Yaşamın geri kalan bölümünde yeni yerlerde yaşamak isteği sardı beni. Kaçmak bu keşmekeşten. Vazgeç başladığım her şeyden kaçmak. Yakmak herşeyi. En zor dilleri öğreneceğim bir yere. Uzun uzun denize bakacağım bir yere. İnsanları arkamda bırakıp yalnız kalacağım bir yere.
Açıklanmış tüm sözcüklerden korumak. Tüm kitapları arkamda bırakıp. Susmak, susmak sadece soluk almak. Yerleşmiş tüm kalıplardan nefret ederek. Öğrenilmiş çaresizliklerden, yerleşik kalıplardan uzağa.
Düzen denilen tüm gülünçlükleri arkamda bırakıp. Bunca bağımlılıkları kırıp gitmek istiyorum. Bulunduğum hiçbir yere ait hissetmiyorum kendimi. Mutkak düzen kural nedir bilmemek istiyorum. Hiç bilmediğim dillerde bu düzenin varına yoğuna küfretmek istiyorum.
Kadınlar en mutlu insanlar olmalılar. Çünkü düzelten düzenleyen onlar. Gerçi en çok şikayet edende onlar bu durumdan. Düzenin canice bir yanı var. Hiç birşeye izin vermeyen. Hiç adil olmayan. Kimin koyduğu belli olmayan.
Şehirler boyu. Evler boyu. İşyerlerinden başlayıp her mekanda yeniden yeniden türetilen birşey.Yinede bişey beni rahatlatıyor. Sözcüklere duyduğum güven. Onların kalemimin ucunda kağıtta raks edişi her türlü imkansızı olduran gücü beni mest ediyor. Bir kez yazıya başlayınca gönlümce bir dünya kuruyorum.
Müzik insanın kapasitesinin ölçütü. Ne dinliyor. Nasıl dinliyor. Ne hissediyor. Beynimin dehlizlerinde bir melodi yankılanıyor. Bahar gelmiş kemanlar coşkun akan derelerini yüreğime işliyor. Vivaldi sanki dört mevsimi bizim için bestelemiş. Yaz mevsimini bestelerken Savağın buz gibi suyunda karpuz çatlatmış. Şehirde hiç müzik duyamıyorum. Şehirde ancak va ancak kan, gözyaşı ve ağıt sesleri duyuyorum. Kendim yaşamış gibi yaşıyorum bunu. Ellerim tiksinti ve dehşetle kana bulaşmış gibi bunu yaşıyorum.
Mekan ve iktidar çelişkisi damarlarımda akıyor. Ancak çevresinde her şeyin eskisi gibi olup bittiği ve kendisi de başkalarının her gün onun için işledikleri cinayetlerle beslenen birinin durumu ne kadar da acınası! İnsanlara, onlardan alınmış olanın birazını geri vermek istiyor. Büyük alışveriş merkezleri açarak bu yağmacılar. Yıkıcılıkları o kadar üst boyutta ki ilk çit çeviren bahçe sahiplerinin ilk özel mülkiyeti tesis edenlerin. İktidarın en erken ve en önemli biçimlerinden birinin ganimet dağıtımı olduğu sanmak yanlış değil ama eksiklidir.
Çünkü o dağıtım elde tutulmayan çabuk tükenen kuşaktan kuşağa aktarılmayan birşey. Üstelik silahlı karındaşların arasında klanda adil bir yanda var. Ancak bahçe sahibi erkenden hasatı almak için sabah geldiğinde Tanrı’nın hesabı ile karşılaşan kıssadan şanslı bugün zararını karşılayacak erk iktidar elinde zor ve cebirle yani iki kere vahşet insanlık için.
Bu yığma öyle büyümüştür ki yağma sahipleri ölmemek için büyüye başvurmuştur. Bugün o büyü din olarak karşımıza çıkar. Ölümün gücü karşında büyünün gücü silinir. İktidar sahiplerinin ölümden kaçmak için harcadıkları çabalar ne kadar gülünçtür. Ve Şamanların ölüleri geri getirme çabaları ne kadar görkemlidir! Şamanlar buna inandıkça, salt öyleymiş gibi yapmadıkça, her türlü saygıyı hak ederler.
Diğer bütün dinlerin ölü geri getirmeyen din adamlarını aşağı görüyorum. Koca koca şehrin ortasına inşa ettikleri mabetleri gereksiz. Öyle sınırlar örüyorlar ki öyle kuşatıyorlar ki yaşamı acizlikleri maskelemek için herhangi bir yere olmayan bir yere gidişi müjdeliyorlar ne acı.
Bir ölümün hükmü niteliğindeki hayat sonunda varacağı son nokta en iyi ve gerçek bir acı olarak her nefisin ölümü tadacağı tüm arkaik çağın bilgi birimi bizim dinimiz kadar çırılçıplak dillendirilmemiş. Bizde tanrı en saf haliyle karşımıza çıkar dolandırmaz lafı. Bu ölümün tadılacağı bilinirken yine ölüme karşı bir silah olarak arkaik bilincimiz biriktirmeyi ertesi günü kazanmayı çalışmaya daha çok çalışmaya bağlar.
Oysa tüm dinlerde kutsanan çalışma bizi insan olma ve kendini üretmekten alıkoyma ve modern dünyada bahçe sahiplerine biriktirmek için fırsat sağlama noktasına gelmek bizi artık hiçliğin koynunda tembellik hakkına dönüşü götürmelidir. Dün için geçerli olan çalışma saati bugün infak etmeyenlerin ihtiyacından fazlasını biriktirip bunu tüm insanlığa karşı artı değer sömürüsü ile kullananların ekmeğine yağ sürmektedir.
Yalnızca insanlar üzerinde var olan bir iktidar, o yüzden de en büyük görkemine büyük ve kozmopolit kentlerde kavuşuyor. Doğanın ve hayvanın boyunduruğundan kurtulan insanlık çoktan geride kaldı. Bugün hiç tartışmasız bir gerçek doğa ve hayvan artık sadece kurban. Haziran direnişinde tersi yönünde kurbanın yanında olanların kalkışması ivmede kazansa iktidar güç istencinde iktidarını şehirden yana kullanmıştır. Kurbanlaştırdıklarının gazabına uğrayacağının bilinciyle ayaklananlara karşı şehrin yanında yer alan iktidar mekanları yasaklarken kutsallaşan adak yerleri benzeri gezi parkı kapatılmış ve kutsalın adağı haricinde giriş yasağı koymuştur.
Son olarak şunu söylemek lazım ki Nietzsche’nin tonunda Kuran’ı çağrıştıran bir yön var insanlardan ve hayvanlardan oluşma bir ölüler yığınının üstünde oturduğumuzu, kendimize olan güvenimizin aslında arkalarından hayatta kaldıklarımızın toplamından kaynaklandığını gittikçe daha iyi anladık. Onlara saygımız çerçevesinde Hüseyni bir ahlakla feda olanlara sırt çevirmek mi? Öteki canlıların yüzü suyu hürmetine yaşadığımız ekosisteme sahip çıkmak mı? İşte sorun budur. Modern insanın büyük ve çözüm bulunabilmesi olanaksız parçalanmışlığı da bundan kaynaklanıyor. Çünkü canlıların toplu mezarları da bizim içimizdedir.
Mehmet Özgür Ersan
Bir cevap yazın