Söküp atsam diyorum kaburga kemiğimi
Tanrı’nın önüne
Belki yeniden kurulur
yaradılış hikayesi
orayı buradan ayıran ufuk çizgisi Maria
kanlı seferlerin yakıp yıktığı düşlerimiz…
Yağmurun nefesiyle
Eylül’ün çatlak aynası buğulanınca
bir karabatak okşamak saçlarında Maria…
Rüzgar beni kilitlerken uçurtmana
ya ip koparsa
ya okçuyu atarsa sırtından
üzengisiz atların
ya bir gün yolda koyarsa beni
zamanı kovalayan kervanların Maria…
Hani taşların derin kuyulara düşmesi gibi
uykumuzun en esrik vaktinde
ortasından hırçın nehirler geçen bir şehirde
biten sevdanın
limanlarını arayan gemileri geçerken gözlerinden
son geminin önünü kesen
çaresizliğin yüksek dalgaları Maria
artık evime dönmek istiyorum
dingin sularına…
Bir mevsim daha duyar mıyız acaba
ruhumuzun gökgürültüsünü…
Mavinin ışığı
yakarken yüzünü
hüznün en serin fecir vaktinde
uyandırsa seni
Ilık buseleri meltemin…
İçimde bekleyişin gölgeleri kalınlaşırken
bir adım ötesini göremesem
ilk gözağrısı iyileşene kadar
bana gözlerini
ödünç verir misin…