Beyazıt Bey, Yiğit’in ilk işe başladığı zamanki devlet memurluğu sürecindeki ilk amiri, ilk Daire Başkanı’ydı. Mülkiye’nin “Züppe eşrafından” yani Diplomasi şubesinden mezundu.
Sosyal, girişken, neşeli ve hoşsohbet birisiydi. Hayatı pek çoklarına göre fazla ciddiye alınacak bir şey olarak görmüyor, gelip geçecek bir zaman olarak bakıyordu. Elinden geldiğince en iyi şekilde geçirmeye çalışıyordu kendisine tanınan bu süreyi o kadar. Ötesi yoktu onun için.
Gençlik çağında, o zamanlar dünyadaki siyasal akımların da etkisiyle uzun saçlı ve rock müzik sever bir delikanlıydı. Hatta daha ileri giderek kendi müzik grubunu kurmuş, baterist olarak yerini almıştı. Bir süre sonra babası oğlunun gitgide kontrolden çıkabileceği ve kötü alışkanlıklar edinebileceği endişesiyle ona Sağlık Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü’nde bir görev ayarlamış, kısa süre sonra Özel Kalem Müdürü olmayı da başarmıştı. Bu görev doğal olarak “hippilik” döneminin sonu olmuş, uzun saçlarla vedalaşılmış ve efendi delikanlı dönemi başlamıştı.
Orada kendisinden beklenenin ötesinde başarılı olmuş ve kısa süre sonra açılan sınavı geçerek ve kolejden gelen İngilizcesinin avantajını da yaşayarak Ticaret Bakanlığı bünyesine devlet memuru kadrosundan katılmayı başarmıştı.
Ticaret Bakanlığı’ndan seçilmiş sayılı personelin Özal Hükümeti döneminin liberal politikaları kapsamında oluşturulan Ticaret Müsteşarlığı’na yatay geçiş yapmıştı. İtalya, Yunanistan ve Kore Ticaret Müşavirlikleri görevinden sonra Daire Başkanı olmuştu.
Onun hayatında en çok iz bırakan yurtdışı görevi bekar olarak gittiği İtalya tayiniydi. Orada arabasının birkaç defa çalınmış olması gibi vakayı adiye olayalar bile yaşadığı maceralı ve eğlenceli günlerin onun zihninde bıraktığı güzel anıların üzerini örtememişti.
Hatta, yakın arkadaşı Elçilik mensubu bir diplomatın Vatikan’dan gelen Ermeni bir teröristin saldırısına uğraması bile azim ve cesaretini azaltmamış, tersine her ikisinin de kamçılanmış bir at gibi daha hırsla işlerine ve görevlerine sarılmasına neden olmuştu.
Eşi ailesinin iki kızından büyük olanıydı. Gayet kültürlü, birikimli ve sohbetinden zevk alınan, çok güzel ve zevkli giyine, hem başarılı bir İngilizce öğretmeni hem de harika bir anneydi. Pek çok insan için ideal eş özelliklerinin pek çoğunu bünyesinde taşımasına rağmen mütevazi kişiliği ile sade yaşamı tercih ediyor ve bu ayrıcalıklı karakter özeliklerini karşısındakine tamamen iyi niyetli olarak göstermekte ve yardımseverliği kalpten yapabilmekteydi. Kalp kırmaktansa maddi ufak tefek hasarlara razı olabilecek bir yapıdaydı. Varlıklı bir aileden geldiğini vurgulamaz ama asaleti uzaktan bile anlaşılabilecek kadar barizdi. Beyazıt Bey de onun kıymetini bilir, başının üstünde taşırdı.
Tokyo Ticaret Başmüşaviri görevine getirilmeden önce, Genel Müdürlük görevini herkesin takdirini toplayacak derecede başarılı ile yürütmüş, Genel Müdürlüğü’nü tamamen modern ve vizyoner bir teşkilata dönüştürmeyi başarmıştı. Genel Müdürlük Ortaçağdan Rönesansla çıkan Avrupa gibi gayet radikal değişim ve gelişimler yaşamış ve Müsteşarlığın saygın birimlerinden birisi olarak teşkilattaki yerini almıştı onun sayesinde.
Beyazıt Beyi diğer yöneticilerden ve insanlardan ayıran özellikleri bu başarıların ardındaki temel faktörlerdi.
Beraber çalıştığı herkese ailesinin bir üyesine gösterdiği sevgi ve saygı ile yaklaşıyordu. Dertlerini dert bilip, çözmeye çalışıyordu. Şaka ve esprilerden nasibini almayan yok gibiydi. Kendine özel purolarını daha doğrusu puronun ince versiyonu olan “cigarillo” ları onun ayrılmaz aksesuarı gibiydi. Kahvesini onlarsız içmezdi.
Yiğit ile yolları, eşi ve dünya güzeli iki kızı ile gittiği Japonya tayininde bir kez daha kesişmiş ve çok güzel bir üç yıl geçirmişlerdi.
Yiğit’in Japonya’ya hızla alışabilmesi için eşi ile birlikte onu marketlere, et satın alınan özel dükkanlara ve önemli alışveriş noktalarına bizzat götürüp, yemek yapabileceği o ülkeye has tüm ürünleri tek tek tanıtmaktan usanmamış, tersine zevk almıştı.
Beyazıt Bey’in kızları İngilizcelerinin gelişmesi için Özel Amerikan Koleji’ne gidiyorlardı. Türkçelerinden daha iyi konuşabildikleri İngilizceleri olduğu kesindi. Kızları aynı zamanda piyano çalıyor ve hatta konser veriyorlardı yabancı bir ülkede ülkeleri adına. Bu gerçekten sıra dışı bir başarı idi. Beyazıt Bey ve eşi çocuklarını her alanda destekliyordu.
Yiğit bir gün özel bir iş için izin istediğinde, Beyazıt Bey “Eğer kız arkadaş ile ilgili bir iş ise hemen git ve akşama kadar da gelmene gerek yok. Ben idare ederim. Ama banka işi falansa işini hallet ve dön” demişti bıyık altından gülümseyerek. Onun için genç bir insanın sosyal hayatının düzenli ve huzurlu olması, zaten işteki başarısını arttırır ve psikolojisini olumlu etkilerdi. Bugünkü terimlerle konuşacak olursak şaka yollu gerçek bir yaşam koçluğu yapmak demekti.
Yiğit, bir gece geç saatte kız arkadaşı ile ciddi bir otomobil kazası geçirdiğinde gecenin geç bir saatinde rahatlıkla Beyazıt Beyi arayabilmişti. Beyazıt Bey, sanki çok normal bir saatmiş gibi olayı sorgulamadan hemen giyinip gelmiş. İki genci arabasına almış, önce rahatlamalarını ve kazanın şokunu atlatmalarını sağlamış, sonra güzel bir kafede kahve ısmarlamış ve evlerine bırakmıştı. Yiğit’e bu jesti bir amiri olarak değil, onu evladı yerine sayan bir baba gibi davranabildiği için yapabilmişti. Yiğit için kendisinin de aynı kıymette olduğundan zaten şüphesi dahi yoktu.
Nitekim sağlık sorunları yüzünden Türkiye’den dönemediği iki aylık bir sürede Yiğit üç çok zor ve kalabalık heyeti ağırlamış, eksikliğini hissettirmemeye çalışmıştı. Beyazıt Bey, Japonya’ya döndüğünde ekonomi Müşaviri bu ayrılmaz ikilinin arasını bozmak için “Yiğit senin eksikliğini aratmadı. Sensiz de oluyormuş.” dedi.
Yiğit’in bu övgüyü adeta yergi olarak aldığını ve üzüldüğünü ve mahcup olduğunu gören ve hisseden Beyazıt Bey de karşılık olarak “Eee normal tabii. Kimin öğrencisi. Keşke sen de yardımcını bu kadar iyi yetiştirebilseydin” demişti. O anda, Yiğit’in içi mutlulukla doğmuş ve patronuna olan sevgi ve saygısı bir kez daha artmıştı.
Beyazıt Bey, bir sabah ofise geldiğinde Yiğit’i moralsiz görmüş ve kendisinin canının bir başka Elçilik elemanı tarafından lüzumsuz laflarla sıkıldığını anlamıştı. Hemen duruma el koyup, o kişinin Amiri ile de görüşüp, konuyu tatlıya bağlamış ve gençleri barıştırmıştı. Beyazıt Beyin olduğu ortamlar barış ve huzurun egemen olduğu ortamlardı.
Pek çok yönetici zor şartlarla ve baskı ile karşılaşınca elemanlarını ortaya “günah keçisi” gibi atarken, o elemanlarını sonuna kadar savunur, asla böyle pespaye bir yolu tercih etmez, bunu kendine zul addederdi.
Beyazıt Bey, eskilerin tabiri ile “Nev’i Şahsına Münhasır” yani “Kendine Özgü” bir karaktere sahipti. Onunla çalışmak veya zaman geçirmek adeta ayrıcalıktı. Yiğit’in cüssesi yüzünden kendine uygun bir palto bulamayıp, nemli Tokyo kışında hasta olma ihtimali ile karşılaşınca, Elçilikteki tüm sekreterleri seferber etmiş, büyük beden kıyafet satan mağazaları bulup, bu sorunu çözmüştü. Yiğit’in gözündeki mutluluk ve minnet onun en büyük ödülü olmuştu.
Kötü özellikleri ise, parasının hesabını yaşamının hiçbir evresinde bilememesi ve kıyafet seçimindeki kararsızlığıydı. Ama, bu konularda da Yiğit ona yardımcı ve destek olmaktan mutluluk duymuş, minnetini belirtme fırsatı bulmuştu.
Bazen insan, bu dünyanın bazı güzel kalpli, iyi huylu ve sevimli insanlar hatırına döndüğüne inanıyor. Beyazıt Bey de bu dünyanın hatırına döndüğü gerçekten nadide insanlardan birisidir. Ömrü oldukça da öyle olmaya devam edecektir.
Onun tabiriyle onun eğitiminden geçen gençlerin de hem çevrelerine hem de beraber çalıştıkları insanlara fayda ve huzurdan başka bir şey getirmeyeceği açıktır.
Armutlar da dibine düşecektir.
Bir cevap yazın