O zamanlar Gültepe’de oturuyorum. Gültepe, İstanbul’un en kötü semti olarak biliniyor. Semtte de hep kötü çocuklar var tek iyi çocuk görmedim ama semtte de hangi kötü çocuğa sorsanız beni hemen gösterir. Henüz yirmi altı yaşındayım kimine göre çocuğum kimine göre amca. Ben delikanlı demeyi tercih ediyorum o sıralar kendime. Hem delikanlıdan farkım da yok. Görenler değil görmeyenler de beni görse bunu söyler diye düşünüyorum. Oturduğum daire eski bir binanın giriş katındaki meyhanenin üstü. Binada emekli işçiler ve bir de bekâr bir kız kalıyor.
Kızın ismi Müge, benim adımı bilen yok. Yalnızca mahallenin yabancısı olarak tanırlar beni o zamanlar. Mahallenin kötü çocuklarıyla daha çok ya dolmuşta ya da akşam okuldan dönüşte meyhanede iki tek atarken karşılaşıyoruz. Müge benim bir kat üstümde; şeker fabrikasından emekli Halil Amcaların bir alt katında oturuyor. Kızı mahallede tanıyan yok zaten o da kimseyi tanımaya niyetli değil. Yaşça benden on yaş küçük gibi görünüyor ama yirmi altı yaşında bunu ben değil o söylüyor. Her gün elinde bir çanta nereye gidiyor hiç kimse bilmiyor, Halil Amcalar bile. O zamanlar beş parasızım ve öğrenciyim. Okulu bitirir bitirmez de iş aramaya koyuluyorum. İş bulabilmek için de plazalara girip çıkıyorum. Bu arada Müge’nin semtin biraz uzağında Alman hastanesinde hemşire olarak çalıştığını öğreniyorum mahalledeki kötü çocukların birinden. Onların da o kadar kötü çocuklar olmadığını anlıyorum.
Müge Halil Amcaları çok seviyor. Halil Amcaları işçi oldukları için mi yoksa insan oldukları için mi seviyor yalnız kendisi biliyor. Ben Halil Amcaları daha çok beni sevdikleri için seviyorum. Halil Amcalar da beni seviyormuş mahallenin kötü çocukları söylüyor bunu. Şiir ve öykü yazıyorum ara sıra. Yazdıklarımı Halil Amcaya okuyorum o da dinliyor. Onun bir köpeği var simsiyah adı Zahir. Köpeğiyle gelir meyhaneye benim meyhaneye uğradığım saatlerde. O saatlerde de Müge hastaneden eve gelir her gün olduğu gibi. Dolmuş meyhanenin önünde durur. Elinde kırmızı bir çanta üstünde okyanus mavisi bir elbise dudaklarında kırmızının en koyu tonu rujuyla eve girer. Halil Amcanın masasında köpeğinden başka kimse yoktur ne kimseyi davet eder ne de başka bir masaya oturur. Arasıra ben uğrarım masasına. Anlayacağınız masası hep aynıdır ama Zahir beni iyice tanımış olsa gerek her kapıdan girişimde havlar. Halil Amcanın meyhanede olmadığı zamanlarda ne zaman Halil Amcadan söz açılsa konu dönüp dolaşır onun Müge’sine gelir. Halil Amca birinci dünya savaşı sırasında tanıştığı Müge adında bir hemşireye cephede aşık olur ama kız buna karşılık vermez ve bir sabah uyandığında kız ortadan kaybolur. Bu da Halil Amca da derin bir yara açar benim bir üst katımda oturan Müge’nin ben de açtığı yara gibi. Halil Amcaya meyhanede denk geldiğim bir zamanda sordum Müge’nin hikayesini. O da hikâyeyi kendi ağzından anlatmaya başladı:
Cephedeydim. Bir ayağım çukurda bir ayağım Mügenin bulunduğu çadırda. Kendi elleriyle su veriyor bana. Kendisi hemşire ben yaralı bir askerim. Üzerindeki beyaz önlük kıpkırmızı olmuş. Benim üzerimde de kefen var Müge’nin önlüğü gibi kıpkırmızı. Müge’den sıçramış olacak. Müge sedyeye yatırılan her askere su veriyor biraz da kuru ekmek. Benim sedyem çadırın sol köşesinde bu arada hava da nasıl soğuk ama terliyorum. Çadırda en çok Müge’yi sevdim. Yaşım henüz on yedi. Okulum henüz bitmemiş. Müge on yedisinde bin askere kuru ekmek veriyor. O yaşta ölümle savaşıyor. Akşamları kuru ekmekle yatıp sabah kuru ekmekle uyanıyoruz. Müge’nin beyaz önlüğü kırmızının en koyu tonu oluyor vakit ilerledikçe. Ben hala yalınayak hala bir ayağım çukurda. Çadırın sol köşesinde sedyede devamlı Müge’nin askerlere su içirişine bakıyorum. Hep yeni gelenlerin suyu hak ettiği fısıldaşılıyor çadırda.
Cephede binlerce asker ölüyor binlercesi çadıra Müge’yi görmeye geliyor. Mügenin saçları omuzlarına kadar uzanıyor ve simsiyah. Dudakları susuzluktan kurumuş. Açlıktan iyice zayıflamış. İlk gördüğüm Müge değil yani. Birinci dünya savaşı olanca hızıyla devam ediyor cumhuriyet henüz ilan edilmedi. Biz cephedeyiz. Bir yudum suya kuru ekmeğe muhtacız. Müge’nin yüzü yine de hep gülüyor. Bir şeylerden emin ama bunun ne olduğunu ne ben ne de diğer askerler biliyor ama o güldükçe biz de neşeleniyoruz. Ara sıra benim yanıma geliyor. Ben o sıralar yalınayağım. Kış iyice kendini belli ediyor ayaz da sabaha karşı ayaklarıma vuruyor. Müge’ye çarığımı soruyorum. Çarığım cephede savaşan başka bir askere verilmiş öyle diyor Müge ama yalan söylüyor çünkü ayağındaki çarık benim. Benim iyileşeceğim düşünülmüyor. Ben sedyeden ayağa kalkınca çarığımı bana vereceklermiş öyle diyor askerler ama bu da bizimkilerin uydurduğu koca bir yalan.
Çadırda kan kırmızı önlüğüyle ortalıkta dolanıp duruyor Müge. Ben sedyeye boylu boyunca uzanmışım devamlı ona bakıyorum bunu görüyor ama fark ettirmiyor. Diğer askerler benim Müge’yi sevdiğimi biliyorlar. Gülüşüyorlar. Müge benim yanıma geldikçe ben daha bir neşeleniyorum. Belli olmasa da Müge güzel kız ben ise çirkinim bir ayağım çukurda çünkü. Bunu herkes biliyor ama Müge’nin buna inanmadığını düşünüyorum.
Bir gün sedyede uyandığımda Müge ortadan kayboluveriyor. Gelen her askere her hemşireye her doktora soruyorum ama kimse Müge’yi tanımıyor. Müge o gün ortadan kaybolduktan sonra ondan bir daha haber alamadım. Köyümden dışarı çıkıp gördüğüm ilk yer cephe. Sonra da bildiğiniz gibi cephenin ardından da yolum İstanbul’da bu semte düşüyor, diyor Halil Amca. O gün evime dönünce uzun süre hem Halil amcanın Müge’sini hem de benim Müge’yi düşünüyorum.
Bu arada onca çabadan sonra plazanın birinde iş bulmuştum. Hatta maaşım da oldukça iyiydi. İşe başlar başlamaz da yeni bir saat aldım. Sonra yeni bir takım elbise… Yeni bir koltuk takımı… Yeni bir daktilo… Bizim kötü mahalleden taşınmaya bile karar vermiştim ama sonradan vazgeçtim. Müge’nin bir alt katında bir dairede oturmaktan oldukça hoşnuttum Saatim hep yediye kuruluydu. Akşamları da altı gibi işten dönerken bizim mahalledeki meyhaneye uğruyor bir iki kadeh atıyordum.
O gün yani benim doğum günüm olan ikinci cemrenin toprağa düştüğü gün meyhaneye uğramadan plazadan çıkıp iki birayla eve giderken ardımdan bir ambulansın beni takip ettiğini fark ediyorum. İki birayla evimde doğum günümü kutlayacağım başka da bir niyetim yok. İlk defa o gün meyhaneye uğramıyorum. Anneme göre akşamüstü yedi de doğmuşum o yüzden o gün saat tam yedide evde oluyorum ama olacaklardan haberim yok. Bu arada ambulans geliyor ardımdan. Meyhanenin yani bizim evin önünde duruyor. Neden arkamdan geldi neden bizim evin önünde durdu bilmiyorum.
Henüz yirmi altı yaşındayım ve birazdan yirmi yedi yaşıma basacağım. Biramı açıyorum. Pencereye yanaşıyorum. Dışarıya bizim evin önüne herkes toplanmış buna Halil amcalar da dahil. Bu arada kapı çalıyor. Biramı bırakıp kapıyı açıyorum. Kapının ziline basan Müge’ymiş. Üzerinde beyaz bir önlük var ve yanında anlayabildiğim kadarıyla Alman hastanesinde çalışan iki görevli. Yüzü biraz asık. Beyaz bir önlük giydiriyor Müge bana. Biramı bitirmeden Halil Amca’ya bile veda edemeden ambulansa bindirilip hastaneye doğru yol alıyoruz.
Bir cevap yazın