(bu hikaye gerçekliğe dayanmıyor)
CCNin verdiyi bilgiye esasen bu gece de Christopher Streetdə
Bartel isimli 23 yaşlı oğlan evinde ölü bulundu. Kurşun onun
düz alnının ortasına nişanlanıb. En ilginç olanı, yüksek
teknolojili kameraların kurulu olduğu bu binada hiç bir yabançı
görünmüyor. Bundan önce de henüz belirsiz kalan bir kaç böyle
cinayet olayı gerçekleşmiştir.
Nelsonun bu haberden oldukca sarsıldığı yüzünden
biliniyordu. Sıfatı bir gün o da sıraya ulaşacak korkusundan
bembeyazlanmıştı. Kalbinde:
Belki öyle bu gece, ya yarın ve ya günlerin birinde benim de
belirsiz ölüm haberim kanalların, sitelerin, qazete ve dergilerin
önemli bir gündemine dönüşecek ve ben de bu ölen
mutsuzların birinden olacağım.
O, da diğerleri gibi katilinin kendi evinde olmasını son anda
anlayacaktı ve bununla ilgili kimese bilgi verib başkalarının
hayatını kurtarmağı başarmayacaktı.
Nelson çok heyecanlı olarak yataktan kalktı ve dantel ile
aynaya yakınlaşıb birkaç saniye beyazlanmış sıfatına bakarak
el-yüzünü yıkadı. Sonra yeniden yatak odasına keçib üst
elbisesini geyinmek istiyordu ki, aniden atılan bir kurşun ile
yere düştü. Bu kurşun da düz onun alnının ortasına
nişanlanmıştı.
Birkaç dakika önce korku ile düşünen beyin şimdi sonsuzadek
rahatlığa kovuşmuştu.
Hemen hemen her New York polis karakollarının her birinde
bütün personel toparlanmıştı. Çünkü devlet başkanı da bu işe
dahil olmuş, onları kendi işinin öhdesinden gele bilmeyen
beceriksiz biri gibi adlandırmışdı. Bu sıradan bir suç olayı
değildi. Belki de New York, New York oalndan beri böyle
bilinmeyen bir suçla karşılaşmamıştı. Sadece New York değil,
dünya.
-Edvin, biz henüz bu kadar yenilmemiştik. Bu lanete gelmiş
katil her kimdirse oldukca deneyimli, aynı zamanda da becerikli
biridir. Çok ilginçdir ki, güvenlik önlemlerine rağmen o azıcık da
olsa bir iz birakmır.
-Talbert, tabiiki, ilginç olduğu kadar da sıradışı suçlardır. New
York’ta bir lanet gibi. Düzdü ben mistik şeylere inanmasam da
galiba yavaş-yavaş…
— Sanırım yavaş yavaş sen de mövhumata doğru gediyorsun.
Hiç senden beklemezdim. Bize bu şeyleri öğrettiler mi, yoksa
adaletsizliği, gerçekliği ve ona karşı mücadele etmeğimi?
-Ne bilim Talbert, teki sen diyen gibi olsun. Fakat sonuc ne olur
olsun bu zehrimarı onu yok etmeye çalışmalıyız. Masum
insanların bilinmeyen ölümleri, gözyaşları içinde kalan aileler ve
New Yorkumuzun bu kargaşasına dayanamıyorum. Yapacak bir
şey yapmak lazım. Olağandışı bir suça karşı, her açıdan eşit
olarak silah almalıyız.
-Forester, canım, sana bu gün de işlerinde başarılar diliyorum.
-Ebba, güzelim tüm bu başarılarımın sebebkarı sensin. Çünkü,
tüm mutluluğumda ve üzüntümde sen hep benimle olmusan ve
benim sonsuz sayda dayakımsan Ebbam.
Onlar tokalaşıp ayrıldılar. Ahı, Forester ne bileydi ki, Ebbanı
son kez görecek. Nyu Yorku kendi ağuşuna almış belirsiz
katletmelerden biri de işte onun evinde Canal Streetde baş
tutacaktı.
Öğleden sonra olmasına rağmen hava çok güzel ve Ebba,
Demi Lovato’nun Stone Cold şarkısını dinleyerek mutfakta
yemek pişiriyor. Olağandışı bir şey yok. Hayat kendi başına
devam ediyor. Her zamankı gibi yüzünde mutluluk hiss
olunuyor. Mutlu olduğunu düşünüyor. Onu deliler gibi seven
kocası, iki yavrusu ve bilgisayar aracılığıyla küçük iş hayatı.
Birkaç dakika sonra, hetta sokakta da bile duyulan bir kadının
çığlığı. Çevre heyecan içinde. Bilgi alan polisler hemen daireye
yaklaşıyor. Kapıyı zorlukla açıyorlar. Karşılarında onalra bakan
kan donduran manzara. Bir kadının alnının düz ortasına kurşun
nişan alınıb. Bu kadın Ebbayd’dı. Başka bir aile trajedisi
draması.
Yine haberler, bu korkunç cinayetten bahsediyor. Ancak suçlu,
bilinmez olmaya devam ediyor. Ne zamana gibi…
New York’ta cinayet sayı on yedi. On iki erkek, dört kadın ve
bir de beş yaşındaki Halford.
Times Meydanı binlerce insanın haklı protestosuna karşı çıktı.
İsyan polislere. Bunca nüfuzu olan New York polisi, bu katilin
karşısında başarısız.
Bununla birlikte, Polis Genel Dalton, acımasız suçlular ne
olursa olsun yakında yıkılacaklarına isyancılara vaat ediyor.
Dalton’un konuşması:
Merhaba, sevgili beyler ve bayanlar. Bugün milyonlarca
insanla birlikte ben de çok üzgünüm, aynı zamanda görevimi
yerine getirmek borcum karşısında suçluyum. Çünkü her gün
gerçekleşen bu bilinmeyen cinayetlerin nedenini henüz tespit
edemedik. Bildiğimiz gibi, bu katil diğer suçlulardan oldukça
farklı. Her kim ise bu adam azıcık böyle iz bırakmıyor ve kendi
kurbanlarının türüne fark koymamak bir yana, 5 yaşlı küçük
Halforta bile kıyıyor. Demek ki, eger ona adam demek
uygundursa insan kanına eğilimlidir ve bu dehşetine davam
etmek fikrindedir. Tüm bunlara bir son vermek için, en son
polise kadar savaşacağız ve size söz veriyorum, suçluyu tespit
edip gerekli önlemleri alacağız.
Ama asla unutmamamız gereken bir şey de var. Polisle
birlikte, her vatandaş bu işe çok ilgi göstermeli. Çünki bu öyle
lanetdir ki, bu hiç kimse bu kurbandan sigortalanmayıb.
Çevresinde kimseden şüphelenen herkes bize rapor vermeli ve
borçunu yerine getirmelidir.
Sonunda, tüm bunların bir süreliğine biteceğini ve New York
Şehrimizin tekrar nefes alacağını herkese temin ederim.
Kalabalıktan ayrılanlardan biri Maksvel. O, polis şefi
teğmenidir. Yirmi altı yaşlarında umutlu bir polis. Fikirlidir.
Gözleri çok uzakları ve kalbi suçluları dolaşıyor. Bilinmeyen
katili bulmak için iddialı. Önceden belirlenmiş bir hedef, kurban
edilmeden önce imha edilmelidir. Central Park’ta, banklardan
biri, düşüncelere boğulduğu zaman Maxwell’in aklına aniden bir
fikir geldi. Gitmek. Ölüme hükümlülerin evlerine bir-bir gitmek ve
yeniden araştırma yapmak. Her ne kadar, Nyu York polisi bu işi
çoxdan etmiş və edirdi. Sonuç 0.
O, bazı kurbanların evlerinde olmuş, diğerleri gibi herhangi
bir kanıt bulamamıştı. Ama aynı zamanda, iddiasını terk etmek
istemedi, ancak sonuna kadar savaşmayı amacladı.
İki gün geçti. İki kurban daha var. Ölü sayı on dokuz. Katil,
kimseye merhamet göstermiyor, ancak kurbanlarının sayısını
arttırdı. Katille birlikte, aynı zamanda zaman da acımasızdı,
çünkü her gün bilinmeyen bir ölümden haber getiriyordu.
Olaylar daha da şiddetleniyordu.
Herkesin aksine, Maxvell bir şeye dikkat etmişti. Tüm
kurbanların evlerinde, hatta ceset odalarına gibi, ortak olan tek
bir şey vardı. O şey ki, kaba, gülünç ve hatta aklından kuşku
duyduklarını söylerlerdi.
Fakat, herkes kalbinde gizemini açmak için birileri olmalıdır.
O, birilerinden biri de Polis akademisinde okurken Maksvel’in
grup arkadaşı olan baş teğmen Orlando’ydu.
-“O, Orlando, fikrime nasıl bakıyorsun?”
-Fikirlerin, fantastik filmlerde bir senaryoya benziyor. Ama
unutmayalım ki, gerçek dünyada yaşıyoruz.
-Orlando, kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Hadi bir gün gidelim,
ben diyeni arayak ve planımla hareket edelim.
-Maxvell, biliyorsun ki sana hiç bir zaman yok söylemedim ve
bu tekrarlanacak.
-Çok teşekkür ederim sevgili arkadaşım Orlando. Yakında bu
lanet katili bulacağımıza ve imha edeceğimize inanıyorum ve
sonra bana bir daha inanacaksın.
Maxvell’in odası. Aynı odada Maxvell’le birlikte Orlando. Oda
güvenlik kameralarıyla gizli yapılandırılıb. Sakinliktir. En
kötümser kişi bile, burada herhangi bir suçun meydana
geleceğini tartışamaz.
İki saat geçti. Hala diğer odalarla aynı odada izler arıyorlar
ve Orlando Maksvelden ayak yoluna gitmek için bir dakika izin
alıyor.
Bir dakika bile değil. Orlando odaya giriyor ve tüm evi kalpleri
titretecek bir haray götürüyor.
-Aman ilahi!
Kurşun, Maxvell’in düz alnının merkezinde. Onun vücudu
kanda.
Orlando ağlıyor. Gözyaşlarıyla düşüyor.
Tüm bunlara rağmen, birkaç dakika sonra, Orlando, diğer
odadaki gizli kameraları izlemek için cesaretleniyor. Gördüyü
karşısında, neredeyse vücudunu kurutup dizlerinin üzerine
çöküp şöyle dedi:
-“Sen, haklıydın, Maxvell, haklıydın, sevgili dostum. Sana
inanmamıştım, ama sen bir dahisin Maksvell, sen kurtarıcısın.
Affet beni dostum, seni bir dakika bile yalnız bırakmamalıydım.
Lütfen beni affet, cesetin karşısında diz çöküb yalvarıyorum,
affet beni Maksvell.
Ama daha olanlar olmuştu. Zaman kaybetmek olmazdı. Kayıp
bir gün yeni bir kurban demekti. Arkadaşının hayatını
kurtaramasa da onlarca, belki de yüzlerce veya binlerce insanı
kurtarmak mümkün olurdu.
New York’luların hepsi, sadece New York’ta değil, hatta dünya
da şok olmuştu. Tüm basın, ana kanallarla birlikte, diğer
kanallar da katili dünyaya ilan ediyor. Polis iş başında.
Lanetlenmiş delil kimlerin evinde varsa polis tarafından yok
ediliyor, yakılıyor. New York’u vurmuş olan lanet bitmek
zorundaydı ve bitti.
New York Polis Departmanı binası.
General Dalton, sözü bir polis albayı olan Orlando’ya veriyor.
Albay Orlando:
-Merhaba, sevgili ve saygın meslektaşlarım. İlkin olarak bana
söz verdiği için General Dalton’a teşekkürler. Çok konuşub,
değerli zamanınızı almak istemiyorum. Sadece önemli
olanlardan bahsedeceğim. Eğer bugün bizlerin yüzü
gülümsiyorsa, eğer bugün insanlar yeni bir kurban haberini
duymuyorsa, ve eğer bugün baş teğmenden yücelerek albay
olarak çalışıyorsam, ve en önemlisi, New York Şehrimizdeki bu
lanet yok edilmişse ve ben bunu yalnız ve yalnız bir kişiye
sadece meslektaşım değil, aynı zamanda kalp dostu, yaşam
boyu arkadaşım, baş teğmen, eğer yaşasa idi şimdi daha büyük
bir rütbeye sahip olurdu, Maksvel’e borçluyuz. (Bunları dedikce
Orlandonun gözlerinden yaş süzülüyor). Onun ruhu karşısında
baş eyir ve sonsuz şükranlarımı ifade ederim. (Tüm
katılımcıların gözleri nemli). Sonunda, her birinize özel
şükranlarımı ifade etmek isterim.
…
New York New Yorklu olduğundan beri, henüz bu kadar
lanetlenmemişti. Neydi bu lanet? Tüm evlerde cesetlerin
bulunduğu odaların ortak argümanı neydi? İnanmayacaksınız,
ama buna inanmalısınız. Çünkü tüm dünya buna şahit oldu. Bu
lanet olası kanıt, odanın duvarlarından asılı duran elinde silah
tutmuş bir adamın imgesiydi. Bu lanet New York’a resim
aracıyla gelmişti ve çizimdeki adam, her eve bir sefalet getirmek
için her bir evden bir kişi kurban seçmişti. Bu resim her gün
küfür nedeniyle yeniden canlanıyor ve kurbanının alnının
ortasında nişan alıyordu.
New York’taki bir polis soruşturmasına göre, bu resmin tarihi
- yüzyılın ortalarına gediyordu. Böylece, baba ve oğul
aralarındaki çatışmanın sonucunda kavga olmuş ve baba oğlu
karşısında gücsüz kaldığı için oğlunu düz alnının ortasından
katl etmiş ve sonra cesetin önünde ağlamış ve oğlunun elinde
silah olarak resmini çizmişdi. Yıllar sonra bu resim harabelerden
bulunmuş ve belli bir sayıya satılmıştı. Yüz elli resimden kırk
beşi satılmış ve tüm bu resimler genç oğlanın lanetine maruz
kalarak bu tür olayların ortaya çıkmasında özel bir rol oynamıştı.
Böylece yirmi kurbandan sonra, daha yirmi beş kişi
öldürülecekti. Gerekli tüm önlemlerin tamamlanmasından
hemen sonra, yüz beş resim de yakılmış ve New York bu
lanetten son olarak kurtulmuştu.
Bir cevap yazın