-Keşkeyi ekmişler de bitmemiş derdi rahmetli anacığım. Toprağın istemediğini ben ne
yapayım, di mi ya? İşin kötüsü evlatçığım bir kere çıktı mıydı ağzından bu laf, asılı kalıverir
havada. Her bir yerleri yaldır yaldır senlen gezer. Arsızdır.
Cam kenarında hep oturduğu kanepede, nefes almadan nasihat eden babaannemi
dinlemiyormuş gibi yapıp gazeteyle oyalanıyordum. Hala gür olan kıvırcık, beyaz saçlarını
kırışık elleriyle düzeltirken bana attığı yan bakışıyla “Duy oğlum beni, duy da kulağına küpe
et.” demek istediğini de anlamazdan geldim.
-Çoook yıllar evvel birinin ağzından çıkıvermişse zaar, onun peşinden taa bugünlere gelmiş.
Ne bilcen? Yaptığımıza, yapamadığımıza, gidene, gelene, kaçana işte o zamandan bu zamana
pişmanlık hastalığına tutulmuşuz. Ahhh, ahhh… En iyisi mi çocuğum, sen sen ol diline hiiiiç
dolama bu mereti.
-Haydi, çıktım ben.
Kesik kesik öksürerek devam etti.
-Aman canım ben ne karışırım? Senin aklın sana yetişir, bana ne hacet?
Sesini iyice titretti babaannem.
-Oğlum ekmek alıver dönerken, kepekli ekmek.
Bu ‘Akşam yemeğine gelecek misin?’ demekti. Güldüm.
-Babaanneciğim, çıkarken söylerim Hayri abiye alır ekmeği. Sen yemeğini yersin. Annemler
de gecikecek bugün.
Pencereden uzaklara hülyalı bakışlar atan babaannemin hali dokundu bana. Sokulup, sıkı
sıkı sarıldım.
-Tamamdır, Sultan Hanım, geç kalmamaya çalışırım.
Yüzüme bakmadan dolgun, buruşuk yanağını uzattı. Aldığım beyaz sabun kokusunu
solumamaya çalıştım. Dudaklarını büzdü.
-Sen yine de dediklerimi unutma, e mi evlatçığım. Dememek için unutma. Güvenme öyle
hemen herkeslere. Tedbiri elden bırakma.
Yürürken Hale’yi düşündüm. Neşeli, akıllı, güzel, tatlı Hale’mi. Gene neden
babaannemin ona bir türlü ısınamadığını, kızcağızın kendini sevdirmek için bize her
geldiğinde ufak bir hediye, meyve, tatlı getirdiğinde ya da selamını söylediğimde yüzünü
astığını anlayamadım. Özellikle son günlerde sevgilimi bana karşı samimiyetsiz hatta soğuk
bulduğunu, erkek arkadaşlarımla fazla laubali olduğunu diline dolamıştı. Onu ve nasihatlerini
unutmaya çalışıp kalbimi deli gibi attıran sevdiğim kızın yanına bir an önce gidebilmek için
adımlarımı hızlandırdım. Beni görünce kim bilir ne çok sevinecekti. Gerçi sürprizlerden pek
hoşlanmazdı Hale ama benim ziyaretim onu mutlaka memnun edecekti.
Saat beşe geliyordu. Genelde bu zamanlarda okuldan çıkmış eve dönüyor ya da beraber
vakit geçiriyor olurduk. Sabah telefonla konuşurken “Kendimi iyi hissetmiyorum, bugün
dinleneceğim.” dediğinde akşam iyi olan kız arkadaşımın birden hastalanmasına canım
sıkılmış, ben de okula gitmemiştim. Üç sokak ötedeki evine vardığımda, binanın altındaki
marketten yiyecek, içecek, abur cubur bir şeyler alıp, camın aksinde terlememiş olmamayı
umarak kendime çeki düzen verdim. Heyecanla zile bastım. Hastaydı ve kalkıp kapıyı açması
zaman alabilirdi. Biraz bekledikten sonra tekrar denedim. Allah’tan o an da apartmandan
çıkan komşulardan biri sayesinde içeriye girebildim. İkinci katı tırmanırken onun için
endişelenmeye başlamıştım bile. Sevgilimle daha fazla ilgilenmeye karar verdim. Gün boyu
uyuyor diye aramamakla iyi etmemiştim. Bana kızmış olabilirdi.
Dairesinin kapısını defalarca çaldım. Seslendim. “Hale iyi misin?” Nihayet aramayı akıl
edip, telefonuma aşkım diye kaydettiğim numarasını tuşladım. İçeride çalan melodi, evden
gelmeye başlayan telaşlı tıkırtılar, boğuk boğuk tanıdık sesler aklımı karıştırdı. Neler
oluyordu?
-Artık daha fazla saklanmak istemiyorum. Yeter, konuşacağım.
Aniden açılan kapının önünde en yakın arkadaşım yakışıklı Fırat, arkasında kara
gözlerini benden kaçıran tatlı Hale, karşılarında akılsız, saftirik ben, bir kaç saniye
şaşkınlıktan öylece birbirimize baka kala kaldık. Konuşmaya ilk başlayan Fırat oldu. “Bak
biliyorum, çok çirkin gözüküyor her şey ama dinle, bir dinle.” Dudaklarına baktım. Az önce
öpüştüklerini hayal ettim. Tiksindim ikisinden de. “Tamam oğlum bak birden oluverdi işte.
İşte oluverdi.” Eliyle yüzünü kapatıp hıçkıran kıza döndü. “Ya tamam, ağlama bir dur.”
O an vursam dedim Fırat’a, ağzını burnunu kırsam, Hale’ye küfür etsem, “Sürtük”
yetmez “Orospu!” desem, “Allah bin belanızı versin. Hani siz hiç anlaşamıyordunuz ya,
meğer mercimek fırına gireli epey olmuş şerefsizler.” diye bağırsam, duvarı, taşı
yumruklasam, evi dağıtsam, olay çıkarsam, kendimi oradan oraya atsam, apartmana öğrenci
evinde yaşanan rezilliği duyursam, kepaze etsem, assam, kessem… Yapmadım. Ardımdan
Hale’ye ve “Ne diyon lan, manyak mısın? diye bağıran Fırat’a cevap vermeden, bilgiç bir
surat ifadesi takınarak “Keşkeyi ekenler biçememiş oğluuum” dedim ve merdivenleri ikişer,
üçer hızla inmeye başladım.
Bir cevap yazın