Eğer sizlere bir merhaba demeden başlamak kabalık olacaksa: “Merhaba ben Sus”.
Hacı dedemin sağ kulağıma üflediği isim Sus değil elbet, beni daha zahmetsizce tanıyın diye
seçtim bu ismi.
Dünyaya gelişimin şerefine o meşhur tokadın çıplak bedenimde şaklamasından hemen
sonra attığım çığlık yarım kalmış. Herkes bir terslik olduğunu anlayıp telaşa düştüğünde
benim dışımda kimsenin şahit olmadığı, kişisel tarihimde “dil mühürleme olayı” olarak yer
alacak eylem gerçekleşmişti. Neden bilmem ama sizin anlayacağınız/benim anladığım
dünyaya gelir gelmez sus dendi bana, sus!
Dünyaya açtığım gözlerim şaşılıktan çıkıp etrafı netleştirdiğimden, annemin babamın
türlü şaklabanlıklarına gülümseyip geçtiğimden beri, -öyle agulu falan deği-l bildiğin
adamakıllı, yüklemli, özneli, tümleçli cümleler kurabiliyorum. Yapılan iş, işi yapan kişi,
yer/zaman mühim tabi! Böyle itinayla kurduğum cümleleri seslendirememek ne demek bilir
misiniz? Dilimdeki mührün paslı tadı içimdeki cümleleri bir çırpıda duyuruverme hevesimi
kursağımda bırakıyor. Sus olduğumu hatırlatıyor.
İnsanız işte nelere alışmıyor, neleri kabullenmiyoruz ki! Ben de alıştım, kabullendim
hatta inanın rahat ettim, çok rahat ettim. Böylece cezam dediğim durumun aslında lütfum(!)
olduğunu fark ettim. Elbette bu bir anda olmadı. Çok kıvrandım, çok sızlandım, çok ağladım.
Hemen yanı başımda duran mağduriyet giysisini üstüme geçirdim. Üstelik cuk diye oturdu! O
giysinin içinde dilimin mührü sökülene kadar yas tutabilir, üstüme yağan merhametle
beslenebilir, yaptığım her şeyden herkesin affına sığınabilirdim. Ama o gün yaşananlardan
sonra o giysiyi bir çırpıda çıkarıp attım. Kimsenin affına da merhametine de ihtiyacım yoktu.
…
Şehrin sisin gizemine büründüğü bir sabah, polis sirenleriyle uyandık. İkinci kat daire
üçte oturan Bay K. üzerinde saten röpteşambırı, evindeki madalyonlar, heykelcikler,
mühürler, figürler, bronz sikkecikler ve dedektörler ile birlikte polis arabasına bindirildi. Bay
K’nin tarihi eser kaçakçılığından gözaltına alındığı haberini duyalı yarım saat olmamıştı ki
karanlık arabalarla karanlık adamlar doldu apartmanımıza. Bay K’nin mutfağı sorgu odasına,
salonu ifade sırasını bekleyen şüphelilerin bekleme salonuna dönüşmüştü. Herkes tipiye
tutulmuşcasına tir tir titriyordu. Siyah takım elbiseleri ve bellerindeki silahlarla öfkeli adamlar
çevirmişti etrafımızı.
Bay K’nin ani gidişiyle on bir kişi kalan apartmanımızda biri yatalak, üçü beş yaş altı
ve biri de bendeniz – Sus olduğum için- bol vurdulu çok kırdılı sorgudan muaf olmuştuk. İhale
altı kişiye kalmıştı. Daire dörtte oturan Almancı yaşlı karı koca yazdan yaza bir aylık izne
geliyorlardı. Üstelik bu yıl olay günü sabaha karşı girmişlerdi evlerine. Henüz bavullarını bile
açmamışlardı. Elbette “siz onca yoldan geldiniz buyurun dinlenmenize bakın, aradığımız
muhbir siz olamazsınız” minvalinde bir muameleyle karşılaşmadılar. Onlar da önce ayrı ayrı
sonra birlikte o karanlık odaya alındılar. Saatler sonra kızarmış gözleri, dağılmış saçları ile
hırpalanmış bir şekilde odadan çıkmışlar, canlarını kurtarmanın minnetiyle torunları
yaşlarındaki mafya kılıklı sorgucuların ellerini öpmeye kalkışmışlardı. Onlar aklandıktan
sonra geriye dört kişinin ikamet ettiği daire altı kalmıştı. Evin reisi (!) Sığıntı İzzet, her
adımıyla apartmanı yerinden sallayan karısı Gümbür Melahat, evin tüm idaresini eline alan
kayınvalidesi Cin Sebahat ve elinden kumandayı ağzından sigarayı eksik etmeyen
kayınbiraderi Yangelyat İsmet daire altının sakinleriydi. Sorgu odasına ilk olarak Sığıntı İzzet
alınmıştı. Söylenenlere göre Sığıntı İzzet neyle suçlandıklarını öğrenir öğrenmez suçu kabul
etmişti. Tüm aile birkaç dakika içinde itile kakıla kocaman karanlık arabanın için tıkılmıştı.
Sorgu odasından ağzı yüzü kan içinde çıkan İzzet’in yüzüne asılı kalan zafer gülümsemesi
hepimizi şaşkına çevirmişti.
Bense olaydan sonra iki güneş doğumu bir güneş batımı uyuduktan sonra uyandım.
İçimdeki şarkıların neşesini Sığıntı İzzet’in hayatından vazgeçişinin arabesk melodisi
gölgelese de uykusuz gecelerimin sonunda gelen zaferi kutlamalıydım. Mükellef bir
kahvaltının ardından akşam için hazırlıklara giriştim. Duşumu aldım, tıraşımı oldum,
giyindim. Kravat bile taktım. Aylardır sabahlara kadar üzerinde paket paket sigara, demlik
demlik çay tüketerek sokağı izlediğim, her gölgeyi, her hareketi, her giren çıkanı sayfa sayfa
not aldığım mutfak masamı kutlama masasına dönüştürdüm.
Bebeklikten beri kurduğum, yapılan işi, işi yapan kişiyi, yeri/zamanı eksiksiz olan
cümlelerim, isimsiz bir zarfın içindeki yolculuklarının sonunda nihayet bir çırpıda
duyulmuşlardı! Bense yıllardır beklediğim fırsatı zaferle taçlandırmamı, Sığıntı İzzet’in son
dakika çalımına rağmen kutluyordum. Uyandığımda, sökülen mührün paslı tadının zaferin
tadını buruklaştıracağından habersiz.