Leyenda Efsanesi
Klasik gitarın berrak sesi boş caddeler boyunca yankılandığında bir adam uzakta durup kulak kabarttı. Pürüzsüz tellerin orta yerinden kestiği düşünceler kendini işine ve yalnızca çaldığı parçaya kaptırmış müzisyenin önüne bazen dudaklarındaki belli belirsiz bir mimikle, bazense biraz daha uzayarak sonrakini sabırsızlandıran notalarla dökülüyordu. Sahilde güzel bir yüzün parlayıp söndüğünü gördü o parçada adam ve uzun saçlarının ardından göz kırptığını, gözünü kırptığını gördü yıldızlar altında gecenin yalnızlığında dinmeyen Asturias melodisini çalarken bir anlığına. Ama bunları düşünmeyecekti, bugün yalnızca çalmak vardı. Derin bir nefes almak, kesintisiz notalarda yıkanmak ve yakasından sarkan papyonla gülümsemek. O da yere bir bozukluk bırakıp harmonilerin üzerinden gecenin karanlığına karıştı.
D.n.: “Asturias Leyenda”, yazarın dinlemekten ve çalmaktan, özellikle açık havada çalmaktan zevk aldığı -bu anı yazmak kadar olmasa da- bir klasik gitar başyapıtıdır.
Bir Çift Kesit
“Güneş Dublin’e vurdu, sokaklardaki katranı eritti ve havayı sıcak metal kokusuyla kalınlaştırdı.”
Hareketli şehirde günün ilk adımlarını atarken artık nerede uyandığını hatırlamaz gibiydi. Ucuz paltosunu giymiş, şapkasını düzeltmiş ve elindeki bozuklukları karıştırıyordu. Bir külah dondurma aldı, evde de vardı aslen buzluğun derinliklerinde birer tane yemişlerdi. Ama boşverdi onu da, yatma vakti gelmişti ve falezlerin üzeri bulutluydu artık.
Ceza ve Suç
Kapı çalındı, bir torbaya tıkıştırılıp sırtlanırken gitarın sesi çok çıkıyormuş. Saat de kaç olmuş hem, kaç oldu ki cidden? Kapandı. Buna karşılık gelen bağırışlar, ses bombasında müzikler ve Survivor finali. Uyumak istiyordu ancak gitar çalmak kendi odasında, cezanın değişmezliği sayesinde kimseden çekinmeden; daha da hoşuna gitmişti. Çalabildiğince forte çaldı. Satır aralarında unutulan bir tiplemenin başrolü olacağından değil,sırf kafası biraz dağılsın diye.
Bazen Caddenin Ortasında
Bazen, sımsıkı tuttuğu direksiyonu kolları hafiflerken bırakıp arkasına yaslanırdı. Elindeki kurabiyelerden her biri daha aceleci, daha hışırtılı seslerle ortadan kaybolurken silecekleri çalıştırır ve gün boyu akan yağmurun camın üzerinden kayıp gidişini izlerdi. Silinmeyen, daha kalıcı yağmur lekelerineyse alışmıştı artık. Bu gece de bazen olduğu gibi yükseklerde, bir dağın yamacındaydı. Önünde koca bir dünya duruyordu izlenecek. Altta durmadan hareket eden şehrin ışıkları sonsuzca uzanan denize yansıyor, yukarıdaysa boş gökyüzünde parlayan yıldızlar. Onun dünyasıydı.
Son kurabiyeyi de bitirdi. Elini silkeleyip bu kez arkasına tüm vücudu hafiflerken yaslandı. Şehre takılan gözü bir süre orada kaldı ama caddeler arasında yorucu lambalar arasında dolaşmadı. Bu kez dağın yamacındaydı, bir yerlere kaybolmaya niyetli de değildi, yalnızca dinlenecekti. Başını bitkinlikle sallayıp yukarı baktı. Şehrin ışıklarının sildiği yıldızlara. Şehir gözünde iyiden iyiye solarken birbirini kovalayan, yer yer parlayan ve yere dökülen, bir defterden bazen içeri süzülen yıldızlara. Onları tutup yukarı asılmayı öyle çok isterdi ki…
…
İçeri girip kapıyı kapattığında koltuklar kaşla göz arasında soldu. Kış soğuğunu örten karlar arabayı çepeçevre sardığında kış uykusuna hazırlanıyordu o da. Artık gülümseyebilirdi eğer yeşil ışık yandığında karanlık caddenin ortasında olmasaydı. Kafasındaki sislerin tüm şehri sardığı, yıldızları göremediği caddenin ortasında.
Komplike
Israrları uzun sürdü. Bir açıklama bekleniyormuş pek önemli yaşananların ardına. “Ben anlatmayayım” dedim “siz anlayın”. Ve öykümü okuttum masadakilere. Kısa bulmuşlar, ismini hak etmiyormuş. “O kadar basit değil” dedim ve meraktan küçümsemeye geçen bakışlarını o otobüste bıraktım. Arkadan yenisinin geldiğini daha binerken görmüştüm.
Nasıl Gidiyor?
Çok, diye yanıtladı.
Duraksadı.
Yalnızca bir “çok”tan cümle olabilemezmiydi?
Her zamanki olumlamayı ekleyerek az olup öz olmayan hazırcevabını bozmamaya yorgun içi elvermedi.
Yanlış Kullanım Sonucu
Baltasını kaldırıp tüm gücüyle taşa vurdu. Çıkan ses kulaklarında çınladı. Vurduğu yer çizgi halinde beyazlaştığındaysa artık alışmıştı.
Taşa ne için vuruyorsun?
İçindeki madeni çıkarmak için, başka neden olacak.
Ucu körelmez mi bunun hiç?
Körelir değil mi.
Sen bunu bilemezsen sabaha kadar sürer işin.
Hak verir. Çantasından bileyi taşını çıkarır. Yere koyup düzeltir ve baltasını tüm gücüyle üstüne indirir. Taş kırılır.
Şu kırıkları da topla da boş gitmesin.
Bir cevap yazın