Saat 03:25
Henüz uyku tutmamış, umutlarını kadehlere saklayanların demlendiği; ya da benim gibi uykunun korunaklı kucağına sığınanların binbir zahmetle, çişe kalktıkları saat. Ben de içtiğim çaya savurduğum paslı küfürlerle yatağımdan çıkıyorum. Tam o sıkıntıdan kurtuldum derken, öyle bi sigara içesim geliyor ki, bir de içtiğim sigara küfrediyorum.
Kafamı yukarı kaldırıyorum sigaramı yakarken; berrak gökyüzü sigara, kulağımdaki şırıldayan nehir çakmak oluyor; ben de çekiyorum ciğerlerime yıldızları.
Deli gibi uykusu varken, oturup bir sigara yakma isteği duyuyorsa bir insan mutlaka içini kemiren bir şey vardır. Ben de dumanı havaya üflerken düşünüyorum – ister istemez-
Gözümün önüne esmer adamın kusursuzca çizilmiş dudakları geliyor. Sonra ağzının içinden çıkan karanlık kelimeler: ” Hayat senin. İstediğin insanla görüşmelisin. Ben de öyle tabii. Bu bizim geçireceğimiz zamanlara engel değil.”
Bir ses duyuyorum.
Çatırt!
Durup etrafıma bakınıyorum. Yere düşüp çatlayan herhangi birşey arıyor gözlerim.
Sonra bu sesin daha yakınlardan geldiğini fark ediyorum. Ama ne farkındalık! O sesin ne olduğunu çok iyi biliyorum da bilmezden geliyorum.
İlk kez 4 yıl önce duymuştum bu sesi. Sevdiğim adamla konuşuyordum. Ağzından çıkan irili ufaklı çakıl kelimeler sonunda çatlatmıştı içimin aynasını. İki yüzlülüğümün sonu olan minicik bir kelimeydi. Beni kulağımdan tutup, yaşadığım hayatla düşlediğim hayat arasındaki o korkunç uçurumun kıyısına getirip, oracıkta bırakmıştı. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
İşte yine aldığım küçük bir darbeyle çatladı içimin aynası.
Oysa etrafımız, bu sakin orman ne kadar güzeldi. İstediği yöne meyleden asi ağaçlar, sesine aldırmadan şarkı söyleyen cır cır böcekleri ve dileğince akan nehirden mutlaka emanet almalıydık doğallığı.
Ama.. Kolay değildi. Tozlanmış yerlerimizi temizlemeye çağıldayan nehir de yetmiyordu. Yetmezdi de.
Düşüncelerimden uzaklaşıp saate bakıyorum. 03:40
Issız bir yer burası. Az ilerde, şu yorgun taş köprüyü geçtikten sonra, küçücük beklentileriyle yaşayan insanların olduğu ufak bir köy var. Köprüyü zar zor seçiyorum şimdi. Her yer zifiri, yıldızları ciğerlerime hapsettiğimden beri.
Yerimden kalkamıyorum. Bu, art arda yaktığım dördüncü sigaram. Kalksam ne yapacağım ki? Çevirip kafamı arkama bakıyorum. Esmer adam dünyaya sırtını dönmüş, karanlığın içinde olanca gamsızlığıyla uyuyor ve yanında duran ufak yığıtıda eşyalarım.
Derken köy tarafında ufacık bir ışık görüyorum.
Sanki beklediğim oymuş gibi, taş köprüye doğru adımlıyorum.
Araba giderek yaklaşıyor.
Ben köprünün üzerindeyim.
Artık gideceğim tek yönüm var, kendim.
Araba yanıma yaklaşıyor. Saatimi çıkarıp köprünün taş duvarının üzerine koyuyorum. Kolumda asılı kalan rakamlar gösteriyor, saat 03:59
Arabaya binip, kapıyı usulca kapatırken dudaklarımın aralanıyor:
-Gidebiliriz. İçimde bir yıldız kayıyor.
Bir cevap yazın