Dar ve kapkaranlık bir yerdeyim. Nerede olduğumu bilmiyorum. Kiminleyim? Ben kimim? Çıkışı olmayan bir alan. Nefes alamıyorum. İlerledikçe bir ışık görürüm diye adımlarımı hızlandırıyorum. Yok, hiçbir umut yok. Sonra diyorum “imkânsız diye” diye bir şey yok. Durmadan ilerliyorum. Dark dizisi geliyor aklıma. Korkuyorum. Gülmeye başlıyorum, sonra ağlamaya. Sonra daha çok ağlamaya. Sonra kahkahalarım yankılanıyor. Kahkahalarımı daha çok seviyorum. Kırmızı bileğimden yukarı kadar saran botlarımın topuklarının tıkırtısı eşlik ediyor bana. Bağcıklarımı yukarı kadar sıktığımı, adımlarım, kalbimle eşit atmaya başladığında anlıyorum. Boğazımda ki düğümler ise… Kafamın etrafındaki örümcek ağları… Bir köpek havlaması duyuyorum sanki. Daha da çoğalıyorlar. Kafamın içinde mi yoksa dışardan mı geldiğini anlamıyorum. Karşı duvarda bir siluet. Uzaktan çok net göremiyorum. Şimdi ayağımın dibinde kare bir ışık belirdi, “basma” yazıyor. Kocaman “basma”. Ya burası basmam için doğru yerse, ayağımı kaldırıp, çekiyorum. Görünmez, bilinmez, cehennemden hallice bir yerdeyken ne kaybederim. İki ayağımla da zıplayıp açıyorum. “Maça Kızı” Bir kere daha basıyorum üstüne, adeta artık dans ediyorum. Karanlığa alışıyor insan bir müddet sonra. Bu ışık huzmesi biraz da olsa içime umut oluyor. İnsan her şeye alışıyor değil mi? Bir şiir yansıyor duvara.
Boşaldı dünya… Şimdi beni
Alıp da nereye götürsün okyanus?
Yeryüzü yazgısı aynı her yerde,
Nerede birazcık iyilik varsa
Ya aydınlanma ya Tiran tetikte (Puşkin- Denizde)
Puşkin’in Maça Kızı kitabından. Tekrar maça kızı yansıyor.
“Haklısın güzel kız. Ben de bir kumar oynadım. Uyandığımda, duvarda gördüğüm iskambil kartlarını bir şansa yordum. Kaldırımda bulduğum Kupa 10 olan kartı doğru yerde, doğru kişide, doğru zamanda kullandığımı sandım. Ama Puşkin’in 19. Yüzyılda yazdığı hırslı, sevgiden yoksun, aşktan anlamayan, ciğeri beş para etmez insanlarla bu kumar masasına oturulmayacağını çok geç anladım. İdeolojime ters düşen bu ilişkide zorla kazanmaya çalıştım. Aynı kart üst üste gelir diye zorladım. Battıkça battım. Hırslandıkça hırslandım. Evet sonra onlar gibi olmaya başladım. Zengin olmak isteyen, güçlü, kariyer sahibi bir adam istediğime inandım. Bunun için son zarımı attım. Ve sonuç, koskocaman bir boşluk. Aman Tanrım, bu boşluktayım şu an. Kendimi aradığım ve içinden çıkamadığım berbat bir boşluk. Lanet olsun”
İlerlemem gerektiğini anlıyorum ama ayaklarımdan kancalarla bağlanmış olduğumu görüp, kıpırdayamıyorum. Tüm gücümle zıplıyorum ve tavanda koskocaman bir ayna beliriyor. Türünü bilmediğim rengarenk çiçekler. Morlu, pembeli, mavili, ağızları varmış da açmışlar gibi gökyüzüne kadar uzanıyorlar. Aralarında dolaşan mor tüylü yaratıklar sürekli hareket halinde. Sürekli. Birbirlerine selam verip, birtakım kartlar uzatıyorlar. Kartı alan, bir çiçeğin sırtına tırmanıp, ayrılıyor. Biri var, kızıl saçları var yaratığın. Diğerlerinden farklı. Bir türlü kart gelmiyor ona. Kimse de aldırmıyor, görmüyor, duymuyor. Yardım da istemiyor. Kendi çapında gururlu. Bir uçurum açılmaya başlıyor. Eyvah! Gittikçe uçuruma yaklaşıyor. Kitaptan bir alıntı yankılanıyor “Fiziksel dünyadaki iki eşyanın aynı anda yeri kaplayamaması gibi, insan aklında iki saplantı yan yana yaşayamaz”.
Kancaları kendimden koparmak için eğilip, botlarımı yukardan yırtmaya başlıyorum. Aniden ayağımı çekip, maça kızına dokunup, onun siluetini çekip yukarı atıyorum. Üç tane arka arkaya. Yaratık yakalıyor. Ve uçuruma düşmekten son anda sıyrılıp, gökyüzüne yükseliyor. Herkes mutlu. Anlıyorum ki oradaki tek yabancı benimdim. Bendim o yaratık. Kimsenin görmediği, kimsenin yardım etmediği. Ama bak yine ben kendimin kurtarıcısı oldum. Çünkü, uzun zamandır unuttuğum kendimin şimdi farkına vardım. Ne diyordu Puşkin, “Tutumluluk, ölçülülük ve çalışkanlık; işte benim üç güvenilir kartım”. Sanırım ben artık, uçurumun kenarındaki çiçeği değil, deniz kenarında bir kadeh şampanya içmek istiyorum.
Yavaş yavaş karanlık dağılıyor, kancalar yok oluyor. Rüzgâr saçlarımı dağıtıyor, hafif deniz kokusu, bastığım kumlar yumuşacık. Melekler Şehri’nin son sahnesi gibi, denize doğru koşup, kendimi ona bırakıyorum. İşte diyorum, özgürlüğü dibine kadar hissediyorum.
Bir cevap yazın