Havadar bir mezarlıktan kuşlara ekmek atıyorum.
Öyle bir çağdayız ki balık olsan unutamazsın. İspanyol bir oyun yazarının şiirsel protestosuna yakınlık duyuyorum. Kayıkların altındaki kedilere, her mevsim gövdesinde yeni izler doğuran ağaçlara. Sevimsiz birer gölge olan insanlara değil. Serseriliğin kendinden habersiz anarşisinde geceler gördüm. Dişi bir kurt gibi uluyarak aya baktım. Şarap ve tütünden kararmış dilimde olası öpüşmeleri katlettim. Sokrates in son anlarında ordaymışım gibi felsefeyi ziyan ettim.
Adımın hükmü yok bu şiirde. O gün olduğu gibi bu gün de kararı veren kalabalık rakamlardan ibaret. Atina da o gün o mahkemede Sokrates’i yargılayan kalabalık 500 kişiydi. 280 kişi Sokrates’in suçlu olduğu kanısına vardı. Pnika tepesinde toplanan Atinalı erkekler yani devlet meselelerle ilgili oy kullananlarda aranan özellikler vatandaş olmak, sağlam bir zihne sahip olmak ve kimseye borcu olmamaktı.
Sağlam bir zihni kanıtlayan şey ise düz çizgi üzerinde yürüyebilmek ve adını doğru söylemekti. Bugün milyonlarca insanın kaderini belirleyen çoğunluktan pek bir farkı yok. Ve ben kendimi ezberlenmiş çaresizliğin ortasında toplum tarafından kabul görmemenin tuhaf tadıyla kurban ederken yüzlerce yıl önce bu gün söylediklerimi söylemiş olan Sokrates’e gülümsüyorum…
Pek çok insanın önem verdiği şeylerle uğraşmadım. Örneğin; para kazanmak, mülk edinmek, şeref madalyaları kazanmak, güçlü bir konuma gelmek, kentleri izde kurulan parti ve kulüplere katılmak gibi şeylerle hiç ilgilenmedim .
Bir cevap yazın