Bu yıl Cumhuriyetimizin 97. yılını kutlayacağız.
Pandemi nedeniyle toplu törenler yapamıyoruz belki. Sadece toplu törenlerle mi yapılır kutlamalar? Yüreklerimizdeki coşkuyla, kendi kendimize, evlerimizde kutlayamaz mıyız? Atatürk Çocukları olduğumuzu düşünerek… O’nun ilkelerini yaşatarak…
Başımızı dik tutarak… Gururla “ben Türküm. Ne Mutlu Türk’üm” diyerek örneğin.
Ben kendi adıma evimi Atatürk posterleriyle, bayraklarla, balonlarla süsleyip ışıklandırarak, gün boyunca marşlar dinleyerek kutlayacağım en büyük bayramımızı. Avazın çıktığı kadar marşlara eşlik e edeceğim. Varsın ‘deli’ desin duyanlar. Belli mi olur, belki bana eşlik edenler de olur balkonlardan.
Eskiden olsa, gündüz Atatürk meydanındaki çelenk koyma törenine, stadyumdaki kutlamalara katılırdım. Gece de fener alayına elbette. Dünyayı sarsan pandemi vurdu bu yıl bizi de.
Tarih kitapları uzun uzun anlatır taa Birinci Dünya Savaşı sonrası 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması ile başlayan vurgun günlerini. Sarayın ne kadar kolay teslim olduğunu… Vahdettin’in paçayı kurtarmak için İngilizlerle işbirliği yapıp, yine onların gemisiyle kaçtığını…Ve 15 Mayıs 1919’u. Kırık dökük Bandırma Vapurunu. Vapurdaki bir avuç koca yürekli askerin Mustafa Kemale olan nabzını, güvenini. 19 Mayıs 1919’da Samsundan doğan güneşin, 22 Haziran 1919’da Amasya’yı, 23 Temmuz 1919’da Erzurum’u, 2 Eylül 1919’da Sivas’ı aydınlattığını… 23 Nisan 1920’ye uzanan süreçte halkın iradesine dayalı bir devlet kurma planları yaptığını. Bu planların bir uzantısı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisini 23 Nisan 1920′ de Ankarada açtığını… Ülke kaderinde çok önemli olan bu çok önemli günü, yarınlarımız olarak gördüğü çocuklarımıza bayram olarak hediye ettiğini… Dünya ülkeleri içinde çocuklarına bayram hediye eden tek liderin Atatürk olduğunu…8 Temmuz’da sarayın “geri dön” emrine uymadığı için görevine son verildiğini… Aynı tarihte, vatanın bağımsızlığı uğruna çok sevdiği mesleğinden ayrılıp rütbelerini sökerek Kurtuluş Savaşı’nı başlattığını… 5 Ağustos 1921’de TBMM’ ninMustafa Kemal’e “Başkomutanlık” rütbesi verdiğini, 23 Ağustos 1921’de başlayıp, 22 gün-22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesinin 13 Eylül 1921’de büyük kayıplarla ancak büyük bir zaferle bittiğini… Bu zafer nedeniyle yine TBMM’ de 19 Eylül 1921’de Mustafa Kemal’e Mareşal ve Gazi unvanlarının verildiğini… Peşpeşe yapılan devrimlerle kısa sürede vatanın yaralarının sarıldığını…Okur, öğreniriz kitaplardan.
Uzun süredir merak ettiğim bir soruyu Fahrettin Altay Paşa, Atatürk’ün kendisini Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne davet ettiği bir yemekte sorar: “Paşam Cumhuriyet’in ilanının 29 Ekim gecesine rast gelmesi acaba bir tesadüf müdür? Neden başka bir gün değil de 29 Ekim?”
Atatürk, Fahrettin Altay’a; 30 Ekim 1918’deki Mondros Ateşkes Antlaşması ile padişahın nasıl teslim olduğunu, ne çok tavizler verdiğini, âdeta bir sömürge ulus durumuna düştüğümüzü hatırlatıp, beş yıl sonra özellikle 29 Ekim ‘i seçtiğini, teslim olmayı kabul edemediğini, bu masum milletin haklarını geri almak için savaştıklarını, 30 Ekim 1918 sonrası günlerde çok azap çektiğini anlatarak “Mondros 30 Ekimdir
Cumhuriyet 29 Ekim.
İşte bu da mazlum bir milletin ahıdır, intikamıdır” demiştir. Duygulanan Fahrettin Altay, göz yaşlarını tutamamış, Ataturke bir kez daha hayran olmuştur.
Ne ulvî bir düşünce. Ne ince bir zekâ. Halkın çektiği sıkıntıları bir nebze olsun unutması için verdiği büyük armağandır 29 Ekim.
Saygı sana Yüce Ata’m. Tüm dünya önünde saygıyla eğilirken bizim yeterince sana yaraşır evlâdalar olmadığınızı düşünürüm çoğu zaman. Yokluğun derin yara kalplerinizde. Özlemin gün geçtikçe büyüyor. Işıklar içinde uyu Ulu Önderim. Her yıl olduğu gibi bu yıl da yine bir 29 Ekim’de manevî huzurunda sevgi, saygı, özlem ve minnet sana…
Bir cevap yazın