” – Nasılsın ?” diye sormıyorum. Nefesim yetmiyor.Yokluğunda göğsüm nasıl sıkıştıysa etrafını kabuslar sarmış canım,nasıl çırpınmışsa, bir sürü anımız tozlandı.
” -Güzel gözlüm” derdin.yokluğunda göz pınarlarım kurudu. Düşünebiliyor musun bir nehrin dağa küstüğünü? Yokluk böyle bir şeydi sanırım. Kimi yokluktan çalıyordu. Kimi öfkeleniyordu, vurup kırıp döküyordu. Ben yokluğunda delirmeyi seçtim. Ağaçlarla, dallarla, sokak köpekleriyle en çokta gökle konuştum. Konuştukça kalın tuğlalar ördüm senle benim aramıza.
Durmuyordu aklım. Gireceğin her bir sokağı ben önceden biliyordum, biliyordum çıkmaz sokağından döneceksin. Hastalanıyordum, durmuyordu aklım.” – Dur” diyordun, durmuyordu işte… aklımın ipleri kıvrılıyordu, düğümleniyordu, açarken düğümleri bilmiyordun nasıl canım acıyordu, görmüyordun. Bakıyordun, görmüyordun. Gözlerine böyle böyle küstüm.
Sonra sen kaçtın. Çorap söküğü gibi söküldükçe söküldün hayatımdan ben de durdum seyrettim, sonunda dura bilmiştim. Artık sen durmuyordun. Ben sana “dur” diyemedim. Yaşadığım işkenceyi sen de yaşa istemedim. Aramızdan biri kurtulmalıydı bu hapisten ve sen kaçarken ruhumun tünelinden, bütün oksijeni tükettin.
Çok sonraları tekrar açtım akıl defterimi. Kalemim seni yazıp çizmekten yorulmuş, bıraktığım sayfaların arasında geçmişle geleceğin ayracı, bekçisi olarak duruyordu. Beklemenin ızdırabını şimdi en çok o biliyordu. Neydi sahiden beklemek? Saatten cımbızla her bir lahzayı çekerken ruh nasıl bir fırtınadaydı. Toz toprak bir yandan, bir yandan yağmurlar, döne döne, üşüyordum da. Kabusların eviydi o zamanlar yastık yorgan.
Sen yoktun…
Yokluğunda ben yastığa sarıldıkça kabuslarımı sevmeye başlar oldum. Başımı yastıktan kaldıracak dermanım yoktu, bedenimi karıncalar sarıyor, ufak ufak parçalıyorlardı beni her düşte, her düşte ben bir daha düştüm. Kimseyi haberdar etmedim, vardı kimi zaman etrafımda görünen birileri, hayalden ibaretlerdi. Hiçbiri sarılmadı, aynı senin gibi. Korktular belki ama bu acı bulaşıcı mıydı? Şimdilerde seninle olduğu gibi onlarla da arama bir tül perde çektim, görmesinler içerimi, onları mahrum ettim gözlerimden, kuruyan pınarımı görmesinler, bir bilsen nasıl acır gözlerle bakmaya çalışıyordu kimileri. Göz pınarlarım kurudukça daha iyi seçebiliyordum sahteliklerini, her biri berbat zihinleriyle yalan söyleme potansiyelleriyle bir müddet daha beslendi mutsuzluğumdan. Bir müddet dinlenmemi bekledim anlamıştım uzun bir yolculuğa çıkacaktım ve anılarıyla içimi kemiren insanları içimden söküp atmam biraz zamanımı alacaktı en çokta kabuk bağlamış yaralarımı acıtacaktı.
Ben yürümeye başladığımda baktım ki her şey yürüyor,içimin boşluğu gibi dünya büyüyor küçücük kalıyorum. Utanmasam derdimden sürüne sürüne emekleyen bir çocuk gibi her andan,her insandan kaçacağım. Öyle de yaptım, bir filmde izlemiştim ayrık otunu insanlar nasıl söküyordu topraktan, söküp atıyorlardı. Ben de bildim bileli söküp, sökülüp duruyorum kendimden. Kök salmadan. Belki kök salsam ne güzel çiçeklerim olurdu ama ben benlik bir toprağı bulamadım.
Sen de doğru toprağım değildin. Kök salamıyordum. Beni nefessiz bırakıyordun, söktüm kendimi senden, sökülürken kırılmış bir yerlerim. Bana değil başkasına yalan söylediğini gördüğümde ilk kırılmıştım, o dalım filiz vermedi bir daha. Biliyordum bir gün bana da yalan söyleyecektin.
Şimdi kırılmış nar gibiyim. Ne kadarım, ne kederim, ne kaderim.
Şimdi bülbülüm, dikene dönmüş gülüm.
Şimdi tükenmez kalemlerin tükendiği, tüketemediği kelimelerim.
Şimdi tarumar olan bir bahçenin bahçıvanı, tarumar eden sahibi, fırçasını konuşturan paletsiz bir ressamım.
Anılarını süpürüyorum. Ördüğüm tuğlaların arasına kaçışıyor kimi, kimisi süpürgenin arasına giriyor, inan ki çok yorucuymuş senden kurtulmak, ama artık mecburum. Saksıda çiçek, insanda maske sevemedim ben. Hele de canına yapışmış, ömrünü maskesinin arkasında saklanarak oynamışları sevmedim ben. Yoruldum maskenin gözlerinden içeriye süzülüp, sahte insanları sobelemekten. Sonrası daha zor oluyor. Üzüntümden, çıkarken gözlerinden yolu şaşırır gibi oluyorum, korkuyorum. Bu korkular beni delirtecek.
”Nasılsın ?” diye soramıyorum,
Ya sen de sorarsan…?
Ahvalim,kuyu derin…
Nursel DİNLER
13 10 2013
kadıköy/İSTANBUL
Bir cevap yazın