Floransalı bir bankacının evlilik dışı ilişkisinden doğan Giovanni Boccaccio tarafından on yıl boyunca anlattığı öyküleri sonraları kaleme alarak oluşturduğu Decameron adlı eseri novellanın ilk örneği olarak kabul edilir. 1348‘de kara ölüm –veba- salgınında Floransa nüfusun %75’i ölür. Bu salgından oldukça etkilene Boccaccio, Decameron’u 1349 yılında yazmaya başlar. Bu salgından sonra 1352‘de eserini bitirmesine rağmen, 1370–1371 yıllarında da eserini tekrar yazar ve bu yazılar novellanın ilk örneğini oluşturur.
Peki novella nedir?
Romandan daha kısa öyküden daha uzun bir edebi tür olarak kabul edilen novella için bu tanım çok yüzeysel ve kısıtlı olsa da romandan ve öyküden ayıran başlıca özellik olarak kabul etmek gerekir. Peki kısa ve uzun gibi sübjektif ölçülerin daha objektif bir skalsı yok mu? Science Fiction and Fantasy Writers of America Nebula Awards’da 17 bin 500 ile 40 bin arasında sözcüğü içeren eserler novella olarak kabul edilirken İngiltere’deki Screen School of Liverpool John Moores Üniversitesi ve Manchester Metropolitan Üniversitesi’nin Novella Ödülü kriterlerinde 20 bin ile 40 bin kelime arasında bir uzunluğa sahip olması diye tanımlanmış. Bu rakamlardan yola çıkıp olayı basitleştirirsek karşımıza 20 bin ile 40 bin kelimeden oluşan edebi bir tür çıkar.
Peki bir metnin sadece uzunluk ve kısalığına göre edebi türü belirlenebilir mi? Cevap elbette “hayır” dır. O zaman bir metne novella diyebilmek için başka kriterlere de ihtiyaç olduğunu söylemek gerekir. Novella ile ilgili bu tartışmaların bir ucunda öykü bulunurken bir ucunda da roman yer alır. Bazı yazarlar 20 bin ile 40 bin kelimelik eserlerine uzun öykü, bazıları novella, bazıları da kısa roman demektedir. Öyle ise skalanın diğer ucundaki romandan biraz bahsedelim.
Roman elbette daha uzun bir metindir. Mesela; Karamazov Kardeşler, Sefiller, Suç ve Ceza gibi bir çok roman oldukça kalabalık sayfalardan oluşur. İçerik olarak baktığımızda ise romanın türüne göre değişmekle birlikte genelde ana karakter, yan karakterler, uzun yer betimlemeleri ve duygusal çözümlemeler bazen gereğinden uzun olmakta ve zaman zaman okuyuculardan eleştiri de almaktadır. İşte novellada bu konu bir çözüme kavuşmuş gibidir. Tarihi veya siyasal olaylar, anektodlar, gülünç olaylar, efsaneler, aşklar ve trajedilerden örülen daha çok bir veya iki kişinin etrafında dönen böylece okuyucuyu sıkmayan bir iki günde okunup bitirilebilen ve ruhumuzda bir lezzet bırakan bu edebi türün Boccaccio sonrasında da pek çok takipçisi olmuştur. Matteo Bandello, Heinrich von Kleist, Franco Sacchetti, Gerhart Hauptmaun, J.W. von Goethe, Thomas Mann ve Franz Kafka gibi yazarları novella örnekleri veren yazarlar olarak tanımlayabiliriz.
Türk Edebiyatında ise Nabizade Nazım’ı –Karabibik- ve usta yazarlarımızdan Leyla Erbil’i –Üç Başlı Ejderha- örnek olarak verebiliriz.
Yazım tarzı ve edebiyat dili açısından baktığımızda ise novellada önceleri daha nesnel, elle tutulur, herkesin kolayca anlayabileceği bir dil kullanılırken zamanla bu nesnellik azalmış ve duygusal çözümlemeler ve psikolojik değerlendirme anlatılarda ana öğe olarak karşımıza çıkmıştır. Yaklaşık son yüz yılın en bilinen, en sevilen, eserleri birçok dile çevrilen ve novella denince ilk akla gelen yazarlardan biri olan Stefan Zweig novellaya yeni bir boyut kazandırmıştır.
Stefan Zweig:
Ülkemizde Amok Koşucusu ve Satranç adlı novellalarıyla ve psikolojik tahlillerle desteklediği muhteşem biyografi eserleriyle tanınan Avusturyalı Yahudi asıllı roman, tiyatro ve biyografi yazarıdır. 28 Kasım 1881 yılında Viyana’da doğmuştur.
Zweig; İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca öğrenen yazar aynı zamanda felsefe ve psikoloji eğitimi de aldı ve özellikle Sigmund Freud’a büyük bir ilgi duydu. Başlangıçta şiirle ilgilendi. Büyük Alman şair Rainer Maria Rilke’den etkilendi. Charles Baudelaire’nin ve Verlaine’nin şiirini Almancaya kazandıran Zweig, daha sonra Güney Asya’ya ve Amerika kıtasındaki birçok ülkeyi gezdi.
I.Dünya Savaşı’nda gönüllü olarak arşiv memurluğu yaptı ve savaşın ardından Salzburg’a yerleşip ilk eşi Frederike Von Winternit ile evlendi ve burada edebiyat alanındaki en üretken dönemini geçirdi.
Zweig; öykü, roman, ve tiyatro oyunu dışında deneme kitapları ve tabi ki üçleme tarzında biyografiler yazdı. Üç Büyük Usta -Balzac, Dickens, Dostoyevski- ve Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar -Hölderlin, Kleist, Nietzsche- adlı eserleri ile büyük bir üne kavuştu ama bunlardan özellikle Satranç (1942), Stefan Zweig ile özdeşleşti ve dünya çapında büyük bir üne kavuşturdu. Olağanüstü Bir Gece (1922, Acımak (1939), Amok Koşucusu (1922) yazarın diğer eserleri arasındadır.
Stefan Zweig, II. Dünya Savaşı yıllarında Avusturya’nın İlhakı (Anschluss) neticesiyle Yahudi asıllı olması nedeniyle ülkesinden sürüldü ve önce İngiltere sonra da Brezilya’ya gitti. Burada ikinci eşi Lotte Altman ile evlendi ve Rio de Janeiro’ya yerleşti. 1942 yılında Hitler’in Avrupa’ya getirdiği faşist dünya düzeninin değişmeyeceğine inanarak eşiyle birlikte intihar etti.
Bu kısa ve herkes tarafından bilinen biyografik bilgilerden sonra şunu belirtmeliyim ki Stefan Zweig “Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar” adlı biyografik eserindeki Nietzsche’nin ömrü boyunca kafasında dolaşan intihar etme duygusunu her zaman paylaştı ve eserlerinde de kullandı. Ölümü ve öncesini hem düşündü hem de yazdı. Buna en iyi örnek:
“Ruhu çoktan ölmüştü, geriye öldürecek yalnızca bedeni kalmıştı” cümlesi gösterilebilir. Hatta en sonunda Nietzsche gibi O’da hayatına son verdi.
Stefan Zweig eserlerinde insanın en karanlık yönlerini inceledi. Vicdan ve akıl arasındaki gelgitleri, etrafındaki trajedileri, Yahudi asıllı olması hasebiyle taşıdığı kültürel öğeleri eserlerine akıcı ve anlaşılabilir bir tarzda yansıttı. Sigmund Freud’a ve onun psikanaliz tekniğine tanıklık etti ve yazılarında insan psikolojisi ve insanı gözlem gücünü yenilikçi bir tarzda kullandı.
Stefan Zweig’in novellalarında genellikle bir veya iki kahramanı ve bu kahramanların hayatındaki bir kesiti, yine sınırlı bir mekanda görürüz. Satranç da Dr.B Hitler Gestapolarının bir odada yapayalnız tuttukları bir esirdir mesela. Aşırdığı bir satranç kitabından sonra kafasında yıllarca bir hastalık ve tutku seviyesinde oynadığı satranç oyununu, daha sonra bir gemide karşılaşacağı Mirco Czentovic ile ilişkilendirerek olaylar, koşullar ve yaşantıların insan hayatını nasıl şekillendirdiği bir psikiyatrist gibi anlatmıştır. Sınırlı sayıda kahraman ve sınırlı sayıda mekan eşliğinde akıcı ve göz kamaştırıcı kurgu ile bu açıdan bakıldığında öyküye daha yakındır. Aynı durumu Amok Koşucusunda da görürüz. İki kişinin hayatı meşakkatli bir gemi seyahati sırasında kesişir ve olaylar yine insan düşüncelerinin analizi, intihar, ölüm ve merak duygusu arasında şekillenir.
Stefan Zweig’in novellaları önceki yüzyıllardaki örneklerinden farklı olarak daha öznel, daha duygusal ve daha canlıdır. Sanki gören gözler, işiten kulaklar, yürüyen ayaklar ve bunları düşünen bir beyin eklemiştir Zweig novellaya.
Bütün bu özellikleri göz önüne aldığımda size şunu söyleyebilirim ki; Stefan Zweig novellaya ruh katan yazardır.
Ve
Yazımızın başlığına dönersek:
Novella ve Stefan Zweig birbirinin sözlükteki karşılığıdır.
Ebubekir
Emre Men.17.3.2020.İstanbul
Bir cevap yazın