Aylardan Ocak mıydı, Şubat mıydı, Nisan mıydı? Belki de savurgan Ekim’in tam ortası ya da Kasım’ın hemen başlarıydı. Bilinmez bir vakitte, Gıdırış Ninemin koynunda doğdu. Göçüp gidenlerden başka doğduğu günü doğru bilen yoktu.
Boyu beş karışa vardığında, kardeşlerine anne oldu. İçlerinde, kendinden bir yaş büyük ağabeyi de vardı. Bacak kadar boyuyla, nice ineğin altına girdi. Kim bilir kaç kalaysız bakırı süte boğdu.
Kilerler boş, ocaklar sönüktü. Çiğ sütlerle büyüttü kardeşlerini. Boş versindi, insanoğlu da çiğ sütle büyümüştü. Yarık lastiklerle seğirtti her bir yana. Ayaklarına dikenler battı, çıplak kollarını ısırganlar daladı. Kardeşlerinin söküklerini dikerken, mektep görmeden söktü okumayı. Uçsuz bucaksız topraklara tohumlar saldı. Nice buğdaylara sapan vurdu. Yüklendi, kırdığı ağaç dallarını sırtına. Taşıdı, ses etmedi. Yorulmak bilmedi. Uğraştı durdu. Harmanlarda nefeslendi. Altı üstü hamal oldu. Olup olup dirildi olduğu yerde. Daha küçük bir kızken, koca bir adam oldu.
Rüzgâr battı ince parmaklarına. Yalın ayakları, daha o yaşında ağır bastı dünyaya. Saçları ıslandı, ıslak ahır kapılarında. Yediği tırnakları, yetmedi doyurmaya aç karnını. Yıldızlar şahidiydi her bir gece, ay ışığı.
Tüyleri terledi. Yırtıldı minik elleri. Bilmediği türküleri, ah kimse duymasın diye, hep içinden söyledi.
Bir gün ölürsem, beni babaannemin yanına gömün, derdi. Vasiyetiydi. Bekleyemedi uzun uzun. Bekleyemezdi. Geçen yıllar ağır bir yüktü sırtında, büyük bir kambur. Geçmiş, geçmişte kalmıştı ardında. Daha fazlasını o bile kaldıramazdı. Çünkü zayıftı omuzları. İnceydi. Halsizdi ve.
Temmuz yeşiline benziyordu gözleri. Fakat kapalıydı işte, göğsünde sakladığı kalbi. Aynı kazma kürek yaktıran, Mart kapıları gibi. Yüreği, anasız büyüyen bir enikten daha soğuktu. Kuruydu, onca zaman konuşmamış dili. Oruç tutan bir avuç fukara gibi.
Sırt üstü yatıyordu. Gören gözlerim yüreğimi acıtıyordu. Nasırlıydı yorgun ayakları. Ve buruşuktu elleri. O ellere kim bilir kaç maşrapa su değmişti? Kaçı yakmış, hey gidi nicesi buza çevirmişti?
Bayram sabahında, ezandan hemen sonra, gitti. Sırtını dayamadan koca bir çınara, yaslanmadan. Dökülmeden henüz saçları, ömrü daha yaşlanmadan.
Koca bir dağdı. Unaldı ufaldı, kum oldu. Yere göğe karıştı. Yağmur yağdı ıslandı, çamur oldu. Yoğruldu. Rüzgâra denk geldi, esti gürledi. Bir şeye benzetti. Güneş doğdu üzerine, pişirdi. Kavurdu yetmedi. Gıdırış Ninemin çömleği…
Vakitli mi gitti vakitsiz mi bilinmez, acep doydu mu ki hayata? Hoş, kim doymuş ki?
Bu, o kadının hikâyesi. O kadın, Haseki.
…
Meyvesini yeni veren Kiren ağacı kadardı boyu. Yemyeşil gözleri inattı. Güneş yüzüne vurduğunda, saman sarısıydı saçları. Kirpikleriyse altın yaldızlı. Upuzun bacakları, yavrusuna kıyamayan ana gibi taşıyordu gövdesini.
Rüstem Çavuş’unkinden daha sertti kolları, sağlamdı yüreği. Rahvan Nine’nin olgunluğu vardı onda. Lâkin enikten farkı da yoktu.
Öyle tatlı bir sesi vardı ki. Lâkin duyanlar iki elin parmağını geçmezdi. Boş versindi, geçmesindi.
-Kız nerdesin sen, diye çığırdı Ayşe Kadın. O tatlı sese inat.
-Bakırları kalayladım, diye cevap verirken pamuk tarlası gibiydi sesi. Hem yırtıyordu dokunduğu elleri hem de sarmalıyordu yırttığı şeyi. Üvey ana gibi.
Sabah namazına müteakiben uyanırdı her sabah. Soğuk suyu suratına çarptığı gibi, memleketime dadanan gâvur düşman misali kaçardı uykusu, ayakları kıçına vura vura.
Bayat ekmeğe de iki katık bulursa, şükürler ola.
İlk iş başını örterdi, aç karnını doyurduktan sonra. İki üç paçavraya sarılırdı. Neyin ne ile uygun olduğu önemli değildi olan. Maksat üşümesindi. Lâkin, yarık çarıkları her vakit sızlatırdı soğuktan yalın ayaklarını.
Kirenden kırma ince sopayı eline kaptığı gibi, indirirdi camışların sırtına. Pat! Pat!
Evin alt tarafındaydı eski tarla. Camışlar, öküzler, inekler, mandalar… Keçiler, koyunlar, kuzular… Ahır sakinlerinin hemen hepsini orada güderdi.
Sabah çiğiyle ıslanan taze çimler misk gibi kokardı. Bu hayvanlar, ağızlarının tatlarını biliyor olmalıydı.
Ahır önemliydi. Hem de çok. Hayvanlardan biri hasta olsa, süt de bozulurdu. Hasta hayvanın eti de yenmezdi hem. Ne kadar sağlıklı olursa, o kadar çok ürerlerdi.
Boklu kazmayı ayağıyla temizledi. Birbirini kovalayan sinekler Haseki’nin midesini bulandırmaya yetmezdi. Alışkındı.
Kuruyan tezekleri küçük oyuktan eski tarlaya doğru atmaya başladı. Küredikçe, tıkandı burnu. Aldığı nefes zorlandı. Bok, karıştırdıkça kokardı.
Çalı süpürgesini vurdu tahta zemine. Her bir köşeyi bertaraf etti. Temiz etti. Hoş etti.
Elini, yüzünü bir güzel yıkadı. Sabunla ovdu her bir yanını. Eve çıktı. Sönmeye yüz tutmuş odunları körükledi. Yetmedi, birkaç tane daha odun ekledi. Geceden ısladığı kuru fasulyeleri koydu isten kararmış kuru kazana. Bolca su boca etti maşrapalarla taşıdığı çeşmeden. Bir tutam da tuz. Kaynamaya bıraktı. Fokur fokur.
Tahta dolaptan salçayla un küvetini çıkardı. Aygazın üstüne koyduğu derin tencereye yağ damlattı biraz. Geçen hafta köyün diğer karılarıyla yaptığı tereyağından attı. Ne güzel koktuydu eriyince. Un ekeledi tahta kaşıkla. İki çevirdi. Salçayı ekledi. Domates rendeledi. Bir güzel kavurdu. Demir tasa su koyduydu. Azar azar döktü katığın üstüne. Misk gibi koktu. Nane kuruttuydu önceki bahar, pul biber. Çay kaşığıyla ölçümledi. Çok acı olmamalıydı. Yoksa köpürürdü Ahmet Ağa. Hey gidi Köpüklü!
Aygazı söndürdü. Tencereyi salonda yanan sobanın üzerine koyup, hamamlıktaki çamaşırları çitilemeye geçti.
İki güğüm su taşıdı. Sıcak suyu Hak getire. Buz gibi âdeta. Köpüklü’nün, aman kimse duymasındı öyle dediğini, Cumayanı’ndan aldığı toz sabundan attı leğene, nah bir avuç!
Ne çok kirlenmişti çaputlar. Neyin suyunu sıksa çamur akıyordu derya derya. Elleri soyuldu, parmakları çatladı. Değil karı eli, öküz toynağından farkı da yoktu.
Eh işte, yıkanan çamaşırları bakır küvete koydu. Yüklendi. Kapının önündeki çeşmenin yanına gerdiği ipe serdi her birini. Güneş doğuktu hâlâ. Akşama yakar, kavurur, nihayet kuruturdu da.
Haşlanan fasulyenin kokusu dışarıya kadar geliyordu. Aman sinmesindi yıkananlara. Mutfağa seğirtti. Kalın havluyla kazanı tutup, ocaktan aldı. Tahta süzgece boca etti tezgâhın ardında. Bir iki parça etle kavurdu salçayı. Biraz sonra ilave etti diğerini. Su ekledi, pişirdi. Aş eyledi.
Ayşe Kadın seradan döndüğünde Akşam daha okunmamıştı. Üstü başı topraktı. Sırtı yorgun, dili sessizdi. Ardından Ahmet Ağa girdi eşikten. O ağaydı. O yüzden de ne üstünde, ne de başında toprak yoktu.
-Sofra hazır mı hatun?
-Yap hele namazını, kurarız şimdi.
Dalından kopardığı domatesi, biberi, bademi yıkadı Ayşe Kadın. Büyük küçük doğradı elinde, aktardı. Yağ damlattı. Tuza boğdu. Sulu sulu.
Erişte haşladı hemencecik. İki kaşık şeker serpti üzerine, karıştırdı. Eritti şekeri. Ceviz ufalayıp ekeledi.
Hazırdı işte sofra. Allah’a bin şükür olsundu.
Şükürler olaydı, binlerce defa, her defa.
Güneş çoktan batmış, hanelerde lambalar peşi sıra bir bir yanmaya başlamıştı. İki kürek daha kömür attı Haseki gürleyen sobaya. Yanına yaklaşılmaz oldu. Uzun saplı cezveyi suyla doldurdu. Kahve çekti, çeker ezeledi.
Kemiklerine kadar ısındı Haseki. Sobanın üstüne kondurduğu da. Sapı yandı. Tutamadı.
Hepi topu beş fincanları vardı, amma yaldızlı. Lâkin kırıktı çoğunun sapı. Sağlamlarından iki tanesini seçti, tepsiye dizdi. Dün akşam pekmezle kavurduğu un helvasından da koydu. Kendi pişirdi ama içemedi kendi. Ağanın yanında içilmezdi. Evveli Köpüklü’ye, sonra Ayşe Kadın’a ikram etti. Başı önde, gözleri kısıktı.
Kısıldı da kısıldı gözleri. Dipsiz kuyulara düştü uykusunda. Derin hülyalara daldı. Ezan okunurken, yorganı açık döşeği soğuktu.
…
Sahanlığa seğirtti. Elleriyle yünden ilmeklediği kilimi serdi yere. Un çuvalını çıkardı harmanlıktan. Yağdanlığı, tuzluğu buldu tezgâhtan. Bir güğüm de su koydu yamacına.
Tahta tekneye un süzekledi. Açtı ortasını. Güğümden su döktü, tuz ekeledi. Sıvadı ince kollarını. Tülbentinin uçlarını başının üstünde bağladı. Başladı yoğurmaya; ununu, suyunu, tuzunu. Yoğurdukça yoruldu. Yoruldukça yoğruldu o da. Yapışmasın diye tekneyi yağlandırdı. Üstünü kapattı, etrafını sarıkladı. Dinlenseydi artık az daha; hamur da hamurkâr da.
Ayırdı parça parça yaptığı hamuru. Her biri elma yavrusu kadardı. Sofrayı unladı. Oklavayla döndürmeye başladı hamuru, bir ileri bir geri.
Şerit şerit kesti ilk açtığını. İnce ve uzundu. Bunlar erişte olacaktı, aş olacaktı nice sofraya. Amma, önce kurumalıydı.
Sacın altını tutuşturdu. Feryat figan yaktı, kendi gibi. Kül eyledi. İnce yufkalarını üzerine koydu. Kabardı, şişti çoğu.
Haneyi buram buram sardı taze ekmek kokusu. Açtı, nefislerin sonuna dek kapalı olan kapılarını. Emek kokuyordu her bir köşe, alın teri.
Ahmet Ağa, telaşla çığırttı Ayşe Kadın’ı.
-Tamam eyle kızın çeyizini.
Haseki, kulağına inanamadı. Duyduğuna inanamazdı. Yaşı kaçtı daha, hele başı?
Bu acele de neydi?
Kime varacaktı şimdi, kime gidecek? Ondan ne alacaktı, ona ne verecek?
Daha dünkü haspam, karı olacaktı tanımadığı adama. Kârı ne olacaktı, kucağına dizeceği iki çocuktan başka.
Kaç zaman daha kalktı sıcak yatağından buz gibi sahanlığa. Zaman, bardaktan su gibi boşaldı.
Herifigiller aşındırdı kapalı kapılarını. Az kahve pişirmedi. İstendi Haseki, verildi. Açmıştı Ahmet Ağa ağzını. Hey gidi Köpüklü! Oluru, olmazı yoktu artık. Hayırlısı olsundu.
Olaydı ya yanında Gıdırış Ninesi.
Tam etseydi ya eksik çeyizini. Öğretseydi ya ona zevceliği. Kınalar yaksaydı. İçine altınlar koysaydı. Kapatsaydı sonra, tutmuş mu diye baksaydı suyun altında. Geçivermeseydi hemen. Akmasaydı.
Olaydı ya ardında… Gitmeseydi böyle öksüz, yetim gibi. Neyi tamdı? Yaşı mı, başı mı? Eli doğru tutuyor muydu ki, hele ayağı?
Başı öndeydi.
Geride yüreği.
A Gıdırış Nine! Sahi, o neredeydi?
Elinde doğmuştu Haseki. Götü beşiğe değer değmez kertilmişti. Gıdırış Nine iyiydi. Köyde pek sevilmezdi, amma lâkin kimse saygısında kusur etmeye de cesaret edemezdi.
Asıl adının Hatice olduğunu öyle çok bilen de yoktu. Âşıklı Köyü’nden gelin geldiydi Yukarı Köy’e. Huysuzdu biraz. Belli ki epey de inatçıydı. Sinirlendi mi avazı çıktığı kadar bağırır, mırım mırım söylenirdi. Geçen zamanla pek çok sıfat takıldı köylü tarafından. En sonunda da Gıdırış’ta karar kılındı.
Haseki’ye düşkündü. Haseki de ona.
Haseki, dokuzunda ya vardı ya yoktu. Bir gece fenalaştı Gıdırış Nine. Hastaneye yetişemedi.
Yatıyor hâlâ köyün girişindeki kabristanda. İki küçük duayı esirgemeyenden Allah razı ola.
…
Bembeyazdı Haseki. Başındaki duvağı ayak bileklerine kadar uzanıyordu.
Çarıklarındaki ökçeler o kadar yüksekti ki… Çarık mı? Cahillik işte! Af ola. Pabuçları öyle büyüktü ki! Haseki hiç bu kadar yükselmemişti. Böyle hiç göklere…
Önceki akşamdan yıkamıştı Ayşe Kadın, Haseki’yi. Kolunu, bacağını, sırtını Yasemin suyuna boğmuştu.
Düğün sabahı, köyün bütün karıları tek tek toplandı el kadar eve.
Saman sarısı saçakları örüldü güzelce. Sımsıkıydı. Uçları bağlandı. Açılmasın diye de limon suyuna bulandı.
Vişneçürüğü sürüldü yanaklarına, iyice kızarsın diye. Al al olsun diye. Güzel gözüksün diye. Diye diye…
Dişlerini karbonatla ovdular. Uzun tırnaklarını kısalttılar.
Ellerine kınalar yaktılar. Biri de çıkıp âdettendir diye içine bir çeyreklik olsun koymadıydı. Vallahi de yazıklar olsundu.
Eli boş kalmamalıydı. Yalandan da olsa izi belli olsun diye birer tane gazoz kapağı yerleştirdiydi Ayşe Kadın. Kim bilir ne acıtmıştı Haseki’nin o toynaklarını kapaklar. Ah! Ne ayıptı! Narin ellerini.
Haseki artık güzel bir kadındı. Öyle diğer karılar gibi de değildi üstelik. Gerçekten. Sahici.
Kadındı sahi.
Ah zayıf yüreğim, gel de inan buna. Dayan biraz daha. Ki ne duyacaksın bakalım başka?
…
Köylü idi Haseki. Cahil idi. Hamal idi.
İki eniğe önce gebe, sonra anneydi.
Lâkin, her şeyden önceydi ki:
İnsandı Haseki.
Hey gidi…
O Kadının Hikâyesi: Haseki – Hakan Gülçay
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
Bir cevap yazın