Epey uğraştırdım, hazırlamaları zaman aldı; kuşların cıvıltılarını, bulutların çizdiği resimleri, gölgemde dinlenenleri hatırlıyorum. Kurumaya bırakıldığımda hatıralarım içimi acıtırdı, damarlarımda ki su çekildikçe sızılarım azaldı. İsmim değişmemişti ama görevim değişmek üzereydi. Yontuldum, kesildim, çivilendim, parlatıldım. Ustamın oflamaları, terlemeleri gittikçe azaldı. Bana baktığında gözleri ışıldar, ellerini ovuşturur oldu ismimin yanına sandık ilave edildi. Yeni görevime hazırdım. Alımlıydım alımlı olmasına ama içim boştu, köşeli boşluğu çevreliyordum.
Sarışın, güneş yanığı tenli, zayıf, uzunca boylu bir kişi çevremde dönerek, beni inceledi. Yüzünde sevgiyle harmanlanmış mutluluğun izleri vardı. Ustamda gülümsüyordu, el sıkıştılar. Bir süre sonra minibüsün üzerinde idim. Kısa süren yolculuktan sonra genişçe avluya bırakıldım. Kısa boylu, güler yüzlü, beyaz tenli bir hanım elindeki bezle, okşarcasına beni temizledi. “Sağ ol, sağ ol. Allah herez olsun.” Sözünü eşine öylesine çok söyledi ki az kalsın dile gelip ben de konuşacaktım. Köşeye yerleştirilip içimdeki boşluk dolmaya başlayınca sessizce dillendim. İnsana insanlığa ait çok şey öğrendim. Sırmalı tellerle çiçek bezeli gelinlikten iffeti, nakışlı peşkir, mendil, yemenilerden sabrın asaletini, düşman çizmesiyle kirletilen uçkurdan vatansızlığın dehşetini, o çizmenin sahiplerinin dokuz Eylül’de “geldikleri gibi gittiklerini” öğrendim. Yerleştirilen her eşya öğretmenim oldu. Takvayı seccadeden, korkuyu meşin kılıflı bıçaktan öğrendim. Zamanla öğrendiklerim arttı, şaşkınlıklarım da.
Kızı geldiğinde, benden söz açar yerleştirdiklerini, anlatır arada tembihler yapardı. Kefenliğini sarmalayan bohçayı yerleştirirken nasılda tevekküllüydü. “Allah’ım dipte yatırıp kapıya baktırma,” diye mırıldanırken dahi teslimiyet içindeydi. Kınayı da bu sebeple koymuştu. Baba evinden ayrılırken elleri ayakları kınalanmamış mıydı? Belini aşan saçlarını kestiğinde sarıp sarmalamıştı, onu da kefen bohçasının içine yerleştirdi. Yerleştirilen nalın, sabun, lif kabağı, yemeni hazırlığın parçalarıydı. O hazırlandıkça ben niyazdaydım. İçimin boşaltılacağını biliyor, ürküyordum. Bir süre sonra hanımım hazırlandığı yolculuğa çıktı. Hoyrat eller uzandı. Önce bohça alındı, sonra diğerleri. Boşluğum çoğalıyordu. Birkaç eşya kalmıştı kutudan çıkardığında, gözyaşlarının üzerine damladığı, evladım diyerek koklanan çoraplar. Gözler kutuya yönelince ışıltıları arttı. Heyecanlanan eller metal kutu açılınca yanlara düştü. “Aaa çorap varmış”, sözü boşluklardan geliyor gelircesine yankılandı. Boşlukta dağılıp gitti.
Sert ayak sesi yaklaşıyor! Emir veriliyor. “Atın şu sandığı odunların üzerine”. Odunluktayım. Ne zaman bilinmez ama yanacağım. Beklide gasil suyunu ısıtırken, dumanım gökyüzüne ulaşacak ve yağmur damlalarına tutunup yere ineceğim. Rüzgârın savurduğu küllerimle buluşup, hanımımın mekânında yeni döngülere katılacağım.
Bir cevap yazın