haydi gidelim dedi Odana…
sadece gitmek istiyorum. kimsenin olmadığı bir yere gidelim, yeniden başlayalım hayatımıza, yeni bir sayfa açalım, kimseyle uğraşmadan, kimsenin hayatımıza karışmasına müsaade etmeden sonsuz olacağımız günü bekleyelim…
Odata korkar…
Odana neden böyle bir şey istemiştir ki? düşüncelere kapılır birden…
ama anlam veremez Odananın neden böyle bir şey istediğine. bildiği kadarıyla buraları çok seviyordu halbuki o…
Odana, anlaşılmadığının farkındaydı…
artık katlanamıyordu karanlıkta uçmaya, yaşamaya. istemiyordu artık karanlığı, güneşi görmek istiyordu. o kasvetli, karanlık dünyadan çok sıkılmıştı. ancak Odata bunu anlamıyordu… öyle bir yerdi ki yaşadıkları…
çevrelerinde ki herkes ve herşey sahteydi,yalandı,bozuktu, kirliydi. o artık tertemiz bambaşka bir evrende yaşamak istiyordu. olabildiğine saf, sadece ikisinin olacağı küçük bir evren istiyordu.
Odata aniden soruverdi; ”sen değil miydin buralara aşık? şimdi nasıl olur da istersin buralardan uçup gitmeyi? nasıl terk etmek istersin?”
Odananın gözleri doldu bir anda…
Odata şaşkın, melekler ağlamazlardı ki…
ve anlatmaya başladı Odana;
katlanması zor geliyor artık bu dünyayı… herşey o kadar sahte ki, gerçek olanları bile ayırt edemiyorum. yoruldum savaşmaktan. çevremizdekilerle, kendimizle savaşmaktan yoruldum. sürekli koşturmaca, sürekli bir telaş içindeyiz. birbirimize bile doyamadık bunca zamandır. hem baksana buradaki kainata… Tanrının karanlıkla cezalandırdığı bu yerde daha ne kadar dayanabiliriz söylesene Odata? daha ne kadar karanlığa hizmet edebiliriz? daha ne kadar güneşe hasret olabiliriz? sen özlemedin mi o gülen baharları, yazı? sen hiç aklından geçirmedin mi buradan kurtulmayı? buranın lanetinden kurtulmayı? evet, ben aşıktım, hala aşığım bu gökkubbeye, gitsem de yine aşık kalacağım belki de özleyeceğim ama seninle huzur içinde sonsuzluğu beklemek varken neden bir koşuşturmanın içinde kalayım ki gökkubbe aşkı için? dayanamıyorum Odata, dayanamıyorum artık ne olur gidelim bu karanlık dünyadan, ne olur! kuralım küçük dünyamızı, kimsenin bizi tanımadığı bir yere gidelim… lütfen Odata, lütfen…
Odananın dilinden düşen her bir kelime aynı zamanda gözyaşı oluverdi bir anda ve konuştukça Odata daha fazla şaşırıyordu. melekler ağlayamazdı. onların aşkı hissetmeleri bile mücizeyken nasıl oluyorda Odana bu denli yoğun duygular hissedebiliyordu…
Odana gitmek istemiyordu, hemde hiç.
bütün herşeyi buradaydı çünkü. ailesi,arkadaşları… ama yine de zaman istedi Odatadan ve ayrıldılar.
yalnız kalmak isteyince gittiği koya gitti Odana ve düşünmeye başladı….
ahh Odata… neden şimdi böyle bir şey istedin ki? burayı bırakıp nasıl gideyim ben. bu kadar sorumluluk varken omuzlarımda seninde sorumluluğunu nasıl alayım ben? karanlık kainat burada evet, bende sıkıldım artık bu karanlıktan ancak ne yapabilirim ki? hazır değilim hem ben seninde sorumluluğunu almaya. ama kıyamıyorum da sana bir yandan, hayır demekte istemiyorum. evet, evet çok haklısın söylediğin her bir kelimede. ancak yapamam, gelemem seninle bir başka evrene. ben mahkumum burada köle olmaya. seni de yanıma alıp, seninde köle olmanı bekleyemem senden. özgürsün sen, prangalar vuramam sana, enerjini kendi ağırlığımla yok edemem hakkım yok buna. nasıl söylerim gitmek istemediğimi? nasıl kırarım bir kez daha kalbini? benim için yaptığın onca fedakarlıktan sonra nasıl hakkını öder de gönderirim seni başka kainata? ne yapacağım şimdi ben? zoruma giden ne? Odata olmadan bir gelecek mi? yoksa onun kadar cesur olamayışım mı bu denli yaraladı beni? ahh be sevgili Odatam… neden şimdi karmaşaya sürükledin ki beni yeterince karmaşık değilmişim gibi…
Odana bunları düşünürken Odata da merak içindeydi ve Odananın cevabını beklemeden hazırlık yapmaya başladı. çünkü artık burada kalmayacaktı. kalamzdı. daha fazla karanlıkta boğulamazdı. Odana onun güneşiydi hayatını aydınlatan ancak ona bağlı yaşayamazdı bu kör karanlıkta.
Odana kararını vermişti ancak söyleyemezdi bu kararı Odatanın yüzüne. o yüzden bir güvercin yolladı ona ve şunları söylemesini istedi güvercinden;
ahh Odatam… benim tatlı meleğim. sana asla hayır demek istemezdim ama mecburum buna, mecburum bu karanlık kainatta yaşamaya. biliyorsun sende bir çok sorumluluk var omuzlarımda, seninkini de alamam ben. kaldıramam bu kadar yükü. bende istemiyorum karanlığın kölesi olmayı ama çıkamam buradan. sana söyleyemesem de sen benim huzurumdun meleğim ama ayrılıyor burada yollarımız, ayrılıyor kanatlarımız. çok üzgünüm, çok üzgünüm Odatam sana, senin enerjine layık bir sevgili, arkadaş olamadım… affet beni…
Odata yıkıldı…
asla bu cevabı beklemiyordu ondan. nasıl? nasıl olur da bunları söyleyebilirdi? herşeye gögüs gererek çıktıkları yolda Odana nasıl yalnız bırakabilirdi?
onca hissettiği o yoğunluktan eser yoktu şimdi Odatanın… tek hissettiği huzur yuvasından kovulmuş bir melek olmanın verdiği yalnızlık hissiydi… biliyordu elbette ki devam ettirecekti hayatını ama nasıl?
şimdi gitme vaktiydi Odata için…
yükseldi…
biraz…
biraz daha…
şimdi o lanetli karanlık kanatlarının altındaydı. son kez baktı o lanete, son kez iki damla yaş aktı gözlerinden ve gitti arkasına bakmadan.
tek dileği vardı; Odatanın asla mutlu olmaması…
Odata… öyle bir karanlığa gömül ki… Tanrın bile kurtaramasın seni. sen beni öyle bir hayal kırıklığına uğrattın ki, her geçen gün öl sende, kırıla kırıla öl. hiç bir acı hissetmeden sadece farkında ol günden güne sonsuz olduğunu. sen beni yoksaydın ya, sende yok sayıl hayatın boyunca. ben şimdi yarımca gidiyorum ya, sende öyle bir zamanda yarımca kal ki bir an önce sonsuz olmak için dualar et. ahh Odata… emeklerimi o kadar harcadın, yok saydın ya, her baktığın yerde beni gör, gömül yok ol karanlığın ortasında. acılar çek. bağır avazın çıktığı kadar haykır ancak kimse el uzatmasın sana kal acınla, sonsuzluğunu bekle. ahh Odata, dilerim ki Tanrı seni karanlığın tam ortasında yapayalnız biçare bıraksın.
Bir cevap yazın