Gök gürültüsü ve arkasından çakan şimşekle sanki kıyamet kopuyor, gökyüzü yere iniyor sanırdınız. Böylesi zamanlarda Müzeyyen’in çocukluğundan bu yana yenemediği korkusu depreşir, yalnızlığını ve yoksunluğunu derinden hissederdi. İçerden yün battaniyesini aldı, pencerenin yanındaki koltuğuna oturdu. Kendisi gibi gök gürültüsünden korkan Pisagor saklandığı yerden ok gibi fırlayıp bacaklarına örttüğü battaniyenin altına girdi, insanı sakinleştiren mırıltılarıyla kucağına sokuldukça sokuldu.
Aradan ne kadar geçti farkında değildi, cep telefonunun sesiyle irkildi. Erkek kardeşiydi arayan. Yüreği hop etti. Ondan gelen hemen her telefon, İyi şeyler olmadı demekti.
Kardeşi, başı dertten kurtulmayan, sorunlarının üstesinden gelememiş, ne zaman ne yapacağı belli olmayan biriydi. Sekiz sene önce askerdeyken nöbetteki arkadaşının intiharı sonucunda yaşadığı kaygı bozukluğu sonraki yaşamını alt üst etmişti. Anne ve babası iyileşmesi için çok çaba göstermişlerdi. Tam her şey yoluna girdi derken bu kez de onları bir trafik kazasında kaybetmişlerdi. Hiç beklenmeyen bir zamanda başlarına gelen bu kayıp olayı ikisini de derinden sarsmıştı. Uzun süre birbirlerine tutunarak baba evinde yaşamışlardı. Erkek kardeşi bir süre sonra kendisi gibi, sorunlarını aşamamış bir kızla birlikte olmaya başlamıştı. Daha sonra kız eve yerleşmiş, Müzeyyen de başka bir eve taşınmak zorunda kalmıştı. Çünkü kız onu evde istemiyordu.
Zaman zaman şiddetli kavgaların yaşandığı birliktelik, kızın hamile kalmasıyla birazcık durulur gibi olmuştu ama hamileliğin son ayına girdikleri şu günlerde yine sürekli çatışma halindeydiler, o yüzden gelen her telefon Müzeyyen’i kaygılandırıyordu. Geçenlerde alt komşular aramış tartışmalarının artık çekilmez olduğundan, birbirlerine zarar vereceklerinden korktuklarını söylemişlerdi ama elinden bir şey gelmiyordu. Onlar istemezse, kardeşi ve sevgilisine ulaşamıyordu. Telefonlarına çıkmıyor, kapıyı açmıyorlardı. Kapının kilidini değiştirdiklerinden eve de giremiyordu. Kardeşine yeterli desteği veremediği düşüncesiyle, kendini çok çaresiz ve yetersiz hissediyordu.
Israrlı uzun çalışı karşısında duyacaklarından korkarak açtı telefonu, karşısındaki kardeşinin kız arkadaşıydı, yüreği hop etti, kısık bir sesle ve güçlükle;
‘’Alo’’ diyebildi. Kızsa en yüksek perdeden, hiç durmamacasına sıraladı kelimeleri ardı ardına;
‘’Abla, deli kardeşin az kalsın beni öldürecekti, ben de onu balkondan attım, ayaklarını kırdı, hastaneye gidiyoruz, haber vermedi deme.’’ Dedi ve hemen telefonu kapattı. Bir an olduğu yerde ne yapacağını bilemeden öylece durdu, sonra baba evinin, apartmanın giriş katında olduğu aklına geldi, ‘nasıl yani, ne saçmalıyor bu kız,’ diye düşündü.
Hemen hazırlanıp çıktı. Doğruca kardeşinin evine gitti. Evin önünde taksiden indiğinde, bitmek bilmez yolu koşarak gelmiş gibi nefes nefeseydi. Korkarak zile dokundu, açan olmadı. Kapıcı dairesinin zilini çaldı. Adam sinirle açtı kapıyı, konuşmasına fırsat vermeden, art arda sıraladı içindeki birikmişleri;
‘’Abla seninkiler iyice kudurdu kardeşin bir gün katil olacak haberin olsun. Apartmandakiler de artık çekemez durumdalar, hatırın olmazsa polis çağıracaklar. No’lur bir çözüm bul.’’
Müzeyyen çaresizlik içinde adama ne cevap vereceğini bilemedi;
‘’Beni Müjgân aradı, kardeşimin ayağının kırıldığını söyledi, doğru mu, kapıyı da açmadılar, evde yoklar galiba?’’
Adam şaşkın baktı, ‘’Yok be ablam, yemişler seni. İkisi de domuz gibi, deminden beri savaşıyorlar. Kardeşin kızdan şüpheleniyor galiba, deli zırvası işte. Geçen gün kızcağız bir arkadaşında kalmıştı, seninki kurmuş çilingir sofrasını, açmış bilgisayarında Orhan Abiyi, demleniyor azar azar. Bir ara beni de çağırdı, bir şey aldıracak sandım meğerse niyeti benimle içmekmiş. Çok ısrar etti, zaten sofrayı iki kişilik hazırlamış, ayıp olmasın kırılmasın diye oturdum sofrasına. Seninkinde bir neşe, bir keyif, akıllı uslu adamlar gibi, -yani, afedersin, tabii ki akıllı uslu, hepimiz deliriyoruz arada bir- yani çok keyifliydi demek istedim. Çocukluğunuzdan, seninle nasıl iyi anlaştığından, -sahi babalarınız ayrıymış galiba, ama siz hiç bunu önemsememişsiniz- daha bir sürü şey anlattı. Sonra Orhan Abi, Yakılacak Yara’ şarkısını söylemeye başladı. Çok güzel bir şarkı abla, çok severim, seninki bir hüzünlendi, bir öfkelendi, bir ağladı, şekilden şekle girdi anlayacağın. Sonra yapıştı yakama, illâ sana bir sır vereceğim diye tutturdu. Ben artık idare etmeye çalışıyorum, sesi fazla çıkmasın, sinirlenmesin diye anam ağladı vallahi. Bir yandan da kendime kızıyorum, yönetici duysa ağzıma tükürecek afedersin. Zar zor bir iki saat oyaladım ama olmadı, hadi ver sırrını ama sonra ikimizde yatacağız diye söz aldım. Abla valla iflah olmaz kardeşin, o gece iyice anladım. Öyle abuk sabuk konuştu, ilgisiz şeyleri sır diye verdi ki anlatamam.’’
Müzeyyen şaşkındı, gene neler saçmalamıştı bu çocuk, bir taraftan da kardeşi için endişesi gittikçe artıyordu ama bir türlü araya girip de adamı susturamıyordu. Adam fırsat vermeden anlatmaya devam ediyordu. Müzeyyen artık sabrının son sınırlarındaydı, ‘Sanki benimkilerden ne farkı var, kaçığın teki, saçma saçma konuşuyor.’ Diye düşündü. Adam bir an sustu, boşluktan faydalanan Müzeyyen evin anahtarını istemek için tam ağzını açacaktı ki, kapı açıldı, kardeşi kapıda belirdi. Suratı bembeyazdı, çok kötü görünüşü vardı. Koridorda öylece durup bir ablasına bir kapıcıya baktı, ilerledi adamın önünde durdu. Gözlerinde derin bir nefretin koyu karanlığı vardı.
‘’Ben de seni adam sanmıştım, gevşek ağızlı yavşak, çıkmasam her şeyi ablama da anlatacaktın değil mi. Zaten Müjgân’a da söylemişsin, benimle alay etti bütün gece. Bu yaptığın çok kötü bir şey, güvendim lan ben sana! Senin gibiler gereksiz yer kaplıyor dünyada.’’
Elini kaldırdı, solgun otomat ışığında göz alıcı bir parlaklık tüm apartmanı aydınlattı sanki Müzeyyen’in şaşkın bakışlar altında, o parlaklık, defalarca kapıcının göğsüne indi.
‘’Ben sana ağzını açmayacaksın, bu bir sırdır demedim mi, sırlar söylenmez demedim mi, işte böyle cezalandırırım ben adamı. Bir daha asla konuşamayacaksın.‘’
Sonra nefes nefese durdu, bıçaktaki kanı pantolonuna silip, ablasına verdi. ‘’Haksız mıyım, sırlar hiç başkasına söylenir mi abla. Müjgân’a söyledi, yetişmesem sana da söyleyecekti. Oysa ben ona, kimseye söyleme, ben kısırım demiştim, gevşek ağızlı işte, neredeyse mahalleye yayacaktı.’’
Adeta şoka girmiş olan Müzeyyen, ağzı açık şaşkın bir halde, elinde sıkı sıkıya tuttuğu kanlı bıçakla yerde yatan kapıcıya bakıyordu.
Bir cevap yazın