“Soyunu sopunu s…!” diye söylendi yatak odasına giderken. Kendini yorgun, komodinin yanına, yatağın kenarına bıraktı. Çekmeceden dede yadigarı bıçağı ve biley taşını çıkardı. Çocukluğundan beri en sevdiği şeydi. Dinlendirirdi.
Dikkatlice dinlerdi dedesini
“Bak evlat” derdi; “Önemli olan usulüne, geleneğe uygun kesmek kurbanı. Önce bıçağını iyice bileylicen. Körelmiş bıçakla salatalık bile kesemezsin. Üç bacağını da bağlayacaksın ve mutlak tekbirle başlayacaksın kesmeye. Gözlerini de bağlamayı unutma ha!”
Naciye mutfakta yerde yatıyordu.
– Kalk yerine zıbar yat, diye bağırdı Süleyman yatak odasından. Yalandan ağlama bana!
“Ağlasın. Ağlasın ya. Azıcık acısın tabi canı. Acısında aklı başına gelsin. Bu kaçıncı aptallığı. Bin dereden su getirdiydi babası. Benim kızım köyün en güzeli diye. Güzellikle avrat olunsaydı!”
Bıçağını özenle yerine koydu. Süleyman yıllardır bıçağını, Naciye acıdan öfkeye öfkeden nefrete dönüşen kinini biliyordu. Kalktı yattığı soğuk zeminden Naciye. Gözyaşlarını sildi. Sızlayan gözüyle yanaklarıyla son bir kez daha bileylendi. Ardiyeden aldığı urganı elinde sımsıkı tutuyordu.
Anası “Herifin it olsun, getirdiği et olsun” derdi. Babası kurban kestiydi gelin olurken. Kocası kurban kesti Naciye kadın olurken, bebe rahme yerleşirken… Naciye koca evinde ete doyuyordu. Ev kana doyuyordu bebe düşerken… Naciye bir gözünü kaybederken… Kurban kesiyordu Süleyman, hapislikten yırtarken… Naciye’nin eti çürüyüp odalar da kokarken, yeni bir kurban diyordu ev. Her kurbanda anlatırdı Süleyman bıçağını bilerken.
“Kör bıçakla salatalık bile kesemezsin haa.”
Naciye tek kalan dayaktan kıpkırmızı olmuş bulanık gözüyle ilerliyordu ayaklarını sürüye sürüye odaya. Süleyman’ın uykusu ağırdı. Biliyordu. Urganı yavaşça sarıyordu. Naciye gelin geldiği günden beri yatak odasındaki komodinin çekmecesinde duran bıçağı ilk defa eline almış, biliyordu…
“Üç bacağını bağlayıp kıbleye doğru tekbirle” diyordu ses..
Bir cevap yazın