Tarihte derin iz bırakan önemli insanlar olmuştur. Yaşadığı dönemde
öyle etkin iz bırakırlar ki bu insanlar yüzlerce yıl sonra bile etki
ve saygınlıklarını kaybetmeden halkın kalbinde yerini korumasını
bilmişlerdir.
Bektaşi Babaları, Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli öğretisini yaşatmak
için gittikleri bölgelerde bu inancı hem sevdiren, hem de etkin
kılmaları ile tanınırlar. Bir dergâhta yeterince kendilerini
geliştirmiş ve Mürşit olarak başka coğrafyaları irşad etmek üzere
dünyanın her tarafına dağılmışlardır. Bu Babaların çoğu gittikleri
yörelerin dillerini bilmiyorlardı. Orada ki yaşam biçimine ve üretim
ilişkilerine yabancıydılar. Ceplerinde paraları yoktu. Asker
olmadıkları için ne askerleri, ne de halkı kendilerine itaat etmeleri
için sevgi dışında imkanları yoktu. Silahla işi olmadığı için onlara
Tahta Kılıçlı İslam büyükleri denir. Gittikleri yerlere sevgi, saygı,
adalet, ortak yaşam ilkelerini getirmiş ve kısa süre içinde halkın
gönlünde taht kurmuşlardır.
Osmanlı devletinin Balkan coğrafyasından çekilmesinden yüzlerce yıl
sonra bile bu Tahta Kılıçlı Velilerin isimleri, etkileri, halk
arasındaki kabulleri halen devam etmektedir.
Bir an için düşünelim.
Avrupa’da 50- 60 yıldır 5 Milyondan fazla Türk vatandaşı yaşamaktadır.
Bu insanlar sessizce takrar geri dönseler geride ne kadar büyük iz
bırakmış olabilirler? Yüzlerce yıl sonra ne kadar büyük bir sevgi
mirası geride kalmış olabilir? Halkın kalbinde ne kadar geniş kabul
görmüş olabilirler?
Bektaşi Babaları bu nedenle farklıydı. Örneğin Macaristan’da Gülbaba,
Bulgaristan’da Demir Baba, Yunanistan’da Kızıldeli Sultan Baba,
Makedonya’da Harabati Baba (Sersem Ali Baba), Kosova’da Recep Baba,
Sırbistan’da Sefer Baba, Arnavutluk’da Balım Sultan, Romanya’da Hafız
Halil Baba, Ukrayna’da Sümbül Baba, Girit’de Horasanlı Ali Baba,
İtalya’da Kadim Baba, Kıbrıs’da Ali Baba bunlaran bazılarıdır.
Bektaşi Babaları sadece Balkan ülkelerinde değil, Azebaycan- Bakü’den
Mısır’da Kaygusuz Abdal Sultan’a, Kırım’da Barak Baba’ya kadar başka
coğrafyalarda da etkin oldular ve derin izler bıraktılar.
Mostar yakınlarında Buna nehrinin çıkış noktasına Dergâhını kuran Sarı
Saltuk Sultan Baba bunlardan biridir. Sarı Saltuk Baba’nın buraya
Osmanlı Padişahı Fatih (Saltanatı 1451- 1481) arasında geldiği
sanılıyor. Başka bir deyimle Osmanlı Devletinin buralara gelmesinden
yaklaşık 100 yıl kadar önce geldiği anlaşılıyor.
Sarı Saltuk Baba burada o kadar etkin bir barış ve kaynaşma sağlıyor
ki etkisi bütün Balkan coğrafyasına yayılıyor. Halk tarafından çok
derinden sahiplendiğinden Hakka yürüdüğü zaman bu coğrafyada 7 ayrı
bölgede Sarı Saltuk türbe veya makamı ortaya çıkıyor. Üstelik bu
coğrafyalar öyle bir birine yakın yerler olmayıp her birinin arasında
yüzlerce kilometre mesafe vardır.
Sarı Saltuk Baba’nın dergâhını kurduğu yer Buna nehrinin dağdan çıkış
yerinde ve kayalara gömülü bir yerdir. Tek kaynaktan çıkan bir nehir
dolusu tertemiz su akarak önündeki geniş coğrafyaya hayat ve bereket
veriyor. Halkla çok derinden kaynaşan Sarı Saltuk Baba buraya bereket,
huzur, barış ve halka barış getiriyor. Bektaşiliğin 400 yıl etkin
olduğu bu coğrafya burada halk arasında kin ve nefreti gidermiş,
farklı dil ve inançlardan yaşayan insanlara barış içinde yaşamalarını
sağlamıştır. Bu bölgede Ortadoks Sırp’lar, Katolik Hırvat’lar ve
müslüman Boşnaklar yaşamaktadır. Ancak son Bektaşi Babası bu
coğrafyada Hakka yürüdükten sonra bölgenin hoşgörülü kültürel dokusu
giderek bozulmuştur. Özellikle 1990’lı yılların başında birarada
yaşayan halk, bir birlerini etnik ve dini temelde boğazlaşmaya
başlamış ve yaşanan bu iç savaş çok büyük dramlara ve tahriplere neden
olmuştur. Aradan 25 sene geçmesine rağmen savaşın derin izleri halen
görülmektedir.
Sarı Saltuk hazretlerinin dergâhını kurduğu yer ciddi ziyaretçi
akınına uğramakta, uzak coğrafyalardan gelen insanlar bu büyük zatın
eserini huşu içinde gözlemlemektedir.
Tekke içinde Bektaşi aşıkların yetişip Muhip olmalarını sağlayan
eğitim yeri ve Meydan odası, çeşitli yerlere işlenmiş ve 12 İmamı
temsil eden Teslim taşı figürleri, tablolar ve simgeler, çok eski
zamanlardan kalan Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin’i tanımlayan çizelgeler, 12 İmam ve Şeyh Ahmed Yesefi
silsilesi ile yolun 12 İmamlara bağlılığını gösteren bilgiler vardır.
Ancak türbede sadece Bektaşilik değil, bu coğrafyada kabul gören ve
birlikte barış içinde yaşayan başka İslami tarikat silsileleri de
inanç olarak Ahmet Yesevi üzerinden Ehli Beyt’e bağlanmaktadır.
Örneğin Nakşibendi tarikat anlayışı bu tablolarda Türkiye’de bulunan
Nakşilerden farklı olarak diğer Tasavvuf akımları ile birlikte Ehli
Beyte bağlılığı ve onun öğretisi olan barış ve sevgiyi temsil
etmektedir.
Bundan dolayıdır ki bu coğrafya tarikatları kendi ekollerini öne
çıkarma gibi bir dışlayıcılığı değil, diğerleri ile barış içinde
yaşamayı öne aldıkları için son derece dostane ilişkileri mevcuttur.
Bunun arkasında muhakkak ki sosyolojik nedenler de vardır. Örneğin
Mostar’ın İslam devletleri coğrafyasından uzak oluşu, iç savaşta
İslamı temsil edenlerin birarada bir birlerine tutunmaları barış
içinde kalmalarını sağlayan en önemli etkenler olarak görülebilir.
Ancak bu hassas dokuyu giderek içten bozabilecek bazı gelişmeler de
mevcuttur. Özellikle Suudi Arabistan desdekli Vahabi’lerin iç savaş
sırasında buraya gelip yerleşmeleri, müslüman halkta tedirginlik
yaratmaktadır.
Mutfak ve sofra yeri, yerlere serili halıların bulunduğu misafirhane,
gusülhane, çilehane, el işlemeli gömme dolaplarda içinde kitap ve
havlu gibi eşyalar ziyaretçilerce görülebilir.
Dergâhın kaynağından çıkan temiz su rahatlıkla içilmekte, oradan
akarak ovaya inmektedir. Türbeyi tanımlayan broşürler, panolar,
çeşitli hediyelik eşyalar, yabancı dil bilen görevliler ve dokuya
uygun çevre düzenlemesinde turistik hizmet veren kafeteryalar,
lokantalar mevcuttur.
Bu arada ”Nauk Bektasijskog Tarikata’’ kitabını yazan Bektaşi yazar
Senad Micijevic adlı yazararın Bektaşi sembollerle süslenen kabrini de
ziyaret ettik (Yaşamı 1960- 2013) .
Mostar şehri ise tarihe karşı ayakta kalma mücadelesi veren bir şehir.
Tarihi köprüsü Mimar Sinan tarafından yapılan ve iç savaşta yıkılıp
daha sonra Unesco tarafından aslına uygun halde imar edilen tarihi
görüntüleri ile iç savaşın derin izlerini halen yaşıyor. Şehirde
yaşayan müslüman Boşnaklar, Katolik Hırvat’lar ve Ortadoks Sırplar
ayrı ayrı semtlerde oturuyorlar. Birbirleri ile diyalogları neredeyse
hiç yok. Hiç bir taraf, kendisinden olmayan kesimle evlilik yapmıyor.
Eski mezarları nispeten birarada iken savaş sonrası yapılan mezarlık 4
ayrı yerden oluşuyor. Sırplar, Hırvatlar ve Boşnakların mezarlıkları
dışında bir de Ateistlerin ortak mezarlığı var.
Boşnak tarafın mahallesinde oluşturulan Şehitlik mezarlığında yaşları
henüz 17- 18 yaşında hayattan koparılan çok sayıda mezar var. Şehrin
en büyük binaları halen restore edilmediğinden iç savaşın derin
izlerini taşıyor. Savaş döneminde şehir önemli ölçüde boşalmış ve
uzunca bir süre adeta kaderine terk edilmiş. İç savaşın ne demek
olduğu, savaşın yıkımı, aradan 25 sene geçmesine rağmen halkın
üzerinde ki travması halen devam ediyor.
100 bin kişilik küçük bir şehir düşünün. Bu insanlar aynı ülkenin
vatandaşları, aynı ülkenin pasaportlarını taşıyorlar, aynı dili
konuşuyorlar. Ama iç savaş bunları öyle bir ayırmış ki ortak ticaret,
ortak evlilik, ortak mezarlık yok.
Bütün bunları göz önüne aldığımızda burada eksik olan değerin
Bektaşilik olduğunu rahatlıkla görürüz. Bektaşiliğin etkin olduğu
coğrafyada iç savaş yaşanmaz. Monstar’da bizi konukseverlikle
karşılayan Ali, Semir, Jasmin gibi konuştuğum Bektaşi canlar, barış ve
birarada yaşama kültürünün çok yara aldığını, bunu yeniden güçlü
kılmanın yolunun da Bektaşiliğin tekrar güçlü hale gelmesine bağlı
olduğunu açıkladılar. Ayrıca iç savaşın hiç bir tarafa fayda
sağlamadığını, herkesin kaybettiğini belirttiler.
Bizi orada dostça karşılayan ve çevreyi gezdiren Ali Derviş, Semir ve
Jasmin canlara teşekkür ediyoruz. Monstar’da yaşanan iç savaştan ders
çıkararak barış ve birarada yaşama kültürünün önemini bilmemiz gerek.
Kurşun izlerini halen üzerinde taşıyan ve bir kısmı ciddi yara alan
binalar, savaşın halen derin izlerini yansıtan görüntülerden
insanların ders çıkarmaları gerekir. Yıkılan bazı binaların bir
duvarlarında ağaçlar savaşa inat yemyeşil dalları ile insanlara
gülümsüyor.
Bu coğrafyada yüzlerce yıl barışı egemen kılan Sarı Saltuk ve diğer
Tasavvuf erenlerinin ruhları şad olsun.
Kazım Balaban / 12. Nisan 2017 Viyana
Not : Resimler ekteki dosyadadır
Bir cevap yazın