Yaklaşık üç saattir nezarette bekliyorum. Cep telefonum bankada kaldığından hiç kimseye ulaşamıyorum. Ceketimin cebinde kalan üç banka dekontunun arkasına yazıyorum tüm bunları. Mümkün mertebe küçük yazıyorum ki sığdırabileyim. Hiçbir polis sorduğum sorulara cevap vermiyor. Hepsi de hayret ve nefret dolu gözlerle bana bakıyorlar. Pek çoğu beni bankadan tanıyor, ne de olsa maaşlarını benden çekiyorlardı. Tüm bu koşullara rağmen çok mutlu ve huzurluyum. Hem de hiç olmadığım kadar. Kişinin güvendiği bir şeyinin olması ne kadar muazzam bir duyguymuş. Onların bilmediği ama benim bildiğim bir şey var ve bu her şeyden daha değerli. Bugün bankada çıkan tüm o rezaletlerden sonra bütün ilçe işimin bittiğini, nezaret odasında kara kara düşündüğümü sanıyor. Emniyet müdürü ve kaymakam burnumun sürtmesi için tüm işlemleri ağırdan alıyorlar. Ama gerçekten hiç umurumda değil. Çıkan bütün o olaylar yıllarca hayalini kurduğum türden rezaletlerdi. Olanlara geçmeden önce size sırrımı açıklamak istiyorum. Çünkü kimseyi meraklandırmak veya heyecanlandırmak niyetinde değilim. Tam aksine her şeyi öylece anlatmak istiyorum. Şu an itibariyle özel bir bankadaki hesabımda tam 4 milyon 468 bin 717 lira bulunuyor. Tam dört yıldır aynı sayılardan oluşan süper loto kuponumu sabırla oynuyordum. Hayatımda kendim için yaptığım tek sabırlı yatırım buydu sanırım. İlk hafta sayıları ellerimle yazdığımı hatırlıyorum. Öylesine yazmıştım hepsini ve ikinci hafta da devam etmiştim aynı sayılarla. Sonra bir çeşit alışkanlık oluştu ve aynı şeyi sabırla yapmayı sürdürdüm. Sonunda 211. Hafta kuponum tutmuş oldu. Sakın yanlış anlaşılmasın, aynı kupon matematiksel olarak 94 yıl sonra da tutabilirdi. Bu yüzden, kimseye aynı taktikle bir gün mutlaka tutar diyemem. Ama bir çeşit takıntının peşine gittim diyebilirim. Israrla oynadım sadece ve geri kalan her şeye boyun eğdim.
Çekiliş Perşembe günüydü ancak kuponuma cumartesi bakabildim. İkramiye çıktığını anlayınca hiç telaş yapmadım. Karıma ve çocuklarıma bile söylemedim. Pazartesi sabahı işe gidermiş gibi evden çıktım. Aylardır izin almaya üşendiğim ve müdüre boyun bükmemek için ertelediğim pek çok rahatsızlığım birikmişti. Boyun fıtığından kaynaklı ağrılar, elimdeki kronik lenf ödem, bağırsak problemleri… Ortopediyi yani boyun fıtığı ağrılarını seçtim. Muayenemi oldum ve doktor gerçekten boyun fıtığımın ciddi boyutta olduğunu, tedavi ettirmem gerektiğini belirterek bir günlük rapor verdi. Bankaya telefon açıp hasta olduğumu, sabah erkenden hastaneye gidip rapor aldığımı haber verdim. Elbette bu haber Müdür Beyin hiç hoşuna gitmedi. Küçük bir ilçedeki tek bankada çalışıyordum ve gişede sadece iki kişiydik. Devlet bankası olduğundan personel daima yetersiz olurdu. Aslında bankada 10 kişi çalışıyordu ama müdür, müdür yardımcıları, saatte sadece bir müşteri ile uğraşan sorumlu şefler, güvenlik, çaycı, temizlikçi derken gişeye ancak iki kişi ayrılabiliyordu. Hasta olup rapor almak daima en ayıp şeymiş gibi karşılanırdı. Raporu fakslamamı istediler ben de bir kırtasiyeden faksımı yolladım. Artık hiçbir angaryam kalmamıştı. Feribota bindim ve bir saat sonra İstanbul’daydım. Hemen Milli Piyango Genel Müdürlüğü’ne ulaştım. Çeşitli prosedürler, kontrollerden sonra tüm işlemlerim tamamlandı. Yaklaşık bir buçuk saat sonra özel bir bankadaki hesabımda 4 milyon 468 bin 717 lira bulunuyordu. Bu para gerçekten benim gibi sıradan bir banka memuru için muazzam bir meblağdı. Paramla ne yapacağımı, hangi yatırım araçlarında filan kullanacağımı hiçbir zaman düşünmemiştim. Dört yıl boyunca aynı sayılara oynamış ve hiçbir plan yapmamıştım. Ama hayalini kurduğum bir şeyler vardı. Var olan hayatım gerçekten içler acısıydı, dört yıl boyunca kuruduğum tek hayal bu hayatımdan kurtulmaktı sanırım. Zengin olmak çok daha önemsiz bir hal almıştı. Önemli olan sekiz yıldır çalıştığım işimden, karımdan, çocuklardan belki de bütün sorumluluklardan kurtulabilmekti. Hayatım bu kadar çekilmez bir noktaya nasıl gelmişti inanın ben bile bilemiyorum. Fakat bazen bir de bakıyordun ki sana ait olduğuna şaşırdığın bir hayata sahipsin. Bu oldukça yavaş gerçekleşiyordu, böylece hiç anlamıyordun. Ev kredisini ödemek, arabayı yenilemek, faturalar, çocukların doğumu ve bakımı, yeni eşyalar, okul taksitleri, akraba ziyaretleri, yedi günlük her şey dahil yaz tatili planları… İşte bütün hayatım bu gibi şeylerden ibaretti. Halbuki lise yıllarından başlayarak yüzlerce kitap okumuştum. Karikatüre merak salmış hatta üniversite yıllarında bir iki dergide geçici olarak çizmiştim bile. Arkadaşımla bir yaz çok küçük bir bütçeyle bütün Avrupa’yı gezmiştik. Ama bütün bunlar çok uzakta kalmıştı. Sonuç olarak artık sıradan, sıkıcı, yorucu ve katlanması zor bir hayatım vardı.
Pazartesi İstanbul’dan dönüp Salı günü bankada iş başı yaptım. Çok ilginç bir gün olacağını biliyordum. Rezaletlerle dolu fakat sonunda bir kenarda sinsice gülümsediğim bir gün… Elimde bir çantayla içeri girdim. Herkes iğneli sorularla geçmiş olsun dileklerini iletti. Önce çaycıdan bir çay istedim. Bu arada müşteriler, içeriyi her zamanki gibi hınca hınç doldurmaya başlamıştı bile. İlk müşterim geldi ve dünyanın en önemli işlemi olduğunu düşündüğü doğalgaz faturasını önüme attı. Sakince suratına baktım adamın. Sanki karşımda hiç kimse durmuyormuşçasına ekranıma bakmaya devam ettim. Bekledim, bekledim ve bekledim. Yıllarca herkese boyun eğmek zorunda kalmıştım. En cahil, en saygısız, en laf anlamaz müşteriye bile iyi davranmak zorundaydık. Çoğunun dişleri koyu kahverengiydi. Pek çoğu dişlerini neredeyse hiç fırçalamazdı biliyor musunuz? Bekleyen adamın da öyleydi. Dişlerini hiç fırçalamayan bir insana bile iyi davranmak, hatta memnun etmek çok aşağılık bir mecburiyetti. Hatta pek çoğu ter kokusu ile karışık dayanılmaz bir koku yayarlardı etrafa. İnanın bana fakirlikten filan değil. Ellerindeki akıllı telefonlarla on yıl yetecek kadar yüzlerce kalıp sabun alabilirdiniz. Adama sistemin çalışmadığını uydurup, oturup beklemesi gerektiğini söyledim. Meslek hayatımda ilk defa bir müşteriye bunu yapıyordum. Sinirli bir tavırla “Ne sistemi kardeşim ama benim işim acele” dedi. Bankada herkesin işi aceledir. Kimse sıraya girmek istemez, kimse herkes gibi olmak istemez, kimse sistemin gerçekten çalışmadığına inanmak istemez. Herkes çok ayrıcalıklı olduğunu iddia eder. Sikindirik vadesiz hesap açmaya çalışan adam bile milyon dolarlık ihaleye girecekmiş gibi ayrıcalık bekler. Bu duruma alışık olduğumdan sakin bir sesle “Evet ben de bekliyorum, sistem açılmadan bir işlem yapamam” dedim. Aradan beş dakika geçti. Kahverengi dişli adam kurtlanmaya başladı. Gişedeki diğer arkadaşın bu esnada dört beş müşterinin işini halletmesi canını daha da sıkmıştı. On dakika sonra başladı söylenmeye. Önce söylendi, sonra sövmeye başladı, ardından küfür ve hakaret etmeye… Aslında hakarete uğramaya ve küfür yemeye alışıktım. İstediğini alamayan ya da istediğini yaptıramayan çoğu müşteri çirkefe yatardı. Küfrederdi, bağırırdı, banka müdürüne şikayet ederdi, kaymakama dilekçe verirdi… Memnun kalmadıkları şey, benden değil bankadan kaynaklanan sebeplerle bile olsa suçlu ben olurdum. Bir devlet memuru olarak boyun eğme mecburiyetim vardı.
Bütün bankadakiler dikkatle beni izliyorlardı. Hepsi şimdi ne halt edeceksin bakalım der gibi suratıma bakıp duruyorlardı. Umurumda bile değildi. Artık her şey hazırdı. Çantamdaki yetmişlik rakı şişesini ve suyu çıkardım. İki de rakı bardağı getirmiştim. Hepsini önüme koydum ve başladım doldurmaya. Çevremdeki herkes muazzam bir hayretle beni izlemeye devam ediyordu. Az sonra ayvayı yiyecek bir insanı izlemenin tadını çıkarıyorlardı resmen. Ama bir yandan da böyle bir şey gördüklerine inanamıyorlardı. İlk rakı bardağına sek domuz sıkısı rakıyı yavaşça doldurdum. Yağ gibi kayıyordu, dubleyi epey geçmiştim. Üstüne suyu da yavaşça doldurdum. Beyazlaştıkça içimin yağları eriyordu çünkü herkes o kadar hayretle bakıyordu ki. Sonra suyumu da yanına koydum tabi. İlk yudumu aldım. Tanrım, gerçekten inanılmazdı. Saat sabahın dokuz buçuğunda bankadaki gişemde oturmuş rakımı yudumluyordum. Ardından ikinci yudum, üçüncü yudum ve dördüncü yudum… İkinci dubleyi doldurmaya başlamıştım bile. İnsanlarla göz teması kurmaktan kaçınan biriyimdir. Fakat o anlarda herkesin gözünün içine içine bakıyordum. Çünkü onların gözlerindeki şaşkınlık çok hoşuma gidiyordu. Hepsi mahvolduğumu düşünüyordu. İş arkadaşlarım daha da şaşkınlık ve mutlulukla bakıyorlardı. Pek çoğu beni içe kapanık ve aykırı bulurdu. Şimdi ise gelecek ay okul taksitlerini, ev ve araba kredilerini nasıl ödeyecek diye acıyarak ve bir bakıma da sevinerek beni izliyorlardı. Uzaktan bazı sesler işitmeye başlamıştım. Birileri gişe tarafına doğru yaklaşıyordu.
Az sonra Müdür Bey nihayet geldi. Önce kahverengi dişli müşteri ona şikayete gitmiş. Bu sırada müdürün kankası olduğunu sandığı yalaka bir memur, benim sapıttığımı anlatmış kendisine. Ama rakı içtiğimi filan da duyunca olayın vahametini anlayıp ağırdan almış. İlk olarak şaşkın ama ciddi olmaya çalışan bir sesle şöyle dedi: “Ne yaptığını sanıyorsun sen, rakı içmek de neymiş, hem de mesai saatinde?” Ben pek sallamadım. Yeni doldurduğum ikinci dublemin ilk yudumunu aldım.
Elbette sonra her müdür gibi ikinci vitese taktı ve çok daha sert bir ses tonuyla devam etti : “ Sen kim oluyorsun lan? Bankada rakı mı içilir? Kovuldun oğlum sen siktir git başka yer bul kendine, yaktın memuriyetini! Hemen dışarı çık terk et bu bankayı. Al haramını zıkkımını da siktir git bankadan! Hepimiz Müslümanız olur mu böyle şey ya? Hem de bu zamanda. Çık yoksa polis çağırırım!” Uzun uzun yüzüne baktım, hala sağa sola koşturuyor, bağırıp çağırıyor, güvenlik görevlisi genç delikanlıya beni dışarı atsın diye talimatlar veriyordu. Sonra bir yudum daha çektim ve İstanbul’dan satın aldığım pahalı puroyu çıkardım. Pahalı gümüş çakmağımla yakıverdim. Kocaman bir nefes çektim ve gülmeye başladım. Kahkahalar ve kahkahalar… Katılırcasına gülüyordum. Herhalde yarım dakika filan gülmüşümdür. Aniden duraksadım ve müdüre döndüm : “ Müdür Bey! Siz çok kötü bir insansınız” dedim. Güvenlik görevlisi aldığı talimatlarla hızlıca üstüme gelmeye başladı. Yüksek sesle bağırmaya başladım : “ Üstelik çok kötü bir insansınız !” Ağzımdan tükürükler saçarak sin kaflı küfretmeye başladım. Bu sırada Müdür Bey de gişenin arkasına doğru yöneldi. Yüksek sesle bağırmaya ve üzerime yürümeye başladı. Kendisi her ne kadar müdürcülük yapmaktan çok hoşlansa da gerçek hayatta oldukça tırsak bir tipti. Kamudaki sıradan müdür tipine uygun olarak; sivil hayatta on koyunu güdemeyecek veya ufak bir bakkaliyeyi çeviremeyecek kadar yeteneksiz bir zattı. Nitekim korkarak da olsa üzerime çullandı. Ben de başladım karşılık vermeye, kendisini epey bir hırpaladım. Tabi kısa bir süre sonra araya bir sürü insan girdi ve ayırmaya çalıştılar. Hala adama tekmeler savuruyordum. Polisler geldi, beni etkisiz hale getirdiler ve nezarete götürüldüm.
Evet, nezaretten yazıyorum size. Ufacık yazmama rağmen üçüncü dekontun sonuna gelmek üzereyim. Böyle bir yerde bu kadar mutlu olabileceğimi hayal bile edemezdim. Yaptıklarımdan hiç pişman değilim. Hatta uzun süre sonra yaşadığımı hissettim diyebilirim. Dar kafalı, muhafazakar, cahil taşra takımı hakkımda ne düşünürse düşünsün umursamıyorum. Toplumun aşağılık, rezil değerleri midemi bulandırıyor zaten. Eğer 211. Hafta ikramiye bana çıkmasaydı ve banka hesabımdaki para olmasaydı elbette bunların hiçbirini yapamazdım. Muhtemelen aynı geviş getirmeyle yıllarca çalışacak, didinecek ve kabuğunu kırmak istediğim bu çemberden asla kurtulamayacaktım. Etrafıma şöyle bir bakınca kendi hayatım dahil yüzlerce rezalet hayat görüyorum. Birçoğunun bir mucize dışında değişme ihtimali bulunmuyor. Ben bu mucizeye kavuştuğum için çok şanslı ve mutluyum. Emniyet amiri, Kaymakamın talimatıyla işlemleri yavaşlatadursun. Bir süre sonra buraya gelip ifademi alacaklar. Bu konuda hiç telaşlı değilim. Nasıl olsa bankadaki bakiye öylece duruyor. Ben burada bunları yazarken bütün taşra ahalisi ve memur tayfası sinsice sevinerek benim rezaletlerimi konuşacaklar. Ne kadar terbiyesiz, ahlaksız ve günahkar olduğum konusunda hemfikir olacaklar. Fakat bir süre sonra ikramiyeyi öğrenecekler ve bu hiç hoşlarına gitmeyecek. Kendilerinden olmayan bir adamın bu kadar paraya sahip olmasından çok rahatsız olacaklar. Yarın Cuma namazı öncesi dedikodumu yaparak canları sıkılırken, ben muhtemelen hava alanının VIP Lounge kısmında single malt isli viskimi yudumluyor olacağım.
Bir cevap yazın