Yıllar önce bir kasım sabahı uyandığımda o güne değin başıma gelmeyen bir olayla karşı karşıya kaldığımda henüz yirmi yedi yaşındaydım. Özel bir okulda memur olarak çalışıyor ve işimi gün geçtikçe daha çok seviyordum ama sonradan başıma gelecekleri tahmin etmiyordum çünkü kendimi tanıdığımı sandığım bir çeşit yanılgının içinde olduğumu ne daha önce ne o zamanlar anlamış değildim.
Gün boyunca yağan kar akşam işten dönerken durmuştu. Dışarısı bembeyaz ve olabildiğine ayaz vardı. Taşra kasabalarında evlerde bulunan kömür sobam yoktu ama ev yine de sıcaktı. O günün gecesinde yatağıma uzandığımda Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektupları okuyordum. Elimdeki kitabı uzun süre okudum. Bir gün sonra işe gitmem gerektiğini bilsem de kitap geç vakitlere kadar elimden düşmedi. Diğer günlerden tek farkı da buydu çünkü hafta içi saat on birden sonra yatağıma uzandığımda en geç yarım saat sonra deliksiz bir uykuya dalmış olurdum.
Uyuyamadığımı çok geç fark ettim ve neden uyuyamadığımı da anlamadım yalnızca basit bir durum diye düşündüm. Mektupları okudukça duygusallaşmaya bile başlamıştım. Mektupları Kafka değil sanki ben yazmıştım. Sayfalar ilerledikçe hislerim öyle bir inceldi ki gecenin en derin yerinde gözlerimden yaşlar gelmeye başladı. Belki de Kafka bile benim kadar kendi yazdıklarından etkilenmemiştir. Şimdi ise bu kadar duygusallaşmamın sebebi Kafka’nın Milena’ya yazdıklarından olmadığını düşünüyorum. Ali’nin Ayşe’ye çalakalem yazdığı mektupları okuyor olsaydım bile aynı derecede de etkilenirdim bunu o zamanlar düşünmedim ama bugün düşündüğümde haklı olduğumu biliyorum.
Güneş doğduğunda kitabı elimden bıraktım. Sıradan bir gün olsaydı muhakkak kahvaltı yapardım ama o gün kahvaltı yapmadım. Giyinip evden çıktığımda etraf iyice aydınlanmıştı. Hava ne yağmurlu ne de çok soğuktu. Ayaz vardı ama güneş az da olsa kendini hissettiriyordu. Gri ceketimin düğmelerini açtım. Atkımı çıkarıp elime aldım. Bir şeylerin kötü gittiğinin farkında mıydım, bugün bile bilmiyorum. Caddede yürümeye başladığım da artık kendimde değildim.
Okula taksiyle geldim. Küçük bir memurdum ama büyük bir iş adamı edasıyla kapıdan girdim ve orada bulunanları soğuk bir şekilde selamladım. Bundan sonra neler oldu hiç hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda kendimi bir yatağa uzanmış olarak buldum.
Yatağın bulunduğu odada dikkatimi ilk çeken şey karşımdaki duvarda işaret parmağını dudaklarına götürmüş bir hemşirenin fotoğrafıydı. Hastanedeyim, diye düşündüm. Sonra etrafıma baktım. Bir doktor ve iki hemşire yuvarlak bir masanın etrafında toplanmış habire kendi aralarında konuşuyorlardı. Görebildiğim kadarıyla yatağa yakın olan hemşire uzunca ve saçları sarıya boyanmış ama kumraldı. Diğer hemşire ise orta boylu biraz kilolu yaşça ise hem doktordan hem de diğer hemşireden büyük olduğu yüzünden anlaşılıyordu. Doktor iki hemşireden de gençti ve büyük ihtimal benden üç dört yaş büyük, uzun boylu, top sakallı, benden de oldukça yakışıklı bir delikanlıydı.
- Hastaya ilaçlarını verdikten sonra bankacının bulunduğu yüz on iki numaralı odaya yerleştirin. Bu arada önce hastaya erkek hemşireler banyo yaptırsın, dedi doktor diğer iki hemşireye.
- Erkek hemşireler şu an yemekte, onları bekleyelim mi? Dedi genç hemşire.
- Hım. O zaman hastaya öğle yemeğini getirin yemeğini yesin. Erkek hemşireler de yemeğini yediğinde benim söylediklerimi iletirsiniz ama banyo yaptırmayı unutmasınlar.
Doktor bunları söyledikten sonra odadan çıktı. Yaşlı hemşire yatağıma yaklaşıp sağ eliyle kafamı hafifçe yukarı kaldırıp elindeki hapı suyun yardımıyla yutmama yardımcı oldu. Diğer hemşire odadan çıktı ve kısa süre sonra yemek tepsisiyle geri döndü. Yemeğimi yedikten sonra bir süre daha odada kaldım.
Erkek hemşireler odaya gelip beni banyoya götürdüklerinde hala baygın gibiydim. Banyo yaptıktan sonra mavi ve bana oldukça dar olan bir pijama giydirdiler ve beni doğruca yüz on iki numaralı odaya götürdüler. Odaya geldiğimde bankacı kapının tam karşısındaki küçük pencereden dışarı bakıyordu. Bizim geldiğimizi duyunca bize döndü ve beni süzdü. Uzun boyluydu ve yaşça benden oldukça büyüktü. Üzerindeki mavi pijama daha çok temizlik görevlilerinin önlüklerine benziyordu. Bana verilen pijama bana ne kadar dar geldiyse ona da kısa gelmişti. Üstelik adam ince ve zayıf olduğundan pijaması adamın üzerinde oldukça geniş duruyordu. Odada iki tane karşılıklı duvar dibinde yatak vardı. Kapının sol tarafındaki yatağın onun olduğu yatağın dağınık oluşundan belliydi. Odada başka da bir şey yoktu.
Hemşireler beni kapının sağ tarafındaki yatağa yatırıp odadan ayrıldılar. Hemşireler gittikten sonra bankacı yanıma geldi ve gözlerimin içine bakıp hoş geldin dedi. Ben hoş bulduk demek istesem de konuşamadım. Yalnızca başımla selam verdim. Adam bir süre bana baktıktan sonra tekrar pencereye yöneldi. Ben de kafamı tavanı çevirip neler olduğunu düşünmeye çalışıyordum ama neler olup bittiği konusunda hiçbir fikrim yoktu zaten düşünebilecek derece iyi de sayılmazdım. Zaten çok geçmeden uyuyup kalmışım.
Hemşirelerin sesiyle uyandığımda saatin kaç olduğunu bilmiyordum ve hala sersemdim. İlaçların etkisinin geçmediğini düşündüm. Bankacı ile ben hemşireler tarafından bir sürü hastanın bulunduğu, masalarının üzerleri temiz olmayan hastane yemekhanesine getirildik. Yemekhanede masa ve sandalyenin dışında yalnızca hastalar ve bir de yemekhane görevlileri vardı. Bankacıyla ben aynı masaya oturduk ama yemek boyunca hiç konuşmadık. Bizim dışımızdaki hastalar kendi aralarında konuşuyorlardı. Bir yandan yemek yiyor bir yandan da hastaların konuşmalarına kulak veriyordum ama hastaların kopuk kopuk konuşmalarından hiçbir şey anlamıyordum.
Kasımın son günlerine kadar yemek, banyo ve bahçede gezmek dışında pek bir şey yapmadım. Bu sürede hastaların çoğuyla konuşmasam bile nerdeyse hepsini tanımıştım. Sigarayı da çok içmeye başlamıştım. Sigaraları okuldan arkadaşlarım hafta sonları hastane yönetimine teslim ediyorlardı. Bir süre sonra hastaneden sıkılmaya başladım ama hastaneden de ayrılamazdım ki ayrılmak istesem de hastane yönetimi buna müsaade etmezdi. Ben de bu durumda yapacak daha değişik bir şeyler bulmalıydım çünkü bunu yapmazsam can sıkıntısından ölebileceğimi düşündüm.
Lise yıllarımda severek yazdığım yazılar aklıma geldiğinde bunun hastanede olanaklı olup olmayacağından emin değildim ama bu fikir aklıma yatmıştı. Bunun için hemşirelerle görüşmek için gittiğim odada yaşlı hemşireye yazma konusunu dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalıştım. Hemşire bunu önce duymamazlıktan geldi ve diğer hastalara ilaçlarını vermeye devam etti. Bana ilaçlarımı verdiğinde hala ondan olumlu ya da olumsuz bir cevap bekliyordum ama hemşire herhangi bir cevap vermedi. Söylediklerimi önemsemediğini düşündüm. İlaçlarımı aldıktan sonra odama döndüm.
Sabah kahvaltıdan sonra ilaçlarımı almak için hemşirelerin bulunduğu odaya gittim. Kapıdan içeri girdiğimde hemşirelerin dışında uzun boylu top sakallı doktorun da orada olduğunu gördüm. Odanın köşesinde bulunan masaya sırtı hastalara dönük oturuyordu ama ne yaptığını göremiyordum. Acaba, dedim yazı konusunu doktorla konuşsam mı? Bu soru aklıma gelir gelmez doktora doğru sokuldum:
- Doktor bey sizinle biraz konuşabilir miyim?
Doktor soruyu duyar duymaz bana döndü. Okuma gözlüğünü ve elindeki kitabı masaya bıraktı. Bir süre bana boş boş baktı.
- Sen yüz on iki numarada kalan memur değil misin?
- Evet, benim.
- Neyle ilgili konuşmak istiyorsunuz?
- Hastanede canım sıkılıyor.
- Buradan çıkmak mı istiyorsunuz?
- Çıkabilmeyi çok isterdim ama buna izin verir misiniz?
- Tabi ki de veremem. Henüz tam anlamıyla iyileşmedin. Bir süre daha burada kalman gerek.
- İzin verilmeyeceğini biliyordum.
- Peki, izin verilmeyeceğini bile bile neden bana bu soruyu sordun?
- Sormak istediğim soru bu değildi.
Doktor güldü:
- Ne soracaktın memur bey?
- Bir şeyler yazmak istiyorum. Buna hastane yönetimi izin verir mi?
- Ne gibi bir şeyler yazmak istiyorsun?
- Ne olursa olsun yalnızca elime kâğıt ve kalem verilsin. Aklıma geldikçe lise yıllarımdaki gibi bir şeyler yazmak istiyorum.
- Lise yıllarında yazar mıydın?
- Derslerden arta kalan zamanlarda hep yazardım ayrıca çok okurdum.
- Üstelik çok okurdun, öyle mi?
Doktor şaşırmışa benziyordu. Ben hafifçe gülümseyip:
- Okumasını ve yazmasını buraya gelinceye kadar severek yaptım ama şu birkaç haftadır okuyup yazamadıkça çok sıkıldım.
- Lise yıllarında ne yazardın?
- Hikâye ve şiir yazmaya çalıştım ama beceremedim. Daha sonra sevgililerime mektup yazmaya başladım. Mektupları yazdıkça yazmayı daha çok sevdim.
- Demek mektup yazmayı seviyorsun?
Doktor bir süre bana baktı ve masasına döndü. Masasında üst üste yığılmış birçok kitap vardı. Kitapları karıştırdıktan sonra eline bir kitap alıp bana döndü:
- Bu kitabı okudun mu?
Kitaba baktım çok şaşırmıştım çünkü bana gösterdiği Kafka’nın Milena’ya yazdığı kitaptı.
Bir cevap yazın