– Hocanım, çoluk çocuk, torun, torba, bi Köroğlu, bi Ayvaz, tam yüz on iki kişilik bi aileyiz biz, demişti kavanoz dibi gözlük camlarının ardındaki mavi gözlerini devirerek Ali Amca.
– İnanmıyorum, sen benimle dalga geçiyorsun Ali Amca, dedim hafif sitemli.
– Yok vallahi hocam, altı gız, iki oğlan, öndeki garından. Üç oğlan iki gız da bu garından, etti mi sana on üç tane çocuk? Bunların hepiciği evli. Çocukları var kırk iki tane. Bi gızımın hiç çocuğu olmadı.
-Amanııın, buna rağmen mi kırk iki torun? Dedim.
-Daha duur! Ben torunumun torununu gördüm hocanım, ne diyon sen?
Ağzım bir karış açık… Hesabı çoktan şaşırdım ben. “Ondan o kadar, bundan bu kadar, bir Köroğlu bir Ayvaz” diye sayıyı tutturdu vallahi doksan beş yaşındaki kurt. Bu arada ‘Köroğlu’ karısı, ‘Ayvaz’ da kendisi oluyor. Odada bir yetişkin adam daha var.
– Bu da benim ilk garıdan küçük oğlumun oğlu, diye tanıttı onu da. Şaşırdım kaldım. Neredeyse elli yaşına yakın adam.
Hesap faslı bitince sohbete hal hatır sorarak devam ettik. Onlar da beni merak ediyordu. Neler yapıyordum? Kiminle evliydim? Mutlu muydum? Çocuklarım var mıydı? Neden yalnız gelmiştim? Kocam niye gelmemişti? Art arda sordular, sordular. Benim her cevabına bir sözü vardı Ali Amca’nın. Vay efendim niye geç evlenmişim. Niye geç çocuğum olmuş? Hele hele en çok şaşırdıkları konu, biri otuz diğeri yirmi yedi yaşında olan çocuklarımın neden hâlâ bekar olduklarıydı. Anlatmaya çalıştım yavaş yavaş:
-Bizim çocuklarımız üniversite okuyor Ali Amca. Geç evlenir çocuklar bizim oralarda, dediysem de kafasını iki yana sallayıp ağzıyla “cık, cık” cıklıyordu sürekli. Yalnız,
-Eşimi üç yıl önce kaybettim, deyince üzüldü. “Deme yavv!”, derken dizlerine vuruyordu bir eliyle.
O yörede çocuklar erken evlendirilir. Pek zorunlu olmadıkça anadan babadan ayrılıp ayrı bir eve çıkmazlar. O nedenle bir aradadır “oğlan, kız, torun, torba”. Ayıp sayılır üstelik, ata evinden ayrılmak o zamanların Afyon’unda. Şimdi öyle değil. Yine geliniyle oturan ailelerse ama iş bulup çalışanlar, il dışına gidenler ayrı eve çıkıyorlar.
-Buban ne edip ne işleyo hocanım? Gardaşın varıdı. Tayyare elbisesiynen geldiydi köve. Ben bildim onun talebe olduğunu emme kövlülerden kimi polis sanmış, kimi komutan. (Gülmekten ölüyoruz. Öyle güzel konuşuyor ki.)
Ben köye atandığımda küçük kardeşim hava harp okuluna yeni girmişti. Afyon o tarihlerde bağnaz bilinirdi bizim buralarda. Ailem, beni korumak için akılları sıra köylüye gözdağı verip korkutacaklar da köylüler bana kötülük etmeye cesaret edemeyecekler. Yer mi yılların kurdu Ali Amca.
İlk göreve başladığımda bir bakkalı vardı Ali Amca’nın. Köyde elektrik olmadığı için, el fenerinden muma, lüksten gaz lâmbasına kadar ne ararsanız bulurdunuz gıdanın yanı sıra. Gaz lâmbası olur da gaz yağı olmaz mı? Vardı elbette.
Ticarî kafası müthiş bir adamdı üstelik. Ailemin yanına gitmek için yola çıktığım bir bayram arifesinde, bana, dönüşte birkaç teneke zeytin yağı ve yirmi kilo zeytin getirmemi söylemişti. Nasıl getireceğini düşünemedi sanırım.
– Benim arabam mı var Ali Amca, nasıl taşırım onca yükü? Deyince,
-Sırtınnan mı taşıycen? Otobos getircek, demez mi?. Öldüm gülmekten.
Ben kötü niyetliyim anacığm. Meğer adamcağız geliş-gidiş yol paramı çıkarayım diye istermiş, kendisi için değil. Şaka maka köyde çok sevip saydığımız bir büyüğümüzdü rahmetli Ali Amca. Nam-ı diğer Tatar Ali. Köylünün neden öyle dediğini bilemem. Hiç araştırmak da aklıma gelmedi. Bildiğim bir şey varsa köy halkından farklı olarak eğitim ve öğretime önem verir, özellikle torunlarını okutmak için baskı yapardı çocuklarına. Memura, diplomalı insanlara saygı duyardı. Saygısızlık yapılmasına izin vermezdi. Köydeki birkaç koruma kalkanımızdan biriydi velhasıl.
Öldüğünü çok sonradan öğrendim. Yaşlıydı, nasılsa ölecekti bir gün. Ama değer verilen biriyse yitirilen gönül öyle söylemiyor işte. Işıklar içinde uyu Ali Amca. Ruhun şâd, mekânın cennet olur inşallah.
Yasemin Evren
Kuşadası
Bir cevap yazın