Salı pazarının girişinde peynirci gözüme çarpıyor. Annemin peynircisi. Hemen yanında da zeytincisi, sebzecisi, meyvecisi… Kalabalığın içine giriyoruz. Ayakkabı alınacaktı bugün bana. Şimdiye kadar bir defa geçti ayakkabının konusu. İnşallah unutmamıştır sözünü. Akşama okulun bahçesinde çok önemli maçım var. Topumun da havası şişecek.
Saçlarımı dağıtarak, güya beni seven amcalardan sıkıldım. İkide bir ‘Bu okula gidiyor mu?’ diyen teyzelerden de gına geldi. Az ilerideki oyuncakların rengine takılıyor gözlerim. Küçük arabalar, hayvanlar, çizgi film kahramanları… Annem tülbent bakıyor kendine. Her hafta bir tane alıp kenarlarına oya iliştiriyor. Sanatçı gözüyle ve ciddiyetiyle işliyor tülbentlerini. Komşularla yaptıkları altın günleri de onun için tam anlamıyla sanatını sergileme fırsatı bulduğu galerisi.
Pazarın içinde her hafta kayboluyoruz. Aynı anda ikimizin ilgisini farklı şeyler çektiğinde ellerimiz ayrılıyor. Kafamı yukarı kaldırıp, pazarın içinde heyecanla, tülbentlerden anneminkini ayırt etmeye çalışıyorum. Annem sanıp, yanına gittiğimde başkası çıkıyor. Bir süre sonra aramaktan sıkılıp doğru, halamların evinin yolunu tutuyorum. Ayakkabı işi de yalan oldu. Hayattan bıkmış, kafam öne eğik, bayır yukarı çıkıyorum. Şu istediklerim, bir kere de anında oluversin. Ne olmuş yani. Hep beklemek zorunda olmak insanı usandırıyor. Topu bekle, ayakkabıyı bekle, dondurmayı bekle, bisikleti bekle… Liste uzayıp gidiyor. Tamam ara sıra aşırıya kaçıyor olabilirim. En son bahçeye kulübeyi istemeyecektim mesela. O biraz fazla oldu. Havalar sıcak. Her gün de dondurmaya hakkım var, diye düşünüyorum ama.
Cebimde kalan son yirmi beş kuruş; ‘Beni nerede harcayacaksın çabuk düşün.’ diyerek aklıma giriyor. Halbuki ben seni harcamayacaktım. Bayramdan kalan kırmızı kağıt paralarımın yanına koyacaktım. Biriktirmeyi bir türlü beceremiyorum işte paralarımı. Kumbaramın deliğini de iyice kapatmalıyım. Parmağımın girmemesi lazım. Gerçi geçen sene bayramda yeşil paralarımı tulumumun içine saklamıştım. Ben uyurken annemler yine almışlar. Kulağıma çalınan hep aynı cümle: ‘Sen abur cubura harcarsın. Bize ver paranı biz sana ne istersen alırız.’ Ne istersem alacaksanız eğer; ne diye elimden alıyorsunuz? Böyle desem, verecekleri karşılık da aynı: ‘Çok bilme sen!’ Kendilerine yetişkin diyor sonra bunlar. Aklıma sığmıyor davranışları. Bakkalın kapısından girmek istemiyorum; fakat canım da aşırı şekilde leblebi tozu çekiyor. Kararımı değiştirecek bir şeyler bulmalıyım. Dondurma mı alsam acaba?
Leblebi tozu kazanıyor. Leblebi tozuna yazı, dondurmaya tura yaptım. İçinden taso çıkan cipsleri, oylamaya almadığım için pişman olur muyum acaba? En son kaç tane tasom vardı? Yirmi üç civarıydı herhalde. Hep kaybetsem bile bu haftayı çıkartırım. Ya çıkaramazsam.
Alt mahallede aylık oynayanları görüyorum. Duvarın üzerine çizmişler kaleyi yine. Bu kadar büyük kaleye ne lüzum var. Bunu bir türlü anlatamıyorum bizimkilere. Elimdeki leblebinin son kalanını paylaştırıyorum. Beni kaleye geçirmesinler diye.
Annem pazardan, ellerinde poşetlerle eve dönüyor. El sallayıp, oyuna devam ediyorum. Akşam ezanı okunuyor. Karnım aç, alnımdan akan ter gözümü yakıyor. Eve gitmem gerek, fakat oyunun sonunu da görmem lazım. Dayı çıkıyorum. Bugün de baba olamadım. Anne ve teyze olanlar, kavga çıkartmıyorlar bugün. Hep birlikte, caminin avlusuna koşup, kana kana su içiyoruz. Şimdi bir meybuz olsa, limonlu diyorum. Diğeri böğürtlenli, bir diğeri karpuzlu diye söyleniyor. Paramız var mı diye bakınıyoruz ceplere. On kuruş bile çıkmıyor. Evin yolunu tutuyoruz. Bugün maça da gidemedim. Yarın da okul var. Kaç tane misketim olmuştu en son acaba?
Bir cevap yazın