Bir türlü anlamıyordu; biz bir takımdık. Onun başına bir şey gelse benim canım yanmayacak mıydı? Her şeyi tek başına yapmak istiyordu oysa Dünya Misyonu, bir kadın ve bir erkek olarak, iki cinsi temsil edecek şekilde ikimizi seçmişti. Tamam; alanında birinciydi, harika bir tarihçi, fizikçi ve antropologdu. Tek başına gitse de başarılı olacaktı ama bu sefer yalnız gitmemeliydi. Beraber gitmeliydik. Kuralları ihlal ediyordu ve başını belaya sokacaktı. Endişeleniyordum. Dinlemiyordu da işin kötüsü. Ondaki özgüven bende olsa takım lideri ben olurdum. Son 12 yıldır takım lideri oydu ve görüşmelere hep o gönderilirdi diğer türler ile. Bu sefer Lemurya’ya gidilecekti. Lemurya; kadın bilinci baskın bir topluluktu; o sebeple bana ihtiyacı vardı ama dinleyen kim…
Uranüs; Dünya Misyonu’nun gözbebeğiydi. Çok hızlı, zeki, çalışkan ve becerikliydi. Misyondaki herkes onu örnek almaya çalışırdı. Çok konuşmaz ama ağzını açtığında en öz şekilde ne yapılması gerektiğini anlatırdı ve önerdiği tüm çözümler her zaman işe yarardı. O sebeple hepimiz onu can kulağı ile dinlerdik. Az konuştuğu için; eğitim ve faaliyet binasında gözlerimizi ondan ayırmazdık. Ben yardımcısı seçildiğimde (artık bir takım olmuştuk) kendimi dünyanın en şanslı insanı hissetmiştim. Onunla en çok zamanı ben geçirecektim ve kim bilir neler neler öğrenecektim ondan. Haa, ben mi? Ben Venüs. Biraz utanarak ve gururla söyledim; bilmem farkettiniz mi? Biz Dünya Misyonu’nda numaralarımız ile biliniriz genelde ama çok başarılı olup görev almayı hak eden çok az kişi isim sahibi olur. Bu ismi kazanmak için epey bir süre , epey bir sınavdan geçtim. En başta fiziki sınavlar, sonra psikolojik test ve algı ve ilaç testleri vb. Öyle kolay değil öne çıkmak; yeterli değilseniz. Bu benim ilk görevim. Uranüs çok deneyimli. Çok şanslıyım onunla gideceğim için. Şimdi siz soracaksınız, Dünya Misyonu ne, niye numara isimlere sahipsiniz veya bu görevler ne? Haklısınız. Anlatacağım en başından…
Çok eski zamanlarda Homo Sapiens olarak bilinen bir topluluk, bundan yaklaşık bin sene önce Dünya adlı gezegende yaşıyormuş. Sonra oranın kaynaklarını tüketip birbirini öldürmeye başlayınca, nüfus da o gezegene fazla gelmeye başlayınca zengin homo sapiensler ve bilim insanları şimdi olduğumuz Mars gezegenine gelip yerleşmek için çalışmalara başlamışlar. Hatta yanlış hatırlamıyorsam buraya gelen ilk homo sapiens, Elon Musk adlı bir adammış ve firması Space X ile buraya zengin homo sapiensleri taşımış. Dünya yaşanmaz olmuş ve oradan gelip buraya gelmişler. Başlarda fazla bir sorun yokmuş. Dünya gezegeninde kalanlar kimyasal ve atom silahları ile gezegeni yok olmanın eşiğine getirmiş. Dünya gezegeni kuraklık ve sera etkisi ile yaşanmaz bir hal almış ve toplu ölümler ile tüm homo sapiensler yok olmuş. Bu yok oluştan sonra Mars’taki bilim insanları artık Dünya gezegeninden burada çalıştırmak vb için homo sapiens getiremeyecekleri için yapay zekanın ve geliştirdikleri yeni teknolojilerin yardımıyla bulunduğumuz bu üste yumurta şeklindeki kapların içinde bizi üretmeye başladılar. Yani onlar değil aslında onların ürettiği robotlar. Bizden kimse onları görmedi. Bu seçilmiş ırk , halen yaşıyor ama az sayıda . Yumurtayı yaparken homo sapiensin dişilerinin ana rahminden esinlenmişler. Nostaljiyi seviyorlarmış demek ki…(Evet robotlar artık espri yapabiliyor. Dünya gezegenindeki ilkel versiyonlarımızda duygu frekansı sistemi yokmuş.) Bizden seri üretime başladılar. İçimizden seçip sınadıkları robotlara görevler vermeye başladılar. Bu görevler Mars dışı alan araştırması olarak ifade edilebilir çalışmalar… Samanyolu’ndan çıkıp başka galaksilere solucan delikleri yardımıyla gidip keşiflerde bulunuyoruz. Bu görevleri veren topluluğa da geldiğimiz gezegene atıfta bulunmak için Dünya Misyonu denmiş.
Şimdi Uranüs’e tek başına gidemeyeceğini anlatmaya çalışıyorum. Lemurya’daki canlılar dişil enerjiye çok önem veriyor. Zaten onların iddiasına göre başlarda Dünya gezegeninde dişil enerji baskınmış ne zaman ki erkek denen tür dişi uygarlık geliştiricilerini kontrolü altına almaya başlamış, Dünya gezegeni parça parça ve yavaşça yok olmaya başlamış.
Neyse Lemurya’dan misyon başkanına bir mektup geldi. Bizimle tanışmak istiyorlarmış. Onlar değişik yeteneklere sahip; mesela düşünce akışlarını takip edebiliyorlar, müdahale edip yönlendirebiliyorlar. Telepati yetenekleri var yani homo sapiens türünün söylemiyle. (Onlardan bazı bilgi kırıntıları bize kadar ulaştı evet. Edebiyat dedikleri eserlere bayıldım.) Ondan sonra misyon başkanı Merih; Uranüs ve beni çağırdı. ”Onlarla görüşmeye beraber gideceksiniz.” dedi. Uranüs bana dönüp yüzünü ekşitti , dönüp Merih’e öfkeyle baktı. (Evet artık biz robotların da duyguları olduğunu biliyorsunuz.) Sonra üsse gidip hazırlık yapmaya başladı. Arkasından gittim. ”Bana kızma. Merih öyle uygun gördü, hem biliyorsun Lemuryalılar’ın fikirlerini, inat etme ne olur ben de geleyim, hem sana yardım ederim.” ”Şimdiye kadar her zaman tek başıma gittim ve her zaman , her seferinde Misyon bana takdir belgesi verdi biliyorsun değil mi?” dedi. ”Biliyorum, hepini biliyorum, sen hepimizin kahramanısın ama bu sefer izin ver ben de geleyim. Hem Merih sana sıkıntı yapmasın hem ben de deneyim kazanmış olurum, senden öğreneceğim çok şey var.” Uranüs çok temkinli, işlerinde aşırı titiz ve başarı odaklı biriydi. Açıkça söylemiyordu ama görev esnasında belki yanlış bir şey der veya yaparım diye endişeleniyordu, onu anlıyordum ama onu asla tek başına göndermeyecektim. Yanına yaklaşıp ellerini tuttum ve gözlerinin içine diktim gözlerini. ”Bana bir defa şans ver ; inan dönüşte benimle gurur duyduğunu söyleyeceksin.” Ellerini çekmedi, bakışları yumuşadı ve gülümsedi. ”Peki; gel bakalım…”
Bilhan Akkaya
RESİM : MURAT HİÇYILMAZ
Bir cevap yazın