Aralık ayının son günlerini yaşadığımız bir kış günü işe geldiğimin sabahında başımdan hem komik hem de dramatik bir olay geçti. O sabah memurların arabalarını bıraktığı, gülüp eğlendiği, hava aldığı ama benim ise yalnızca sigara içmek için kullandığım iş yerinin bahçesinde öylece bekliyordum ama inanın neden beklediğimi de bilmiyordum. Hava da nasıl soğuk, sere-serpen yağıyor, garip bir şeylerin olacağını hissetmişim ki üşümem gerekirken terliyordum. Cebimden sigaramı çıkardım. Çakmağımı da. Yakmak üzereydim ki kapıdaki güvenlik,
- Vatandaş sizi bekliyor, diye seslendi.
Kapıya baktım sigaraya da. İşyerinin kapısından içeri girdikten sonra masama geçtim ama vatandaş daha üzerimi bile çıkarmama izin vermeden:
- Yarım kalan evrakların işlemi bittiyse evrakları teslim almak istiyorum; bitmediyse işlemi bitirirseniz iyi olur, dedi.
Düşünün sabahın sekizi bana iyi olur diyor. İşin açıkçası daha işe başlar başlamaz beni tehdit ediyor. İçimden bitirmezsem ne olacak diyeceğim ama biliyorum ki öleceğimi bilsem bunu diyemem sadece ona değil hiç kimseye diyemem. Beyefendi saat sabahın sekizi biraz sakin olun bitireceğim yalnızca sabredin, diye hemen lafı yapıştırayım dedim, nafile. Bu arada çaycı kahvemi getirmişti. Bir yudum aldım. Vatandaşa baktım. İstesem ona da kahve getirttirebilirdim ama bunu yapmadım çünkü içimde ona karşı bir düşmanlık beslemeye başlamıştım.
Böyle düşündüğüme bakmayın ben kötü bir adam değilimdir. İyi biri olmasam kendime gelmem uzun sürebilirdi. İlk baştaki asabiyetim yavaştan kaybolmaya başlamış kafamdaki vatandaşa dair kötü düşünceler de uçup gitmişe benziyordu. Bunlar olup biterken vatandaşın işlemlerine başlamamıştım. Paltomu, ceketimi ve hırkamı çıkardım. Bu arada vatandaş da bana işlemleri hakkında kısa sorular soruyordu. Kısa cevaplar vererek geçiştiriyordum. Bir ara vatandaşın gözünün kravatıma takıldığını fark ettim. Önce bunu pek önemsemedim ve işlemi yapmaya devam ettim. Evraktaki yazıları okumak benim öyle güçtü ki çekmecemdeki büyüteci almak için eğildim. Ne göreyim, vatandaş hala kravatıma bakıyordu. Ona baktığımı görünce hiçbir şey olmamış gibi başını iki yana çevirdi. Büyüteci aldım almasına ama o anda içime öyle bir telaş düştü ki suratım bir anda ölü gibi sarardı. Kalp atışlarımı duyuyordum. Ellerim titremeye başlamıştı. Kravatıma bakamıyordum. Kravatıma neden dikkatlice bakmıştı? Sabah kahvaltısında işkembe çorbası içmiştim acaba fark etmeden kravatım çorbaya mı dalmıştı? Ya da olması gerekenden daha mı uzundu? Rengi mi kötüydü? Kaç zamandır yıkanmadığı aklıma geldi. Rengi de solmuştu bunu biliyordum ama bu kimsenin dikkatini çekmemişti. Daha farklı bir şey olmalıydı. Bir yandan iş yapıyorum bir yandan da bunlar kafamda dönüp duruyordu. Vatandaş kravat hakkında da hiçbir şey söylemedi. Söylemedikçe daha da acı çekmeye başladım. Söylesene be adam neden bekliyorsun diyecektim, sustum. Aslında bu sözü söyleyecek cesaret bende ne gezer. Gözlerine bakmaya çalıştım, bakamadım çünkü kendimi hep böcek gibi ezilmeyi bekleyen bir canlı gibi görüyordum. Bakabilseydim bana belki de hiçbir şey söylemeyecekti.
Bu arada gözlerini bana dikti ya da bana öyle geldi. Halüsinasyonlarımdan biri miydi, atak mı geçiriyordum. Bir an durdum. Nöbet geçiriyordum, bu kesindi. Adam kravat hakkında tek kelime etse üstüne atlayıp olay çıkartacağımı düşündüm. Hemen çekmecemdeki ilacımı aldım. Adama bir şey demeden masamdan ayrılıp lavaboya gittim. Lavabonun kapısını kilitledim. Diğer ilacı da aldım. Biraz bekledim soluk alıp verişim normal seviyeye gelince aynaya baktım. Kendime az da olsa gelmiştim. Biraz olsun rahatlayınca masama doğru yürümeye başladım.
Masama gelip oturdum. Adama baktım, yüz ifadesi garip bir hal almıştı. Sanırım kravat hakkında yorum yapacaktı. Buna moralim bozulmuştu. Moralimi bozan asıl şey adam değildi çünkü lavaboya gittiğimde kravatıma bakmayı unutmuştum. Artık adam ne derse haklıymış gibi gelmeye başladı. Beklemeye başladım. Bu durumda beklemek insanı daha da acındıracak bir duruma sokar. Daha da büyük acı çekeceğimi bile bile bu durumdan kurtulmak istiyordum. Söylese her şey geçip gidecekti belki de. Bir yandan söylese diyorum bir yandan da söylemesin istiyorum. Bendeki bu hastalıklı ruh hali beni içten içe esir almaya başlamış olsa gerek farkına varmadım. Adamın bana neden baktığını ve bana diyebilecek şeyi kendime söyleyip ona cevaplar veriyordum. O kadar sinirleniyordum ki yüzüm şekilden şekle giriyordu. Ne yapacağımı düşünürken, teslim edeceğim evrakın işlemlerini uzattıkça uzatayım dedim. Böyle fiyakalı tiplerin hep yetişeceği bir yer vardır. Gün boyunca yerinde oturmazlar. Bir işi bitirip başka bir iş için başka müşteri avına çıkarlar. Belki adamın yetişmesi gereken bir toplantısı vardır bana da siz işlemi bitirin ben daha sonra uğrayıp teslim alırım der, diye düşündüm. Ben de diğer gün hasta numarası yapar evrakları da başka biri teslim ederdi. Bu fikir bir anda kafamda şimşek gibi çaktı. Bir an mutlu hissettim. Deli dibiydim. Bu arada görünürde bir şey olmadan gülüyordum. İşi uzattıkça uzattım. İşin bitmesini istemiyordum ama o benden daha inatçı çıktı. Bir türlü beklediğim sözcükler ağzından çıkmıyordu. En sonunda ayağa kalkıp:
— Be adam niye bekliyorsun fark etmedin mi daha senin iş yarına kaldı, diyecektim ama vazgeçtim.
Adamdan korkmuştum. Üzerindeki takım elbise ve konuşmalarındaki sıra dışı bir içtenlik olsa da adam cüsseli, kalın bilekli, vurdu mu oturtacak biriydi. Bu gibi adamlar kendini kolay belli etmez. Ortalıkta tam bir beyefendi gibi gezerler. Herkese nazik davranırlar, yardımcı olmaya çalışırlar ve kedi gibi masum görünürler. Üzerlerine geçirdikleri o şık elbise ve dilini kullanmadaki ustalıklarının altına gizlenmiş canavarı kimseye göstermezler. Belki de bu canavardan kendilerinin bile haberi yoktur. İşte böyle tiplerin asıl benlikleri onların küçük gördükleri alt sınıf tabakalarıyla girdikleri tartışmalarda birden ortaya çıkar çünkü bu tipler alt tabakadaki insanları ancak kendi içine gizlenmiş canavarla alt edebileceğini düşünürler. Alt tabakadaki insanların yanında da böyle tartışmalar dışında yine de göstermezler bunu ama onların bulundukları ortama da pek girmemeye çalışırlar. O ortamlara girmek zorunda kaldıklarında Tanrısal eminlik kendilerini diğerlerinden hemen ayırır. Neredeyse kafamda kısa sürede roman yazacaktım ki adam öksürdü. Birden irkildim.
Ne yapıyorum, neredeyim ben? Kafam karmakarışık olmuştu. Garip düşüncelerin boyuna kafamda uçuştuğunu fark ettim. Kısa bir süre durdum. Adam hala bekliyor, gidecek gibi de görünmüyordu. Çaresizdim. En sonunda işini bitirmeye karar verdim. Ne olacaksa olsun dedim. Rezil biriydim. Daha da rezil olma isteği içimde uyandı. Gururum bir anda uçup gitti. Sonunda işini bitirdim. Yerimden kalkmadım. Evrakı masanın üstüne koydum. Hafifçe başımı kaldırıp vatandaşa baktım. Hala kendimle konuşuyordum. Yaptığım bu iş ölmeden önce son isteğimmiş gibi geldi. Son isteğimde yerine getirilince adamın cebine sakladığı tabancayı çıkarıp beni vuracağı ve sonra kimsesizler mezarlığına gömecekleri aklımın ucundan geçti. Acaba denize mi atmalarını mı rica etseydim ama kabul etmezlerdi benim gibi ezik birinin denizi kirletmekten başka işe yaramayacağını söylerlerdi. Her şeye hazırlandım. Sonunda adam cebine sakladığı tabancayla beni vuracak diye düşünürken vatandaşın hafifçe tebessüm ettiğini fark ettim. Neden tebessüm ediyordu ki yoksa bana acıdı mı? Vatandaşın gözünde iyice küçüldüğümü hissettim. En sonunda teslim oldum. Vatandaşın ayaklarına kapanıp beni affetmesini onun asil ve soylu biri olduğunu, benimse toplum katında bir hiç olduğunu haykırmak istedim. Ben yalnızca bir hiç olsam buna bile sevinebilirdim ama ben niye dünyaya gelmişim onu bile bilmiyordum. Sonunda kendimi toplumdan soyutlayıp, odamdaki perdeyi kapatıp orada ölene kadar yaşamam gerektiğini düşünmeye başlamışken, vatandaş:
— Beyefendi iyi misiniz, dedi.
Kendime geldim ama hemen cevap veremedim. Öksürmeye çalıştım onu bile beceremedim. Vatandaş:
— Su için, dedi.
Gerek yok dedim ama artık tüm her şey kontrolümden çıkmıştı ki ağzından şunlar döküldü:
— Beyefendi çok teşekkür ederim. Devlet daireleriyle o kadar çok işim olur ki ama sizin kadar sessiz sakin birini görmedim. İşinizi yaparken ki titizliğinize de diyecek yok.
Sonuna şunu da ekledi:
—Kravatınız rengi ne kadar hoş. İnanır mısınız gözümü alamadım.
Adama baktım sonra kravata… Tekrar baktım adama, dönüp kravata da baktım. Delirdim diye düşündüm. Keşke cebindeki silahı çıkarıp kafama sıksaydı. Oracıkta kanlar içinde uzansam, kadınlar çığlık atsa, erkekler hemen koşup etrafımı sarsaydılar. Biri polisi arasa, başka biri ambulansı… Adamın bana söylediği söz hiç söylenmemiş olsaydı. Çok geçti çünkü delirmiştim.
Bir cevap yazın