Ne büyük vakit kaybı!” diyordu. Neyi, neden yapmışlar diye düşünmek. Zeki Müren dinlemek varken üstelik. Ne büyük israf! Ne gereksiz bir uğraş; her insanın içinde mevcut olan, kapının arkasında çömelip tuvaletini yapan küçük bir çocuk gibi gizlenmiş bir parça kötülüğü gün yüzüne çıkarmaya çalışmak! “Şarkıların ezgisiyle iç dünyanın titreşimlerinde uyumu yakalamak varken üstelik.” diyordu. Ardındaki görünmeyenin varlığını ispatlayamayacak onu yok sayan bir görünenin karinesini yaratmak varken üstelik.
Her ayı tek bir sayfaya sığdırmış takvimler de bu yüzden çıkmamış mıydı sahi? Ardındaki yemek tarifini, günün isimlerini ve kıssadan hissesini merak edip de gün gün çevirdiğimiz. Duvar takvimi yerine.
Çünkü biliyordu. Ona annesinden bulaşmıştı rehberinin nefsinden vicdanına istihalesi. Önce süt kokulu, gül kokulu sonra. Sonra da teri bile bin bir çiçeğin özünden en güzeli gibi kokulu. Uzun bir eğitimde bulaşmıştı nitekim ardında annesi bulunan niyetlerin ardını görmeyişi. Fermuar gibi katları tek tek işlenip yerine oturmuştu.
Zaten bir kurşun kalemin kâğıtla buluşma sesinin beraberindeki uçsuz bucaksız dünyaya yolculuğun peşinde bıraktığı muktedir infilakların ardı sıra gelmesi lüzumsuz yapıyordu niyetlerini. Veyahut okuduğu her cümlede zihnine eklediği mutedil tohumlar? Çevirdiği her sayfanın yüzüne vuran müşfik rüzgârı ve ayracın ardından kalan kısmın sarhoş edici heybeti, müstehzi bir eda katıyordu niyetlerin yine ardına.
Peşi sıra yaşadığı olaylar itelese de görüneni kurcalamaya, sorgulamaya; biliyordu. Düğümlenmiş, iç içe geçmiş, çürümüş et renginde solucanların çıkacağını kaldırdığı her taşında altından. Her şeyi olduğu gibi gösteren şeffaf bir camdan bakmaktansa dünyaya, sırlanmış bir aynadan kendine bakmayı yeğliyordu.
Her bakışında, yaratılışından gelen aciziyeti görüp gülümsüyordu.
Ve tekrar ediyordu. “Ne büyük vakit kaybı! Ne büyük israf!”
Bir cevap yazın