Bir sabah Maşalu halkı, duyanı dehşete düşüren dört cinayet haberiyle uyandı. Yetenekli hafiyelerden olan, fakat altmış beş yaşını doldurunca zorunlu emekli edilen Bremenli dört kafadar yakalamıştı katilleri. Sıkıntıdan, kafa dağıtmak için gittikleri bir meyhanede yan masada oturan dört kişi, içkinin verdiği akıl uyuşukluğu ile suçlarını ağızlarından kaçırmışlardı. Bizim emekliler de yüklü bir ödül alırız ümidiyle bu katilleri yaka paça yakalamış, Koca Nine’nin huzuruna çıkarmışlardı. Nine gözlüklerinin üstünden kaşlarını kaldırarak şöyle bir bakmış ve bu azılı katilleri halkın önünde sorgulayıp cezalandıracağını söylemişti.
Bulutlarla gizlenmiş kocaman bir dağın başında, yeri yeşil göğü mavi, mevsimi her daim yaz olan bir ülkeydi Maşalu. Çamdan yapılmış devasa bir kapısı, kapıda yürekleri ağızda tir tir titreten zebani bakışlı dev bekçileri vardı. Bu ülkeye giren yabancılar ülke halkından birilerinin kerevetine çıkmadıkça, uçsuz bucaksız duvarları aşıp kurtulamazdı. Ülkenin yönetimi Koca Nine’nin elindeydi. Koca Nine ufacık tefecik sevimli bir kadındı. Bütün gün tahtında oturur, dizlerine attığı battaniyesinin kenarında, döne döne azalan yünüyle örgü yapar, arada ülkesini kolaçan eder, yaramaz bir durum varsa yukarıdan üç elma fırlatıp duruma müdahale ederdi.
Günlerdir Maşalu halkını tedirgin eden cinayet haberinin üzerinden kim bilir kaç zaman geçmiş, cinler kaç hamamda cirit atmıştı. Pire berber, küçücük içini kemiren büyük bir sıkıntıyla dükkanını açmış, kurutmak için astığı havluları toplamış, yerdeki tüyleri, saçları süpürmüş, öteberiyi düzenliyordu ki yedinci cüce içeri girdi. Pire berber yedinci cüceyi aynanın karşısına oturtup başladı makaslamaya. O sırada Pire, dışarıdan gelen davul sesiyle ürküp öyle bir sıçradı ki, zavallıcığın şarap kızılı kanı omurgasız bedeniyle birlikte tavana yapışıp kaldı. Tellal, kambur sırtına geçirdiği membranofona vurarak, Nine’nin katilleri sorgulayıp cezalandıracağını ve yarın sabah herkesin Maşalu meydanına gelmesi gerektiğini duyurdu. Tüm halk o günü merak ve heyecanla geçirdi. Gece çökünce, zifiri karanlık gökte asılı yıldızların ve zarif bir Arap kızının kaşlarını andıran Ay’ın altındaki, kimi mantardan, kimi samandan, kimi upuzun kulelerden envai çeşit evlerin ışıkları söndü. Yorgun kızıl bir karınca sırtına yüklediği saf kepekten ekmeği, yüzünde ailesinin sağlıklı beslenmesini sağladığı için duyduğu gururlu bir gülümsemeyle, evine taşıyordu. Ayak sesleri, geceye yayıldı. Evine varması sabahı buldu.
Som altından bir güneş gökyüzüne doğru hızla yükseldi. Yükselme süresi o kadar hızlıydı ki, bu süreyi ölçmek için nanosaniye hesabı yapmak yerinde olurdu. Maşalu’da gergin ve meraklı bir telaş vardı. Halk, dağlardan yuvarlanan kayalar misali meydana doğru iniyor, üst üste yığılmış bir kalabalık oluşturuyordu. Meydanın ortasına herkesin görebileceği yükseklikte bir platform kurulmuştu. Platformun bir tarafına iktidarlara has görkemiyle Koca Nine’nin tahtı yerleştirilmişti. Meydana açılan bir kapıda, saf gülüşlü kelce bir oğlan elindeki tokmağıyla önündeki gonga birkaç defa vurdu. Siyah takım elbiseli, elinde not defteri ve kalemle ciddi bir hesaba dalmış gibi görünen, asık suratlı bir muhasebeci, yanındaki sarı saçlı küçük çocuğa baktı ve
– Benim şirket borsaya açıldı sonunda, dedi.
Küçük çocuk, şaşkın şaşkın adama bakıp söylediklerine hiçbir anlam veremedi. Tam o sırada, saf gülüşlü kelce oğlanın yanındaki kapıdan Koca Nine göründü. Sırtında gümüş grisi örgü desenli yeleği ile her zamanki gibi bilge bir tavırla etrafına bakıp selam verdi. Halk büyük bir coşkuyla alkışladı, sevgi ve bağlılık gösterileri yaptı. Koca Nine’nin koluna taktığı sepetinde bu kez dört tane elma vardı.
Nice yiğit pehlivanların aslanlarla güreşip tek hamlede aslanların sırtlarını yere getirdiklerine şahit olan bir cazgır, yakasında yeşil boyun bağı, gri yeleği ve pantolonu ile, fiyakalı fiyakalı yürüyerek platformun önüne geldi. Başladı beddualamaya.
Allah Allah İlallah!
Diyelim Maazallah
Dört cani çıktı meydane
Dördü de birbirinden namerdane
Dinleyin ağalar hanımlar sözümü
Katiller yer haltın her türünü
Koca Nine gösterir elbette
Bu zalimlere gününü
Bize düşen ibret almak
Verelim peygambere salavat
Sallallahu Ala Muhammed!
Halk, cazgırın katilleri çağırmasından anladı ki bu işi yapanlar ülkenin gezgin prensleriydi. Gezgin prenslerin, ana babalarının gözünde birer pehlivan oldukları, ülke tarihinde kayıtlı, aşikar bir bilgiydi.
Koca Nine zor duyulan titrek bir sesle katilleri sorguladı. Hepsinin suçu birbiriyle aynıydı. Sorgulama bitti ve karar metni halka okundu.
MAŞALU
1.AĞIR CEZA MAHKEMESİ
BAŞKAN: Koca Nine
ÜYELER : Tüm Maşalu halkı
SUÇ : Dört gezgin prens, farklı kentlerde, çeşitli sebeplerle düşünsel bir uyku hastalığına tutulmuş olan dört prensesi, kurtarma ümidiyle kandırmış ve prenseslerin ellerinde tuttukları iskarpela ve çekiçlerle hayatlarına son vermişlerdir.
DAVACI : MAŞALU ÜLKESİ
SANIK :DÖRT GEZGİN PRENS
KARAR : Dört gezgin prensin sonsuza kadar kurbağa olarak yaşamalarına karar verildi.
Koca Nine yukarıdan tek tek elmaları fırlattı, elmanın isabet ettiği prens kurbağaya dönüştü. Bu işlemi üç kez tekrarladı, dördüncü prens içinde son elmayı fırlatacaktı ki prensin kaçtığını fark etti. Atlı birlikler tüm ülkeyi aradı ama dördüncü prens bir cadının kerevetine çıkıp ülkeyi çoktan terk etmişti. Nine dördüncü katili cezalandıramadığı için çok üzüldü, öyle ki sıkıntıdan midesi kazınmaya başladı. Elindeki elmaya baktı. Kırmızı ve suluydu. Yememesi gerektiğini bir an için unuttu ve ısırdı. Derin bir uykuya daldı. Uyandığında Maşalu’da değildi. Yalnızdı ve korkuyordu. Çalılıklardan gelen bir çatırdama sesi duydu. Eğilip baktı. Dördüncü prens oradaydı.
Bir cevap yazın