Kadir, solgun yüzüne tezat zorlama bir tebessümle evin içerisinde volta atıp duruyordu. Annesi Meryem Hanım:
– Oğlum başımda dolanıp durma!
Kadir:
– Anneciğim, ben dursam ayaklarım durmuyor.
– Aman da aman! Benim oğlum büyümüş de nişanlanıyormuş, diyince Kadir’in yüzü kızardı. Annesine:
– Anne utandırıyorsun beni. Lütfen böyle konuşma! Heyecandan olacak acıktım.
– Bu elbiselerle mi yemek yiyeceksin?
Kadir siyah takımının içerisine, beyaz bir gömlek giyip desenli kırmızı bir kravat takmıştı. Yemekte annesi oğlunu üzerine dökmemesi konusunda uyarıyordu. Aksilik Kadir’in midesi bulanıyor, bunu da nişan heyecanına bağlıyordu. Meryem Hanım:
– “Biraz aç dursan ne olurdu be yavrum! Zaten günlerdir iştahsızsın. Bugün mü acıkacağın tuttu?” Kadir’in mide bulantısı giderek artıyordu. Annesinin “ Kadir” demesine zaman kalmadı ve bir ağız dolusu kusmuğu üzerine boca etti. Üstü başı batmış, suçluluk duygusuyla başını öne eğmişti. Annesi ise sinirden kıpkırmızı kesilmiş, ellerini dizlerine vurarak, “ Ben şimdi ne yapacağım. Ellerin karşısına nasıl çıkacağız?” diyordu. Şimdi ne takımı, ne beyaz gömleği ne de canım kravatı giyilecek durumdaydı.
Meryem Hanım bir anda kendisinden hiç beklenilmeyecek bir şey yaptı. Odasında yıllardır asılı duran rahmetli eşinin takım elbisesini elleri titreye titreye oğluna uzattı. Kadir hayretler içinde kalmıştı. Annesi eşinden hatıra bildiği bu takımı çocuklarından ayrı tutmaz, takım elbiseye gözü gibi bakardı. Giyilmesi bir tarafa dokunulmasına dahi tahammül edemiyordu. Kadir annesine sarılıp ağlamaya başladı. Annesi:
– Ağlamayı bırak, ablanlar ha geldi ha gelecek, dedi. Meryem Hanım bu hareketiyle on yıllık yası bitirmiş, siyah başörtüsünü çıkarıp sarı bir başörtü takmıştı. Tam bu esnada da kapı çalındı. Annesi kapıyı açar açmaz, Kadir’in ablası Atik Hanım,” Neredeymiş benim yakışıklı kardeşim?” dedi. Kadir üzerinde babasının damatlığı ablasının karşısına çıktı. Ceketin kolları sarkıyor, pantolonunun paçaları ise topuklarına kadar iniyordu. Gömleğin içine ise bir kişi daha sığardı. Kadir bu haliyle babasının damatlığına gömülmüş gibiydi. Atik Hanım gördüğü manzara karşısında donup kalmıştı. Annesi de bu esnada elinde iğne iplik oğlunun paçalarını ayarlamaya uğraşıyordu.
Kadir, kendi damatlığını bırakıp babasının damatlığını neden giymiş, hele annesi bu duruma nasıl razı olmuştu. Kardeşine takım elbiseyi kocası almış, tüm nişan masraflarını da kendi cebinden karşılamıştı. Kocasına da mahcup olacaktı. Elbette bu durumun bir açıklaması vardı. Annesine, “Kadir neden kendi elbisesini giymedi?” diye sordu. Annesi oğlunun paçalarını alırken kızına olanları bir bir anlattı. Atik Hanım, bu duruma çok üzüldü. Bu esnada da kapının önünden kocası Ali Bey’in acele etmeleri gerektiğini hatırlatan sesi duyuldu.
Aceleyle arabaya bindiler. Serin havadan olsa gerek Kadir tir tir titriyordu. Beti benzi de sararmıştı. Mesafe kısa sayılmazdı. Hem yeni sayılmayacak bir arabayla ilçeden merkeze gitmek pek de kolay görünmüyordu. Kadir yolculuğu nasıl tamamlayacağını kara kara düşünmeye başladı. Eniştesi dönemeçleri sert bir şekilde dönüyor, arabayı da bağırtıyordu. Eniştesine bir ara “ Yavaş!” der gibi oldu fakat çekinerek vazgeçti.
Eniştesiyle fazla samimi değildi. Enişteleri babalarını kaybettikleri dönemde hayatlarına girmiş ve Kadir’e karşı otoriter bir baba rolünü üstlenmişti. Kadir’e kısa sorular sorar, Kadir’in sorularını ise kısa cevaplarla geçiştirirdi. Nihayet sert bir duruşla yolculuk sona erdi. Kadir,” Kırkından sonra ehliyet alırsan böyle pata küte durursun!” diye içinden geçirirken gülesi geldi. Gülümseyişini fırsat bilen eniştesi:
– İki baş dört ayak ol da gör gününü, dedi. Kadir utandı, yüzü kızardı ve başını öne eğdi. Arabadan inerken sendelediğini hissetti. Sanki gövdesinin bütün ağırlığı kollarına ve ayaklarına boşalmıştı. Bu halde bile Gizem’ine kavuşacağı için seviniyordu. Gizem’in koca gözlü dev anası olmasaydı, sevinci kat be kat artardı ama…
Gizem’den çok anası rüyalarına giriyordu. Dün gece rüyasında kollarını açmış, tam sarılacakken annesi terlikle kendisini kovalamaya başlamıştı. Kadir’in kızın annesine duyduğu takıntı o raddeye gelmişti ki kızdan çok annesinin adını sayıklıyordu. İçeri girip salona doğru yürürken,” Keşke bu güzel günümde babam da yanımda olsaydı!” diye içinden geçirdi. Gözlerini kapayıp bir an için de olsa babasının simasını anımsamaya çalıştı; ama olmuyor babasının ay çehresi gözünün önüne geldiğinde, kemerli burnu, küçük zeytin gözlerini aklına getirdiğinde ise ağzının içinde inci gibi dizilen dişleri kayıyordu. Kadir şunu biliyordu: Babası onu hep seviyordu.
“Baba” denince Kadir’in aklına göğüs ağrısı ve sigara dumanı gelirdi. Babası sigarasını derin derin içine çekip burnundan dışarı verirken annesine:
– Şu meretten de bir türlü kurtulamadım, der annesi:
– Bey, güldürme. Söylediklerin biraz inandırıcı olsun. Hem meret diyorsun hem de su gibi tüketiyorsun. Bak bıyıkların bile sarardı.
– Upuzun giden yılan gibi kıvrılan yollar sigarasız çekilir mi? Baban da uzun yol şoförüydü, bilirsin
Sigara içmeyen tütün çekmeyen bir Allah’ın kulu gördün mü? Buna baban da dâhil, diye sorar annesi de konuşmanın nafile olduğunu görüp susardı. Babası eve bazen ayda bazen de iki ayda bir gelir, eve geldiğin de sabaha kadar öksürürdü. Şimdi babasının yüzü belleğinde duman duman olmuş, havada dağılmıştı.
Kadir bunları düşünüp salona doğru yürürken, eşiğe takılıp yere yüzüstü kapaklandı. Çıkan sese bakılırsa belki bir belki birkaç yeri kırılmıştı. Salondan gelen gürültü bıçak gibi kesildi. Bir süre sonra şoku atlatan Kadir’e doğru koşmaya başladı. İlk gelen enişteydi. Kadir’i yerden kaldırdı. Burnundan akan yaşlarla güzelim beyaz gömleği kızıla boyanıyordu.
Evdeki telaştan herkes Gizem’i unutmuştu. Âdet üzere şerbet dağıtılana kadar odadan çıkmaması gerekiyordu. Duyduğu ses ve akabindeki sükût endişelenmesine yetmişti. Odanın içerisinde dönüp duruyordu. Tam bu esnada da kız kardeşi olayı haber vermek için kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz koşmaya başladı. Salona geldiğinde gördüğü manzara korkunçtu. Kadir’in burnunda tampon vardı, üstü başı ise kan içindeydi. Gizem kendini tutamayıp ele güne aldırmadan “Kadir’im” diyip kanlı gömleğe ve içindeki adama sarıldı. Kadir’in canı yanıyor, çok utanıyor, “ Ah! Dikkatsiz kafam.” Diyip kendine kızıyordu. Gizem, Kadir’in gömleğini temizledi. Ütüyle kuruttu ve giymesi için sevdiği adama uzattı.
Eniştesi Kadir’i salona alıp bir koltuğa oturttu. Herkes sus pus olmuş Kadir’in yüzüne bakıyordu. Gizem’in kardeşi Esma kasvetli havayı dağıtmak için bilgisayardan hareketli bir müzik açtı, “ Hadi ne duruyorsunuz buraya oturmayı mı geldiniz?” diyip arkadaşını kaldırdı ve arkadaşıyla karşılıklı oynamaya başladılar. Ortam biraz yumuşamıştı. Kadir suçluluk duygusuyla başını önüne eğip duruyor, Gizem’se onu bir nebze olsun güldürmeye moralini yerine getirmeye çalışıyordu. Atik Hanım kardeşinin yanına yaklaşıp,” Canını sıkma artık olan oldu. Hadi, kalk abla kardeş oynayalım!” dedi. Kadir, “ Hayır, abla ben oynamak istemiyorum.” Dedi. Atik Hanım pes etmedi. Sonunda kardeşiyle oynamayı başardı.
Kadir ablasıyla oynarken dönüp dönüp sevgilisine bakıyor, sevgilisi de kendisine gülümsüyordu. Kadir’in biraz da olsa morali yerine gelmişti; fakat başı felâket dönüyor, değil oynamak ayakta bile zor duruyordu. Daha fazla oynayamadı tam düşecekken kendini koltuğa atmayı başardı. Gizem:
– “ Ne oldu, neden oturdun, hasta mısın?” diye sordu. Kadir,” Başım biraz döndü, ben de oturayım dedim. Sorun yok, endişelenme.” Gizem de gelip Kadir’in yanına oturdu. Kadir daha fazla fenalaşmış olacak , “ Ben elimi yüzümü yıkayıp geleyim.” dedi. Gizem arkasından bakakaldı. Kadir son zamanlarda hiç de iyi görünmüyordu. “Kadir’ine, sevdiğine bir şey olursa…” aklına kötü şeyler getirmemeye çalışıyordu. Kadir, salona geldiğinde biraz açılmıştı. Bu arada da masalara yemekler konuyordu. Yemek faslı uzadıkça uzuyordu. Nihayet yemekler yendi, şerbetler içildi.
Sıra yüzük takılmasına gelmişti. Kadir içinden bir “oh” çekti; artık iki ailenin de keyfine diyecek yoktu. Kadir belli etmemeye çalışsa da yüzü her şeyi ele veriyordu; sanki damarlarındaki ütün kan çekilmişti. Endişesi de git gide artıyordu; çünkü şimdi herkesi çift görüyordu. Bu arada da takı merasimi başlamıştı. Kadir tam Gizem’in yanına oturmuştu ki…
Kadir düşünce Gizem’in çığlığı adeta yeri göğü inletti. Bugün aynı olay ikinci kez vuku buluyordu ve misafirler ikinci kez şok yaşıyorlardı. Kadir baygın halde yerde yatıyordu. Kadir’i hemen hastaneye kaldırdılar. Gizem de hastaneye gidip müstakbel nişanlısının yanında olmak istedi; ama Gizem’in koca gözlü dev anası…
Misafirler yavaş yavaş evlerine dağılırken, Gizem hüngür hüngür ağlıyordu. Annesi kızının saçlarını okşamak onu teskin etmek istedi. Gizem annesinin varlığına tahammül edemedi. Odasına çekilip kapıyı üzerine kilitledi. Uğursuzluk getirdiğine inandığı nişan kıyafetlerini hemen üzerinden çıkardı. Şimdi bedeni gibi ruhunun da çıplak olduğunu düşünüp üşürken akşam geceye gece de sabaha devriliyordu. Bütün gün odasından dışarı adım atmadı. Ailesi, özellikle de annesi kızı için endişeleniyor; kızının kendisine zarar vermesinden korkuyordu.
Akşama doğru evlerine kara haber ulaştı. Kadir siroza yakalanmıştı. Şimdi evde ölüm sessizliği vardı. Bu sessizliğin içerisinde Gizem’in duyguları tarif edilmez bir hâl almıştı. Şimdi ne hastaneye gidebiliyor ne de evde rahat olabiliyordu. Ailesi Kadir’den umudunu kestikleri için Gizem’in hastaneye gitmesine hiçbir sebeple izin vermiyorlardı. Gizem, önce Kadir’i unutmalı daha sonra da başka biriyle bir gelecek kurmalıydı.
Kadir, Gizem’i Erzurum Numune Hastanesinde kaldığı dört gün boyunca bekledi; ama olmadı, sevdiği gelmedi. Doktor dördüncü günün sonunda annesine Kadir’in tedavi için Ankara’ya gitmesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Nebahat Hanım elde avuçta ne var ne yok satıp oğlunu Ankara’da özel bir hastaneye yerleştirdi. Ama annesi gidemedi; kendisine ne yol ne de konaklama parası kalmıştı. Hastane özel olduğu için refakatçiye gerek duyulmuyordu. Buradaki doktorun söylediğine göre oğlunu hemen yoğun bakıma alacaklardı. Annesi gitse de oğlunu göremezdi; ama ana yüreği durur mu? İçine dert oldu. Göz görmeyince gönül katlanamıyordu. Bir sabah annesi yine dalmış oğlunu düşünürken kapısı çalındı. Gelen Gizem’di. Uzun uzun sarıldılar; doya doya ağladılar. Gizem nereden haber almışsa almış Kadir’in gurbet elde garip kaldığını öğrenmişti. Annesine nişanda takılan birkaç altını uzatıp:
-Anne, ben gidemiyorum bari siz gidin. Kadir’e onu çok sevdiğimi ve sağ salim dönüşünü bekleyeceğimi söyleyin diyip gitti. Meryem Hanım, sora sora oğlunun yattığı hastaneyi buldu. Oğluna tam kavuşacağını düşündüğü anda ise doktorundan vefat haberini aldı. Kadir’i memleketine getirdiler, gözyaşlarına boğularak toprağa verdiler. O gün oğlunun toprağa verildiği gün annesi başındaki sarı yazmayı çıkarıp tekrar karalar bağladı.
Bir cevap yazın