaları ödedi, kirayı yatırdı evin eksiklerini giderdi. Bütün bunları yaparken babası hep yanındaydı, elinden tutuyordu onun tıpkı çocukken olduğu gibi. Çocukken de öyle yapmaz mıydı zaten elinden tutup istediğini alır, bir dediğini iki etmezdi. O da şimdi bir babaydı ve çocuklarının istediğini kısa bir süre de olsa yapabilecek olmanın iç huzuruyla evin yolunu tuttu.
Bir cevap yazın