Meryem, bir sabah, sevgilisine kahvaltı hazırlıyordu. Baharın bahçelere “affedersiniz” diyerek
girdiği, havanın ılık ve çiçek koktuğu zamanlardı. Çay kaynıyor, Meryem bir şarkı
mırıldanıyor, kırdığı yumurtalar beyaz kâsenin içinde küçük güneşler gibi görünüyordu.
Meryem birkaç dakika sonra korkacaktı ve bir yumurtayı elinden düşürecek, güneşin fayansta
dağılmasını ve dolabın arkasına, tozlu ve karanlık bir yere kaymasını izleyecekti.
Bu sabahın güneşiyse daha yeni doğuyordu. Meryem ofise ilk gelenlerden biriydi. Çantasını
masaya bıraktı ve mutfağa gitti. Bir arkadaşı kahve koyuyordu. Günaydınlaştılar ve saatin ne
kadar erken olduğuyla ilgili yorumlar yaptılar.
“Meryem, ne diyeceğim sana,” dedi arkadaşı. “Geçen eski sevgilini gördüm. ”
Meryem duraksadı ve nefesini tuttu. Arkadaşı şeker kavanozuna uzandı ve devam etti,
“Yanında bir kadın vardı, sana o kadar benziyordu ki. ” çekmeceden bir kaşık aldı, “Sahi, siz
neden ayrılmıştınız, hiç anlatmadın.”
Kadın kaşığı kahvesinin içine soktu ve karıştırmaya başladı. Kaşığının kupaya vurma sesi
mutfakta yankılanıyordu. Tiz ve düzenli. Meryem gözlerini kaşığa kilitlemişti.
Sokağında yaşayan köpeği düşündü. Hayvan, dükkanların karşısındaki sokak ışığının altında
gelip geçene havlardı. Meryem ne zaman sokağa çıksa, köpeğin önünden geçmeden kendisini
hazırlardı. Köpek, arkasından havlar, Meryem’in kalbi göğsünden çıkıp kulaklarına kadar
yükselir, vücudunu ter basar, tırnaklarını avuçlarına bastırırdı. Sabah ve akşam. Köpek ve
havlaması. Tekdüze ve ritmik. Duvara bir çivinin çakılması gibi.
Meryem, güneş battığında, gözü dükkanların camındaki yansımasına takıldı. Orta yaşlarında,
yorgun bir kadın. Derin bir nefes aldı. Sokak ışığının altında uyuyan köpeğe baktı ve ona
doğru yürümeye başladı.
Meryem köpeğe iyice yaklaştığında, yumruk yaptığı elini uzattı ve bekledi. Kalbi kulaklarında
atıyordu. Hayvan elini sakince kokladı ve yaladı. Kadın diz çöktü.
Elini hayvanın başında gezdirip kehribar rengi gözlerinin içine baktı. Köpeğin gözleri ona eski
sevgilisini hatırlattı. O da böyle sevecen bakardı.
Meryem kendisini güvende hissetmişti onunla. Adamın gözlerindeki hevesi, Meryem’in tek bir
tebessümüyle heyecanlanıp saçmalamaya başlaması hoşuna gitmişti.
Köpeğin başını kaşımaya başlayınca hayvan ayaklarının dibinde kıvrıldı ve göbeğini açtı.
Sonraki aylarda Meryem adamı görünce gülümsemeye başladı. Bir gün onu sevdiğini söyledi,
Meryem de onu öptü. Adam, zamanla gözlerinin önünde üçüncü boyutunu kazandı, Meryem’in
ona uzattığı renklere boyandı.
Meryem bacağını altına kıvırıp yere oturdu. Aylarca sürmüştü, ona kahve yapıp saçlarını
okşamıştı, Beyoğlu’nda sergilere gitmişlerdi, sabah kalktıklarında Meryem doğrulup perdeleri
açar, onu öperek uyandırırdı.
Bir sabah Meryem’in gözlerini kapatıp ona bir sürprizi olduğunu söylemişti. Meryem
kıkırdayıp ne olduğunu sorarken onu omuzlarından koridora sürüklemişti. Ona sergide
gördükleri bir natürmort tablosunu almıştı. Kulağına eğilip fısıldamış, yıldönümlerini
kutlamıştı. Duvara çiviyi Meryem çakmıştı. Meryem sırtını ona yaslamıştı ve birlikte tabloyu
izlemişlerdi.
Sonra adam işini kaybetmişti. Eve huysuz gelmiş, elindeki şişeyi duvara fırlatmıştı. Meryem
kırıkları toplarken elini kesmişti, izi kalmıştı.
Köpeğin kuyruğu yeri süpürüyordu. İç çekip başını Meryem’in bacağına koydu. Meryem
hayvanın kulaklarını okşadı.
Değişim hafif ve belirsiz olmuştu. Suyun içindeki bir damla süt gibi. Evdeki her şey yavaş
yavaş çürümüştü. Adamın nefesi, yumurtalar, Meryem’in elmacık kemikleri, hava. Duvardaki
tablo bile, bir kâse çürük meyveden ibaretti.
Elini köpeğin boynuna koyup durunca köpek hafif bir sızlanma sesi çıkardı. Meryem ona
baktı.
Güneş çürük çıkıyordu artık. Meryem kendisini, fondöteni yüzüne boca edip valizini
hazırladığı sabahlarda buluyordu. Adamın ağladığı ve ona yalvardığı sabahlar. Bir daha
yapmayacağına dair yeminler ettiği, onu böyle bırakıp gittiği için sitem ettiği sabahlar.
Tabloyu işaret edip dikip güzel sabahları ona bir bir sıraladığı sabahlar.
Meryem’in kendisini banyoya kilitleyip aptal mısın sen diye sorduğu geceler vardı artık. Güneş
doğunca gideceğine söz verdiği, temizlik yaparken elindeki ize takılıp kaldığı geceler.
O geceye kadar sözünü tutamadı, gidemedi evden. Banyosunun kapısını açtığında ve adamı
yatakta elinde bir kitapla gülümserken gördüğünde, hep umutla uyudu. Bir sonraki günün taze
ve temiz doğacağını umdu. Aya dikti gözlerini ve dua etti.
O sabah, yurt dışında yaşayan bir arkadaşı onu akşam yemeğine davet etmişti. Meryem uzun
zamandır görmediği arkadaşını düşünerek duş almış, en sevdiği elbisesini giymişti. Fermuarını
çekip aynaya baktığında zamanın yavaşladığını hissetmişti. Kesik bir nefes çekmişti içine.
Heyecanı, sırtından aşağı düşmüş, kaybolmuştu. Anca topukları sızlamaya başlayınca
kendisine gelmişti, arkadaşını arayıp düz bir sesle yemeği iptal etmişti.
Adam geçenlerde yeni bir iş bulmuştu. Müjdeli haberle evin içine girdiği günden beri Meryem
artık dışarı çıkarken boynuna eşarplar bağlamıyordu. Günaydınları geri gelmişti. Adam onun
yüzünü ellerinin içinde tutmuş bu zor döneminde onun yanında olduğu için ona teşekkür etmiş
ve sırılsıklam aşık olduğunu söylemişti.
Sanki birisi ışıkları açmıştı.
Meryem hepsini kurguladığını, şizofren olduğunu düşünmüştü. Evin içinde mırıldanarak gezen
bu adam, şimdi ona dokunmaya kıyamayan bu adam, nasıl onu böyle incitebilirdi ki?
Meryem susuzlukla kabul etmişti her şeyi. Ayın dualarını duyduğunu ummuştu. Adamın
sesiyle yerinden sıçramamayı öğrenmişti. Gerçekten yaptıysa bile, diye düşünmüştü, artık
yapmıyor. Acıdan geriye hiçbir şey kalmadı.
Ama karşısındaydı işte. Aynada gördüğü kadındaydı. Erimiş göğüsleri ve kalçalarındaydı,
lekelenmiş teninde, çökmüş göz altlarındaydı. Kaçırdığı onca doğum günü ve kaybettiği
dostlarındaydı, arkalara itilmiş kıyafetlerinde, evin kokusunda ve dolabın arkasındaki küflü
yumurtadaydı. Meryem’in gözlerinin içinde, koridordaki tablodaydı.
Ondan geriye hiçbir şey kalmamıştı.
Köpek gözlerini açıp Meryem’e biraz daha sokulunca kadın elini köpeğin gövdesinde gezdirdi
ve boynunda durdu. Ona bu kadar benzeyen bir kadın. Günler geçiyordu, Meryem’in elindeki
iz, hala beyaz, kabarık bir çizgi. Şu anda dizinde yatan bu köpek. Kalbinin, bir güneş gibi,
göğsünden yüzüne yükselip durduğu yıllar.
Meryem’i çürütmüştü ve şimdi hayatına devam ediyordu. Ona bu kadar benzeyen başka bir
kadınla.
Kulakları uğulduyordu, nefesi hızlı, sakar ve düzensizdi. Gözlerini kırpıştırıyor, terliyordu.
Diğer elini de köpeğin boynuna koydu ve tekrar gözlerinin içine baktı. Kadın, adamın
gözlerini görüyordu. Dolabın arkasındaki yumurtayı, tabloyu ve avcuna batan tırnakları.
Köpek, başucuna çömelmiş bir kadın ve başının etrafında bir ışık görüyordu. Bir hale gibi.
“Meryem?”
Arkadaşı tek kaşını kaldırmış, elinde kaşıkla ona bakıyordu. “İyi misin? Daldın gittin.”
Meryem boğazını temizleyip başını salladı. “ Bilmiyorum ki.” elini kalbinin üstüne koyup
omuz silkti. “Anlaşamadık.”
“Olur öyle.” Dedi kadın, sanki neyden bahsettiğini çok iyi biliyor gibi elini sallayarak. Kaşığı
masaya bırakıp kahvesinden bir yudum aldı. O tekdüze ve ritmik ses kesilmişti.
Bir cevap yazın